30 Haziran 2013 Pazar
ENERJi TASARRUFLU AMPULLER, BAĞIŞIKLIK SiSTEMi VE MEME KANSERi RiSKi
ENERJi TASARRUFLU AMPULLER, BAĞIŞIKLIK SiSTEMi VE MEME KANSERi RiSKi
Kompakt fluoresan ampuller enerji tasarrufu sağladıkları farklı bir metod kullanmaktadırlar. Aslında gözle görünmeyen UV ışınımı salgılayan bu lambalarda düşük basınçlı cıva buharı bulunmaktadır. Cıva buharı yüksek voltaj ile ateşlendiğinde ise ampul camının iç yüzeyindeki fosfor tabakası tetiklenerek ışık yayması sağlanmaktadır.
Öncelikle bağışıklık sistemine tamamen ihtiyacı olan kişiler için enerji tasarruflu ampullerin yaydığı UV sorunu nedeni ile 30 cm den fazla yakınında bulunulmaması, 30 cm den uzakta dahi 3 saatten fazla süre ile kalınmaması ve seçim yapılırken üzerlerinde “Low UV – Düşük UV” yazısının bulunmasının önemli olduğu çünkü bu tip ampullerin bağışıklık sisteminde zayıflamaya yol açtığı “Health Canada” araştırmalarında belirtilmiş ve 2014 yılı için yeni kurallar konulması gündeme gelmiştir.
Kompakt tasarruflu ampullerde kullanılan cıva bilindiği gibi toksik bir maddedir. Her ne kadar ampullerin içerisinde bir tükenmez kalemin uç bilyesi kadar cıva kullanılsa da bağışıklık sisteminin efektif bir şekilde çalışması gereken kişilerde kullanım ve atık açısından risklerin azaltılması amacı ile Kanada Sağlık Bakanlığı tarafından Mayıs 2010 tarihinde aşağıda belirtilen öneriler getirilmiştir;
Kullanım için;
* Üzerlerinde ilave bir cam/plastik koruma olan modeller tercih edilmelidir.
* Mümkün olduğunca uzak konumlanmalı veya direkt teması kesen abajur/avize kullanılmalıdır.
* Değiştirilirken kırılmamasına dikkat edilmeli, fazla basınç uygulanmamalı, mümkünse yumuşak bir bez ile tutulmalıdır.
Ampul kırıldığı takdirde ise;
** Kırılan cam parçacıklarına basılmadan kişi ve evcil hayvanlar odadan çıkarılmalıdır.
** Temizliğe başlanmadan önce cıva buharının çıkması için oda en az 15 dakika havalandırılmalıdır.
** Halı veya yüzeyin temizlenmesi için vakumlu elektrik süpürgesi veya normal süpürge kalan buharı yayabileceğinden dolayı kullanılmamalıdır.
** Eldiven kullanılarak cam parçacıkları ile temastan kaçınılmalı ve iki karton parçası ile büyük kırıklar toplandıktan sonra kalan ufak parçalar yapışkan bir bant kullanılıp bant yüzeyine yapışması sağlanarak toplanmalıdır.
** Yer ıslak bir bez ile silinmeli, toplananan tüm parçalar mümkünse cam bir kap içersinde ağzı kapatılmış olarak çocuklardan ve evden uzakta bir çöpe atılmalıdır.
** Eğer halı üzerinde kırılmış ve temizlikten sonra halı çıkartılabiliyor ise, dışarıda uzunca bir süre havalandırılmalıdır.
** Bu işlemlerden sonra eller iyice yıkanmalıdır.
Meme kanseri açısından konuya bakıldığında ise bağışıklık sistemi zayıflamasına ek farklı bir araştırma daha bulunmaktadır. The Daily Telegraph medikal danışmanı Stephen Adams tarafından yayınlanan araştırma sonuçlarında eski tip filamanlı ampullerin yaydığı 550nm dalga boyutundaki ışık ile enerji tasarruflu ampullerin daha mavimsi 460nm dalga boyutundaki ışık farkının meme kanserinde etkileri bulunan melatoninin salgılanması açısından farklar yarattığı açıklanmıştır. Enerji tasarruflu ampullerin ışınımına maruz kalmak melatonini baskılamakta, ayrıca enerji tüketiminin az olmasına bağlı olarak ev içerisinde daha fazla ve daha uzun süreler ile tasarruflu ampul kullanılması, bazen de ışıklar açık olarak uyunması melatonin, vücut ısısı ve kalp atım hızı açısından riskleri arttırmaktadır.
Bu araştırma ve öneriler ışığında diğer birçok risk faktörüne göre daha ufak bir tehlike öngörülse de biz yinede sizlere en fazla ışığına maruz kaldığınız tasarruflu ampullerinizi mümkünse eski tip ampuller ile değiştirmenizi önererek zindelikler diliyoruz...
Bol melatoninli geceler :)
26 Haziran 2013 Çarşamba
TEREYAĞI HAKKINDA AZ BiLiNENLER
TEREYAĞI HAKKINDA AZ BiLiNENLER
1- Tereyağı, meme, cilt, kolon ve akciğer kanseri üzerindeki
laboratuvar çalışmalarında tümör blokaj etkileri görülmüş CLA yada
Konjuge Linoleik Asit olarak adlandırılan kısa zincirli yağ asitleri
kaynağıdır.
2- Tereyağının % 4 ünü oluşturan bütirik asit meme
tümörlerinin gelişimini bloke edici özelliklere sahip diğer bir
anti-kanserojen kısa zincirli yağ asididir.
3- Tereyağı sizi şişmanlatmaz çünkü içerdiği orta ve kısa zincirli yağ asitleri adipoz (yağ) dokularında depolanmaz.
4- Tereyağının yaz çimenleri ile beslenmiş hayvanlardan yapılmış
olanları K2 vitamini (menaquinone) açısından zengindir ve EPIC (European
Prospective Investigation into Cancer and Nutrition) araştırmalarında
prostat kanseri riskini % 35 e kadar düşürebildiği belirtilmiştir.
5- Tereyağı, yağda çözünebilen A, D ve E vitaminleri içerir.
! Söylemeye gerek yok ... Bütün bunlar tabiki KARARINDA TÜKETiLDiĞiNDE geçerli.
Zindelikler...
24 Haziran 2013 Pazartesi
OMEGA-3 VE ÜÇLÜ NEGATiF MEME KANSERi
OMEGA-3 VE ÜÇLÜ NEGATiF MEME KANSERi
Nisan 30, 2013 worldhealth.net
Sardalya, somon gibi yağlı balıklar ve keten tohumunda bulunan Omega-3 yağ asitleri üzerine yapılan çalışmaların sonuçlarında omega-3 ün kanser hücrelerindeki kritik bazı mekanizmaların işleyişi üzerinde etkili olduğu ve bölünmeyi azaltarak “apoptosis” adı verilen programlı hücre ölümünü tetiklediği açıklanmıştır.
ABD, Pensilvanya Fox Chase Kanser Merkezi araştırmacılarından Thomas J. Pogash ve arkadaşları Omega-3 ana molekülleri ve metabolik türevleri ile üç lüminal hücre sıralaması ve üçlü negatif tipi de kapsayan yedi form üzerinde gerçekleştirdikleri araştırmalarda hücre bölünme ve çoğalmasının sınırlandığını ve en güçlü etkinin % 20 - % 60 motilite (hareket yeteneği) azalması ile üçlü negatif tipte görüldüğünü belirtmişlerdir.
Yazarlar, elde edilen datanın omega-3 yağ asitleri ve metabolitlerinin meme kanserindeki anti-tümör etkileri hakkında değerli bilgiler sağladığını belirtmişledir. Araştırma Pensilvanya Devlet Üniversitesi, DeSales Üniversitesi, Kömen Vakfı ve Fox Chase Kanser Merkezi işbirliği ile 5 yıllık bir fon sürecinde gerçekleştirilmiş ve Akdeniz diyetinin önemine dikkat çekilmiştir.
Zindelikler Dileriz...
SAĞLIKLI BiR MEYVE PESTiLi YAPIMI
Kendiniz veya yakınlarınıza ait meyve ağaçlarınız var ve kendinizi meyvelere boğulmuş hissediyorsanız ağaçlardan dökülmelerini seyretmeniz üzücü olabilir. Sezon sonu yapacağınız bir pestil ise artan meyvelerinizi değerlendirmek için çok uygun bir yoldur. Kolaylıkla taşınabilen ve enerjisi hazır olan bu atıştırmalık, suyunu sıktığınız üzümün posasından, kayısılardan ve birçok meyveden elde edilebilir.
iÇERiK:
* Taze meyveler (kayısı, şeftali, erik, çilek, ahududu, kiraz, böğürtlen, elma, üzüm, armut vs.)
* Su
* Limon suyu
* Şeker (eğer çok gerekirse)
* Tarçın ve Hindistan cevizi gibi baharatalar (Opsiyonel)
METOD:
1. Meyveleri iyice çalkalayarak yıkayınız. Çekirdekli olan meyvelerin çekirdeklerini çıkartarak meyveyi parçalayınız. Elma ve armutlar ile çalışırken önce kabuklarını soyunuz, iç kısımlarını ayırınız ve sonrasında parçalayınız. Üzümlerin ise saplarını ayırınız ve suyunu sıkarak kalan posasını kullanınız. Meyvenin tadına bakarak bir sonraki adımda şeker ilave edip etmemeye karar veriniz.
2. Parçalanmış meyveleri bir tencere içerisine yerleştiriniz ve her 4 ölçek meyve için ½ ölçek su ilave ediniz. Kapağını kapatarak hafif ateşte 10-15 dakika boyunca pişiriniz. Sonrasında kapağını açıp karıştırınız. Patates ezici vb. bir mutfak ekipmanı ile meyveleri tencerede iyice eziniz ve tadına bakarak şeker, limon suyu veya baharat ihtiyacı olup olmadığına karar veriniz. İlavelerden sonra meyve püreniz kıvamlı hale gelene kadar kısık ateşte kaynatmaya ve karıştırmaya (yaklaşık 10 dakika daha) devam ediniz.
3. Püreyi mutfak değirmeni, blender veya rendeden geçirerek daha yumuşak kıvamlı ve homojen olmasını sağlayınız.
4. Kenarlıklı bir tepsi üzerine plastik fakat mikrodalga kullanımına uygun bir pişirme örtüsü sererek püreyi boşaltınız. Kalınlığın 3 – 6 mm arasında olmasına özen gösteriniz.
5. Pişirme örtüsünü, fırın yüzey ve raflarına değmeyecek ve bükülerek pürenin üzerini kapatarak kurumasını engellemeyecek şekilde, fırına koyunuz ve düşük ısı 60⁰ C ye ayarlayınız. 8 – 12 saat lik bir süre içerisinde püreniz kuruyacak ve yumuşak fakat yapışkan olmayan bir yüzeye kavuşacaktır.
6. Pestiliniz hazır olduktan sonra plastik örtüsünden ayırıp, hava sızdırmaz bir kap içerisinde rulo yaparak buzdolabı yada derin dondurucuda uzun süreler saklayarak sağlıkla tüketebilirsiniz.
Afiyet Olsun...
13 Haziran 2013 Perşembe
ADJUVAN KEMOTERAPi SÜRECiNDE EGZERSiZ PROGRAMI
AMERICAN ASSOCIATION FOR CANCER RESEARCH
UT MEDICINE CTRC HEALTH SCIENCE CENTER SAN ANTONIO
BAYLOR COLLEGE OF MEDICINE
SAN ANTONIO MEME KANSERi SEMPOZYUMU
ARALIK 4 – 8, 2012
SAN ANTONIO TEKSAS ABD
ÖZETLER
Sayfa 273-274 - Aralık 15, 2012
Görsel Oturum 2
P2-12-03
Adjuvan kemoterapi alan meme kanseri hastalarında bir egzersiz programının olabilirliği ve yararlarını değerlendirebilmek için bir pilot çalışma.
Petrella TM, Laredo S, Oh P, Marzolini S, Warner E, Dent R, Verma S, Eisen A, Pritchard K, Trudeau M, Zhang L, Bjarnason G. Odette Cancer Center, Toronto, ON, Canada; Women’s College Hospital, Toronto, ON, Canada; Toronto Rehabilitation Institute, Toronto, ON, Canada; Macrostat Inc., Toronto, ON, Canada.
GERiPLAN : Meme kanseri kemoterapi süreci çoğunlukla fiziksel kondisyon, egzersiz toleransı, kas gücü ve hayat kalitesinde (QOL) bir düşüş ile ilişkilendirilmektedir. Kanıtlar, kemoterapi tedavisine fiziksel aktivite ve egzersiz müdahalelerinin hayat kalitesi ile kardiyo-solunum fitness ve gücünü korumaya yardımcı olabileceğini önermektedir.
AMAÇLAR : Bu çalışma, adjuvan kemoterapi tedavisindeki meme kanseri hastalarında hem aerobik hemde direnç eğitimi içeren yapılandırılmış ve uyarlanmış bir egzersiz programının hayat kalitesi (QOL), fiziksel fonksiyonalite ve vücut kompozisyonu üzerine etkilerini belirleme amaçlıdır.
METODLAR : Cerrahi müdahaleden 4 – 12 hafta sonrası dilimde ve evre I-III tanısındaki adjuvan kemoterapi alan kadınlar 6 aylık yapılandırılmış bir egzersiz programı ilave edilmiş ve edilmemiş iki kollu onkolojik gözetime alınmışlardır. Meme kanseri - Kanser terapisi Fonksiyonel Değerlendirme (FACT-B) ve Kısa Form İnceleme (SF-36), kilo, bel çevresi, bel-kalça oranı, vücut yağ yüzdesi, tepe oksijen değeri, dayanıklılık ve bulundukları grubun mevcudu dayanaklarında 3 aylık aralıklarla 12 ay süresince gerçekleştirilmiştir. Tek Yönlü Sapma Analizi (ANOVA) herbiri için 3, 6 ve 12 ay bitimleri alt çizgisinde oluşturulmuştur. Wilcoxon Rank-Toplam Non-parametrik testi her izleme takibinde değişen sayılarla birincil ve ikincil bitim noktalarına uygulanmış ve p-değeri < 0.05 istatistik belirleyici kabul edilmiştir.
SONUÇLAR : Grupta bulunan 62 kadının 51’ i 12 aylık süreyi tamamlamıştır. 1 hasta metastaz nedeniyle, 4 hafta egzersiz grubundan, 6 hasta da standart gruptan kendi istekleri ile çekilmişlerdir. Ortalama yaş 48 (24-75) dir. FACT-B ve SF-36 değerlendirmelerinde egzersiz grubunda gelişim trendi gözlenmiş ve 3 ay sonunda FACT-B sosyal sıhhat p=0.0164 değeri ile belirginlik kazanmıştır. FACT-B ve SF-36 değerlendirmelerindeki diğer sonuçlarda egzersiz grubu ile standard onkolojik gözetim arasında belirgin bir fark gözlenmemiştir. 6 ay sonrasında ise kilo (p=0.0192), vücut yağ yüzdesi (p=0.0337), maks. kuvvet (p=0.0029) ve bel çapı (p=0.0359) oranları, 12 ay sonrasında ise kilo (p=0.0293), vücut yağ yüzdesi (p=0.0481), maks. kuvvet (p=0.0097) ve dayanıklılık (p=0.0037) oranları ile egzersiz grubunda standart tedavi grubuna göre gelişim gözlenmiştir.
KARARLAR : Bu randomize olasılıklı çalışma, egzersiz programının kemoterapi sürecinde yararlı olduğunu önermektedir. Egzersiz programı bitimini takip eden 6 ay sonrasında bile fiziksel fonksiyonelite, vücut kompozisyonu, güç ve dayanıklılıkta gelişim devam etmiş, hayat kalitesinde (QOL) bir azalma gözlenmemiştir. Düzenli ve orta şiddette bir egzersiz programı adjuvan kemoterapi sürecinde tüm fonksiyonların gelişim göstermesinde önemli bir rol oynayabilmektedir ve daha büyük gruplar ile randomize denemelere devam edilmelidir.
CERRAHi MÜDAHALE ÖNCESi YEŞiL ÇAY KAPSÜLÜ DESTEĞi
AMERICAN ASSOCIATION FOR CANCER RESEARCH
UT MEDICINE CTRC HEALTH SCIENCE CENTER SAN ANTONIO
BAYLOR COLLEGE OF MEDICINE
SAN ANTONIO MEME KANSERi SEMPOZYUMU
ARALIK 4 – 8, 2012
SAN ANTONIO TEKSAS ABD
ÖZETLER
Sayfa 189 - Aralık 15, 2012
P1-09-06
Yeşil Çay Kapsülü Desteğinin Cerrahi Müdahale Öncesi Meme Kanseri Hastaları Üzerindeki Biyolojik Etkisi
Yu S, Spicer D, Hawes D, Wu A. University of Southern California, Los Angeles, CA
Yeşil çay, ana epikateşinler denilen epigallokateşin, epikateşin gallat ve epigallokateşin gallat (EGCG) gibi antioksidan polifenoller açısından zengindir. Gözlemsel epidemiyolojik çalışmalar düzenli yeşil çay kullanıcılarının daha az meme kanseri riski taşıdığını önerici kanıtlar sunmuşlardır. Biyoaktif özlerinin hücre çoğalması ve anjiogenezi (kılcal damar oluşumu) durdurucu etkisi ile apoptozu (programlanmış hücre ölümü) destekleyici mekanizmaları yeşil çayın anti-kanser etkilerini açıklama önerileridir.
Los Angeles (County) Üniversitesi Güney Kaliforniya Tıp Merkezi olarak meme kanseri tanısı konulmuş kadınlarda cerrahi-öncesi yeşil çay kapsülü kullanımı ile ilgili bir pilot çalışma yürütmüş bulunmaktayız. Başlangıç olarak her iki çalışma kolunu oluşturan kadınlar yeşil çay içmeyenler (tanı sürecine kadar haftada bir fincandan az kullanmış olanlar) arasından seçilmiştir. Yeşil çay kolunu oluşturan kadınlar (n=17) tanı tarihinden programlanan cerrahi müdahale tarihine kadar günlük 3 adet yeşil çay kapsülü kullanmışlardır (Pro Health Green Tea Mega EGCG – 3 kapsül toplamı 870 mg EGCG = 8 fincan yeşil çay). Ortalama yeşil çay kullanım süresi 35 gündür. Kontrol gurubunu oluşturan kadınlar ise yeşil çay kullanmamışlardır.
Yeşil çay ve kontrol grubunu oluşturan katılımcılardan başlangıç ve cerrahi müdahale öncesinde kan ve idrar örnekleri alınmış ve üriner çay kateşin seviyeleri bir uyum ölçüsü olarak test edilmiştir. Başlangıç üriner çay kateşin seviyeleri her iki gurup için de düşük çıkmıştır fakat kontrol gurubundaki kadınlarda kateşin konsantrasyonu düşük kalmaya devam ederken yeşil çay kapsülü kullanan gurupta belirgin bir artış (değişik kateşinler için 2 ile 10 kat arasında) gözlenmiş ve cerrahi müdahale öncesi bu iki guruba ait üriner yeşil çay seviyelerinin belirgin farklılıkta olduğu açıklanmıştır.
Yürütülen çalışmada standart immunohistokimyasal yöntem; formalinle fikse edilmiş, parafine gömülmüş analiz ile; hücre çoğalması (Ki67), apoptoz (BAX) ve anjiogenez (CD34) belirleyicileri incelenmiştir. Ayrı bir analiz ile benign (iyi huylu) ve malign (kötü huylu) meme kanseri dokuları da incelenmiştir. Bu üç biyo-gösterge arasındaki tedavi öncesi ve tedavi sonrası değişimler her iki gurup için de açıklanacaktır. Araştırma WHH Foundation tarafından desteklenmiştir.
2012 SENESiNDE MEME KANSERi HAKKINDA AÇIKLANAN BAZI BAŞLIKLARDAN...
2012 SENESiNDE MEME KANSERi HAKKINDA AÇIKLANAN BAZI BAŞLIKLARDAN...
The Huffington Post by Amanda L. Chan
1. EGZERSiZ MEME KANSERi RiSKiNi AZALTIR (Araştırma : Chapel Hill, North Carolina University – Haber : Cancer Journal)
2. POST-MENOPOZ KADINLARDA TiP 2 DiYABET MEME KANSERi RiSKiNi ARTTIRIR (Araştırma : International Prevention Research Institute, Fransa – Haber : The Telegraph))
3. KiLO FAZLALIĞI VE OBEZiTE MEME KANSERi TEKRAR RiSKiNi ARTTIRIR (Araştırma : Montefiore Einstein Center for Cancer Care – Haber : NBC News, Cancer Journal)
4. GECE VARDiYASINDA ÇALIŞMAK MEME KANSERi RiSKiNi YÜKSELTiR (Araştırmalar : Occupational and Environmental Medicine, International Agency for Cancer Research – Haberler : Toronto Sun, International Journal of Cancer)
5. POST-MENEPOZ KADINLARDA UYKU AZLIĞI (6 SAATTEN AZ) MEME KANSERi RiSKiNi YÜKSELTiR (Araştırma : Breast Cancer Research and Treatment – Haber : The Huffington Post)
6. HUBUBAT, TOPRAKALTI SEBZELER, SAKATAT ÜRÜNLERi VE KABUKLU DENiZ ÜRÜNLERiNDE BULUNAN KADMiYUM MEME KANSERi RiSKiNi YÜKSELTiR (Araştırma : Cancer Research Journal – Haber : The Huffington Post)
MELATONiN VE KANSER
MELATONiN VE KANSER
Genellikle “ Uyku Hormonu” olarak adlandırılan melatonin gerçekte bundan çok daha fazlasının adreslenebileceği ve kanser tedavisine destek olabilecek bir hormondur.
Epifiz bezi tarafından salgılanan doğal bir hormon olan melatonin vücudun çeşitli fonksiyonları ve bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir role sahiptir.
Melatonin, görevi kanser hücrelerini ve patojenleri (1) yoketmek olan doğal öldürücü hücreler (Natural Killer Cells – NKC) ile bağışıklık sisteminin diğer üyelerinden olan T-helper hücreleri, limfositler, makrofajlar ve monositlerin (1) uyarılarak teşvik edilmelerini sağlar. Bu sayılanların tamamının ise kansersiz bir yaşam ve sağlam bir bağışıklık sistemi için önemi çok büyüktür.
Kanserle savaşta multimodal (çok-modlu) bir yaklaşım gerekmekte olup kanser tedavisine farklı açılardan bakmak önemlidir. Uygun miktarda melatonin birçok mekanizmayı faaliyete geçirerek kanser gelişimini durdurabilmeye yardımcı olabilmektedir. Tümör kan damarlarının gelişimini (2) "anjiogenez" ve tümör büyümesini (2) önleyici özellikleri dışında apoptoz (3) adı verilen kanser hücresini intihara sürükleyen prosesi de tetikleyebilmektedir.
Sekiz değişik klinik çalışma sonrasındaki araştırma sonuçlarına göre standart tedaviye ek olarak kullanılan melatonin desteğinin ilk bir yıl süresince sağ kalım oranlarını % 45’ e kadar etkileyebildiği gözlenmiştir. Total yada kısmi gerileme üzerindeki etkisi de % 50 ye ulaşabilmektedir 4. Uzmanlar bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu söylemektedirler fakat yinede eldeki veriler belirtmeye değerdir. İtalyan araştırmacı P. Lissoni ise faz-II denemelerinde çok daha etkileyici sonuçlara ulaşmıştır.(*)
Kemoterapi ve radyasyon tedavisi hastalara birçok yan-etkiyi tanıştırmaktadır. Özellikle kemoterapi dayanıklılığı sorgulayan en katı terapilerden biri olup bazı hastaların vaktinden önce tedaviyi bitirmelerine bile sebep olmaktadır.
Araştırmalar melatoninin kemoterapinin verimini destekleyici ve aşağıda belirtilen yan etkileri yatıştırıcı özelliklerini de göstermiştir;
* Düşük trombosit sayımı 4,5,6
* Nörotoksik etki (sinir hasarı) 4,5
* Halsizlik, yorgunluk 4
* Kuvvetsizlik 5,6
* Kardiyotoksik etki (kalp hasarı),5
* Stomatit (Ağız mukozası iltihabı),5
* Bulantı 6
* Düşük beyaz kan hücresi sayımı 6
* Kusma 6
* Kaşeksi (Belirgin kilo kaybı ve kas tahribatı) 7
Kanser tedaviniz süresince doğal salgılanan ve uyku-uyanıklılık döngüsünün bir parçası olan kendi melatonin hormonunuza destek kapsülü takviyesi almak istediğinizde öncelikle doktorunuzun görüşünü almanız gerekmektedir. Uykunuza çok daha fazla özen göstermeniz ise size büyük bir katkı sağlayacaktır.
Doğal bir takviye olarak ise yüksek oranda melatonin içeren vişne (prunus cerasus) tüketiminin önemi ve vişnedeki melatoninin insan metabolizması tarafından kabul gördüğü “European Journal of Nutrition” da açıklanmıştır.(**) Uluslararası araştırmacılar günde iki bardak vişne suyu konsantresi içen katılımcılarda % 6 uyku verimi artışı ve ortalama 39 dakika uyku uzunluğu raporlamışlardır. Her bir bardakta yaklaşık 90-100 vişne tanesinde bulunana eşdeğer melatonin içeren 30 ml % 100 vişne suyu, sulandırılarak uykudan önce ve sonrasında 7 gün boyunca 20 kişilik test grubuna verilmiş ve sonuçlara ulaşılmıştır.
Sağlık ve Zindelik Dileklerimizle...
Kullanılan Referanslar:
1. Int J Exp Pathol. 2006 April; 87(2): 81–87.
2. J Pineal Res. 2012 Jul 17 (doi: 10.1111/j.1600-079X.2012.01030.x.). [nk2]
3. J Pineal Res. 2006 Sep;41(2):130-5.
4. Cancer Chemother Pharmacol. 2012 May;69(5):1213-20.
5. Eur J Cancer. 1999 Nov;35(12):1688-92.
6. Integr Cancer Ther. 2012 Dec;11(4):293-303.
7. J Pineal Res. 1997 Aug;23(1):15-9.
*. British Journal of Cancer, 1995-71, 854-856, Modulation of cancer endocrine therapy by melatonin.
**. “Effect of tart cherry juice (Prunus cerasus) on melatonin levels and enhanced sleep quality.” European Journal of Nutrition. 2011 Oct 30. Howatson G, Bell PG, Tallent J, Middleton B, McHugh MP, Ellis J.
SAĞLIKLI TARiFLER - ATIŞTIRMALIK ELMA ÇITIRLARI
Atıştırmalık Elma Çıtırları
Elma ile tarçının sağlık ve lezzetinin balın tadıyla birleşimi için gerekenler;
* 2 büyük elma (çekirdek kısmı oyularak çıkartılmış)
* Bal
* 1 çay kaşığı tarçın
Fırınınızı 95-100⁰C ye kadar ısıtın. Fırın tepsisi üzerine yağlı kağıt yerleştirerek üzerine sprey şeklinde hafifçe zeytinyağı sıkın. Yaklaşık 3mm kalınlıkta dilimlenmiş elmaları folyo üzerine yerleştirin ve üzerlerine bal ve tarçın serpiştirin. 2 saat süre ile elmalar çıtırlaşana kadar pişirin. Afiyet olsun
RADYASYON TEDAViSi SIRASINDA DERiN NEFESiN ÖNEMi
Özellikle sol taraftan radyasyon tedavisi alan hanımların derin nefes alarak minimum 10 saniye tutmaları tedavi anında kalbin radyasyondan etkilenmesini büyük ölçüde engeller.
Resimde; tedavi sonrasında kalp hastalıkları ve kalp krizi için büyük risk faktörü oluşturan kalbe radyasyon yönlenmesinin derin nefes tekniği ile nasıl aşıldığı görütülenmiştir. Bazı merkezler bu nefes tekniğinin tutarlılığını kontrol eden sofistike sistemler kullanmaktadırlar.
Lütfen Unutmayalım...
SAĞLIKLI TARiFLER - ENERJi BARI
Lezzetli ve besleyici, doğal şeker ve proteini ile enerjinizi yükseltecek, yeterli lif ve tatlılığı ile açlığınızı giderecek bir enerji barı...
Eşit miktarlarda (örneğin 1’ er fincan) badem, hurma ve kuru üzüm blenderdan geçirilir, tepsi içerisinde preslenir ve 5x5 cm lik karelere kesilir...
Mumlu kağıtlara sarılarak taşınır ve keyfi sürülür ...
SAĞLIKLI TARiFLER - ÇiĞ ÇiKOLATALI KEK
ÇiĞ ÇiKOLATALI KEK !
Hergün daha sağlıklı olmak ve sizlerin kulübe katılımını sağlamak ilk hedefimiz olduğu halde çevremizi sarmalayan cezbedici şeker içeren ürünler sayesinde işimiz biraz zor olabiliyor:) Bununla birlikte sağlıklı olmak tatlı yiyeceklere veda etmeniz anlamına da gelmiyor! İşte size dayanamayacağınız (aslında dayanmanızda gerekmeyen) güzellikte bir “Raw Chocolate Cake” ...
Bütün İhtiyacınız (tercihen organik):
1 ½ fincan ceviz
1 ½ fincan fındık
1 ½ fincan hurma
1 ½ fincan kuru üzüm
2 çay kaşığı saf vanilya özütü
6 sofra kaşığı çiğden çekilmiş kakao tozu veya büyük aktarlarda bulunan 1. kalite bitter kakao tozu
Yöntem:
İlkönce ceviz ve fındıkları mutfak robotunda ufak topaklar haline gelinceye kadar parçalayıp daha sonra kalanların tamamını üzerine ilave edip bir hamur topu elde edene kadar karıştırmaya devam ediyorsunuz. Sonrası ise sadece biraz kreatif olup karışımı uygun kalıplara bastırmak ve buzluğa atmak ...
Bulamadığınız ürünler olursa lütfen yorum yazın, araştıralım.. Keyifli Kekler
SAĞLIKLI TARiFLER - DETOKS SALATASI
En lezzetli detoks salatalarından bir tanesi; vücudunuzda biriken toksinlerin atılması ve enerjinizi geri kazanmanız için önerimiz:
1 küçük deste brokoli, çiğ yada çok kısa süre kaynar suya atılmış (brokolinin vücut detoks sistemi üzerinde güçlü ve pozitif bir etkisi bulunmaktadır).
1 greyfurt, soyulmuş ve dilimlenmiş (greyfurt yüksek lif içerir ve bulunabilen en besleyici yiyeceklerdendir).
1 nar, ayıklanmış (nar bir detoks diyetini besleyen antioksidanları içeren ve bağışıklık sistemini destekleyen en sağlıklı meyvelerdendir).
¼ fincan ince dilimlenmiş rezene (antioksidan ve antienflamatuar özellikleri bulunan bir fitokimyasal olan anetol içerir ve bir hafif diüretiktir).
1 avokado, dilimlenmiş (avokado B6, C ve E vitaminleri, lif, potasyum, magnezyum ve folat deposudur).
¼ fincan kıyılmış ceviz yada çam fıstığı.
Saf zeytinyağı (kimyasal özelliklerinden dolayı biyolojik ve terapi etkisi ile vücut fonksiyonları için yararlıdır).
Tüm ürünleri karıştırın ve keyfini çıkartın...
Detoks salatası için önemli bir hatırlatma !! Eğer kemoterapi sürecinde iseniz greyfurt kemoterapi ilaçları ile etkileşime girdiği için salatada kullanılmamalıdır ancak aynı aileden limon veya portakal tüketiminde herhangi bir kısıtlama bulunmamaktadır.
SAĞLIKLI TARiFLER - AMERICAN CANCER SOCIETY' DEN BAKLAVA
American Cancer Society (ACS) Cookbook' dan BAKLAVA tarifi
Antep fıstıkları bir baklavanın vazgeçilmezleridir. Light versiyon baklava tarifimiz yağsız ve şekersiz olduğu halde baklavanın full fıstık aromalı tadını vermektedir. American Cancer Society Yemek Kitabından ...
Ana İçerik;
¾ fincan kıyılmış fındık
¼ fincan kıyılmış antep fıstığı
¼ fincan susam
1/8 fincan bal
1- ¼ çay kaşığı limon suyu
1- ¼ çay kaşığı tarçın
3 tabaka yufka hamuru
Meyve İçeriği;
¼ fincan portakal suyu
¼ fincan elma suyu
¼ fincan bal
2 küçük elma (çekirdeği çıkartılmış ve dilimlenmiş)
Süsleme için pudra şekeri ve tarçın (opsiyonel)
Yapılışı;
* Fırınınızı 200⁰C de ısıtın.
* Fındık, fıstık, susam, bal, limonsuyu ve tarçını bir kasede karıştırın.
* Yufkayı keskin bir bıçak ile 10x10cm ebatlarında dilimleyin ve iki kat oluşturacak şekilde üst üste koyun.
* 1 çay kaşığı karışımı yufka hamurunun tam ortasına dökün ve hamurun kenarlarını tam üst ortada birleştirerek yufkayı kapatın.
* Kurabiye tepsisine yerleştirerek 10 dakika süre ile altın rengi alıncaya kadar pişirin.
Meyve Sosu;
* Meyve suları, bal ve elmaları bir kaba koyarak elmalar hafif yumaşayıncaya kadar (5 – 10 dakika) pişirin.
* Pişmiş olan baklava dilimlerinin üzerine sıcak olarak dökün ve hemen servis edin.
Afiyet Olsun
SAĞLIKLI TARiFLER - PATLICAN PiZZASI
EĞER CANINIZ ÇOK PiZZA ÇEKERSE... PATLICAN PiZZASINI DENEYEBiLiRSiNiZ
Domates Sosu için:
* 1 domates
* 2 diş sarımsak
* 1 tutam kekik
* 1-2 çay kaşığı zeytinyağı
* Tat için gerekirse en fazla ½ çay kaşığı tuz ve şeker.
Domates ve sarımsakları küçük parçalar halinde doğrayınız. Sarımsak ve zeytinyağını kısık ateş üzerinde kızartma tavasına yerleştiriniz. 2 dakika sonra kekik ve domatesleri ilave ediniz. 10 dakika pişirdikten sonra “gerekirse” şeker ve/veya tuz ilave ediniz. Şeker ilave ettiyseniz ağır ateşte 5 dakika daha pişiriniz. Sonrasında birkaç dakika mikser ile karıştırarak sosu hazır edebilirsiniz.
Patlıcan Pizza için:
* 1 patlıcan
* domates sosu
* 4 dilim kadar mozzarella peyniri
* birkaç yaprak nane
Patlıcanı ikiye bölünüz ve daha güzel bir tat için limon suyu spreyi yapınız. Domates sosunu patlıcanların üzerine yayınız. 200 ⁰C de önceden ısıtılmış fırında patlıcanları ortalama 50 dakika süre ile pişiriniz. Patlıcanlar hazır olduğunda mozzarella ve naneleri üzerine yerleştirerek 5 dakika daha fırına sürünüz.
Afiyet Olsun
12 Haziran 2013 Çarşamba
BESLENMEDE GLUTENi NEDEN TERCiH ETMiYORUZ ?
Beslenmede Gluteni Neden Tercih Etmiyoruz ?
Milyonlarca yıllık insan evrimi düşünüldüğünde tarıma geçişin başlangıcı olarak tahmin edilen 10.000 yıl öncesinden günümüze kadar olan süreç metabolik olarak tahıllara adapte olmamıza yeterli bir süre değildir. Gerçekte ise dünyanın bazı bölgelerinde sadece birkaç yüzyıldır tahıllara dayalı beslenmeye geçilmiştir. Teknolojik gelişmelerin bize sağladığı rahatlıklar sayesinde ise beslenme şeklimiz bu 10.000 yıl içerisindeki son 50 yıl çok fazla değişime uğramış ve sonucunda vücudumuzun sadece bir yüzyıl öncesine göre bile yeni birçok hastalık ile karşı karşıya kalmıştır.
Tahıllar aslında tarımın gelişimine kadar doğal halde yenmesi zor olduğundan insanlar tarafından tüketilmemiştir. Çok uzun süreler boyunca stoklanabilir olmalarının farkedilmesi ile meyve ve sebze üreterek yemekten daha fazla efor gerektirdiği halde tahıl üretimine geçmek uygun bulunmuştur. Günümüzde de tahıl bazlı yiyecekler kolay ve masrafsız olarak büyük miktarlarda üretilebilmeleri, uzun raf ömürleri gibi benzer avantajları sunmakta ve opioid (afyona benzer) bağımlılık duygusu ile metabolizmada yanlış bir konfor hissi uyandırmaları ile de büyük yiyecek üreticilerinin para kazanma düşlerini süslemektedir. Bazı insanların ekmek, makarna, simit, vb. yemeden doyduğunu hissetmemelerinin nedeni sadece bu bağımlılığın etkisidir ve sonucunda ortaya çıkan tablo ise teknolojik avantajların sonuna kadar kullanıldığı bir tahıl bazlı işlenmiş gıda sektörü olmuştur.
Ekmek, makarna ve kahvaltılık gevrekler gibi popüler yiyecekler modern beslenme tarzının ana unsurlarıdır. Fakat değişik beslenme stillerinde tavsiye edildikleri halde tahıllar pekçok ciddi hastalığın da köklerini oluştururlar. Birçok tahıl bazlı işlenmiş ürün yüksek miktarlarda şeker ve rafine karbonhidrat içermekte, aynı zamanda tarımsal katkı ve toksinlerin izlerini taşımaktadır. Aslında pekçoğumuzun metabolizması tahıl sindirmek için tam uygun olmasada bağımlılık yaratması sayesinde bu ürünlere tüm öğünlerimizde yer vermemiz kolay, duygu ve mantık çerçevesinde hayatımızdan çıkartmamız zor olmaktadır.
Tahıllardan gelen problemlerin çoğu gluten adı verilen bir protein üzerine odaklanmaktadır. Gluten, tahılın yaşaması ve büyümesi için gerekli besinlerin depolanmasını sağlayan proteindir ve ingilizce “glue – yapıştırıcı, birleştirici” sözcüğünden türemiştir. Başlıca, buğday, ufak taneli spelt buğdayı, kamut buğdayı, çavdar, arpa, yulaf ve tritikale adı verilen buğday/çavdar melezinde bulunan gluten, yiyecek üreticileri için ise yüksek fırınlama (fırında pişirme, kabartma) karakteristiğinden dolayı önemlidir ve çiftçiler ürünlerinin daha fazla gluten içermesi için teşvik edilmektedir. Bunun sonucu olarak kullanılan kimyasallar ve tarımsal metodlar ise sadece daha sağlıksız ve daha besinsiz bir üretim sonucu metabolizmamızın zayıflamasına yol açmaktadırlar.
Sağlıklı bir insanda bile herzaman hücreler mutasyona uğrayıp bir kanser hücresine dönüşme riskini taşırlar fakat bu süreç kuvvetli bir bağışıklık sistemi ile regüle edilir ve oluşan bu hücreler farkedilip yokedilir. Bağışıklık sisteminden ödün verildiğinde veya sistem bloke olduğunda ise hastalanma ihtimali oldukça yükselir. Gluten, ekzorfin (dış morfin) adı verilen opioid bağımlılık yaratıcı bir peptid içerir ve bağışıklık sisteminde benzer bir duruma yol açar. Bu peptidler doğal yokedici hücreler (Natural Killer Cells) olarak adlandırılan bağışıklık sistemi hücrelerinin anormal hücreleri farketmesini ve yoketmesini engeller. Ekzorfinler aynı zamanda kanser hücrelerinin büyümesini destekleyici etkisi olan insülin üretimini de arttırırlar. Peptidler, sindirilmesi zor bir protein olan glutenin aminoasitlere parçalanamaması sonucu oluşan aminoasit zincirleridir ve kan akışı içinde vücut metabolizması tarafından kullanılamadan dolaşırlar. Bu serbest dolaşım bağışıklık sistemi tarafından algılanır ve antikorlar üretilerek peptidlere saldırı düzenlenir. Bağışıklık sistemininin sürekli antikor üreterek gluten ile meşgul olması sistemi anormal hücre ve hastalıkları teşhis ve saldırı için yeterli enerji ve zamandan yoksun bırakır; daha da kötüsü peptidlerin vücut dokularına çok benzer yapıda olması antikorları şaşırtıp kendi organlarına saldırtarak çeşitli hastalıklar başlatabilir.
Gluten kesinlikle kanser dahil çeşitli hastalıkların oluşumunun tek nedeni değildir, yinede bir glutensiz beslenme diyetinin gösterdiği dramatik gelişmeler pekçok hasta tarafından raporlanmıştır. Birçok medikal profesyonel ise bu konuya daha farklı yaklaşıp glutensiz beslenmenin bazı hastalarının ihtiyacı olan besinleri sağlayamayacağı konusunu gündeme getirmektedir. Bu nedenle glutensiz bir diyet uygulamak isteyen hastaların doktor yada diyetisyenleri ile işbirliği içerisinde davranarak glutensiz B vitamini takviyesi ve glutensiz lif içeren gıdalar olan pirinç, mısır, soya, patates, tapyoka, fasulye, kinoa, darı, karabuğday, keten tohumu ile kabuklu yemişler (fırınlanmış yada tuzlanmış olmaması şartı ile) ve horozibiği familyası hakkında bilgi edinmeleri, bu arada da meyve ve sebzeye ağırlık vermeleri uygun bir plandır.
Hayatlarından gluteni çıkartmak isteyen kişilerin yaptığı hataların en büyüğü ise daha önceden yemeğe alıştıkları işlenmiş ve paketlenmiş gıdaların glutensiz ibareli formlarını tüketmektir. Kendilerine iyilik yaptıklarını düşünseler de aynı şeker ve rafine karbonhidrat miktarını içeren gıdalar hastalıklara yeniden birer davetiye olmaktadır. Unutulmaması gereken nokta şudur; sağlıklı gıdalar hiçbirzaman üretilmiş, paketlenmiş ve içerik listesi konulmuş bir şekilde bizlere ulaşmaz; naturel formlarında ve bir bütün halinde olurlar.
Sağlık ve zindelik dileklerimizle...
YiYECEK VE iÇECEKLERDEKi GiZLi ŞEKERE DiKKAT !
YiYECEK VE iÇECEKLERDEKi GiZLi ŞEKERE DiKKAT !
Meyve ve bazı sebzeler (örn.; mısır, pancar, patates) gibi doğal şeker içeren besinler dışında günlük şeker alımımızın yaklaşık %50 si işlenmiş gıdalardan gelmekte ve bu ürünlerin tadının şekerli hissedilmemesi şekerden kaçınmayı zorlaştırmaktadır.
Şeker; ketçap, domates sosu, salata sosları, ekmek, aromalı yoğurlar, barbekü sosu, kurutulmuş et, karkerler, çorbalar ve hemen hemen tüm işlenmiş gıdalarda bulunmaktadır. Gıda endüstrisi şeker ve yüksek fruktozlu mısır şurubunu kahverengi sağlayıcı, kıvam arttırıcı, kabartıcı ve tatlandırıcı olarak kullanmaktadır. Sağlığa zararlarından dolayı bazı ürünlerde yüksek fruktozlu mısır şurubu (HFCS) kullanımından vazgeçilsede gerçekte HFCS ve şeker miktar yükseldikçe eşit oranlarda toksiktir.
Şeker 2 molekülden oluşmaktadır; fruktoz ve glikoz. Fruktoz fazlası karaciğer tarafından yağ olarak depolanmakta, glikoz fazlası ise kan şekerinde ani bir yükselme oluşturarak vücudumuzun bir yağ depolayıcı hormon olan insülini gizlice üretmesine neden olmaktadır.
Problemin bileşiklerini arttıran ise her iki maddenin de daha fazla şeker ve daha fazla yemek isteği yaratmasıdır ki bu birçok kişinin diyet yaparken vazgeçip bıraktığı noktadır. Fakat şeker ile savaşmak çok zor diye düşünülse de bu doğru değildir ve alttaki bir kaç basit yöntem işe yaramaktadır;
* Şekeri içmeyin (şekerli içeceklerden uzak durun)
* Doğal şekere odaklanın (birçok meyve, hurma ...)
* Tatlı tatlı terleyin (egzersiz ve fiziksel aktivite vücudun içindeki şekeri metabolizmada kullanır)
* Canınız çok şeker çektiğinde bal ve pekmezi deneyin (tabiki doğal ve saf olanlarını)
* Bir hazır yiyeceği etiketini okumadan mideye indirmeyin
Ve son olarak TATLI olan / OLMAYAN ve şekersiz olduğunu düşündüğünüz bazı ürünlerdeki gizli şeker miktarlarını ekteki resimde bulabilirsiniz.
Zindelikler Dileriz...
HEXAGONAL SU, KLOR VE DUŞLARDAKi GiZLi KANSEROJENLER
HEXAGONAL SU, KLOR VE DUŞLARDAKi GiZLi KANSEROJENLER
İçme suyumuzun kalitesi sağlık derecemizin ana belirleyicilerinden biridir. Patojen ve kirleticilerin dışında şehir şebekemize rutin olarak ilave edilen kimyasalların verdiği zararlar ve bu dezenfektanların vücudumuzdaki yararlı bakterilere vurduğu darbelerin önemi ise yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Bu belki neden içme suyumuz için çeşitli filtreler kullanmaya başladğımızı açıklasa da bu suyun duş sırasında vurduğu cildimiz ve sonuçları hakında ise hala hemen hemen hiçbirşey bilmemekteyiz.
Hergün toksinlerle banyo yapıyoruz... ciğerlerimize, sinüsümüze zarar veriyoruz... allerjilerimizi azdırıyoruz... cildimizi kötüleştiriyoruz... ama en korkuncu... kanser riskimizi arttırıyoruz... Nasılmı?
Çünkü 10 - 15 dakikalık bir duş süresince cildimiz tam 8 bardak (yaklaşık 2 litre) su içmiş kadar klor absorbe eder!
Yaklaşık 100 yıldır şebeke suyumuza klor eklenmektedir. Kokusu ve tadı hissedilmesede klor herzaman vardır ve klorinasyondan oluşan yan ürünler bilinen en potansiyel kanserojenlerdendir. Böbrek kanseri dışında Harvard Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmalarda klorlu suyun tüm ABD deki mesane kanserlerinin % 9 undan, rektum kanserlerinin ise % 15 inden direkt sorumlu olduğu bulunmuştur. Klor vücuttaki proteini parçalar, bir dezenfektan / ağartıcı olarak saçlarınıza darbe vurur ve altta belirtilen rahatsızlıklarda durumu kötüleştirir;
* Astım
* Sinüzit / Sinüs Durumları
* Allerji
* Deri Döküntüleri
* Amfizem
Sıcak bir duş alırken açılan deri gözenekleri vücudu bir süngere çevirir ve buharının solunması dışında klorun deri gözeneklerinden direkt kana karışma süresi içilerek alınan klordan tam 6 kat daha hızlı olabilir. Bu hız çok kısa sürede kendisini size gözlerinizde, ciğerlerinizde ve gırtlağınızda hissettirse de en büyük problemler uzun dönemde oluşanlardır;
* Çabuk Yaşlandıran Aşırı Serbest Radikal Formasyonu
* Kanser Oluşumuna Yol Açan Genetik Mutasyon Artış Olasılığı
* Kolesterol ve Sertleşmiş Damarlar
* Karaciğer İşlev Bozukluğu
* Bağışıklık Sisteminde Zayıflama
* Kılcal Damarlarda Arteriosklerotik Değişimler
Klor suda bulunan organik maddelerle reaksiyona girdiğinde ise trihalometan (THM) olarak adlandırılan toksik yan ürünler oluşmaktadır. Kısaca bir göz atarsak bu ürünler şunlardır;
* Kloroform: Bu güçlü yan ürün yaşlanma sürecini, hücre mutasyonunu ve kolesterol oksidasyonunu hızlandırır. Bir zamanlar anestezik olarak kullanılsa da 1976 senesinde FDA tarafından kanserojen etkisi nedeni ile yasaklanmıştır.
* Dikloro Asedik Asit: Kolesterol metabolizmasında değişiklik yapar. Laboratuvar çalışmalarında hayvanlarda karaciğer kanserine yol açtığı tesbit edilmiştir.
* MX Klorinate Asit: Kansere yol açan genetik mutasyonlardan sorumludur ve test edilen her klorlu suda bulunduğu EPA (Çevresel Koruma Kurumu) tarafından açıklanmıştır.
* Di-Tri Kloraminler: Dezenfektan olarak kloramin eklendiği zaman oluşmaktadır ve yüksek toksik etkisi bulunmaktadır.
THM ler ile ayrıca hamile kalma olasılığının azalması, spontane düşük, doğum kusurları ve düşük doğum ağırlığı arasında bağlantılar bulunmuş ve açıklanmıştır. Bir antimikrobiyal olan klor ve yararlı bağırsak florasına zararlı etkileri ise son zamanlardaki birçok araştırmalara konu olmuştur.
Hexagonal yapılandırılmış olan su hücrelerimize sadece doğanın bizim için iyi olduğunu belirlemiş oduğu elementleri taşır ve su yapılandıktan sonra suyun içinde bulunan herşey değişik şekillerde yapılanmış olur. Bu yapılanma toksinlerin suyun iç molekülü içerisine çekilmesi ve vücudumuzdan absorbe edilmeden zararsızca geçmesi şeklinde yada gaz formuna geçirilerek buharlaşması şeklinde olabilir.
Yapılanmış su H3O+1, OH-1, NH4+1, NO3-1, Cl-1, ClO-1 iyonları için daha fazla çözünür olacağından dolayı, hidrojen ve hidroksil iyonları klor ile reaksiyona girerek Cl ve CIO4-1 iyonlarını, nitrojen ile NH4+1 ve NO3-1ü ve oksijen ile de daha fazla hidrojen ve hidroksili oluştururlar. Çözünen CO2 ise hidrojen iyonları ile reaksiyona girerek karboksilik asit (HCOO-1) oluşturur.
Sonuç olarak, suyun içinde bulunan klor yapılandığında sudan daha hafif fakat havadan daha ağır olan klor gazı ortaya çıkar. Duş yaparken havada kısa bir süre asılı kalan ve suyu terkederek gaz formuna dönüşmüş olan bu iyon duş ortamında sağlanacak bir hava sirkülasyonu ile de çok çabuk uzaklaştırılabilir.
Duş alma sürecinde suyu yapılandıran, kanserden korunmaya ve sağlıklı kalmamıza yardımcı olan ürünlerin en üst sıralarında “Grander Flexi” gelmektedir. Duş başlığına kolayca monte edilebilen bu ürün hakkında detay, fiyat, kullanım ve montaj bilgisi ise, bize mesaj/mail atılarak (bilgi@pembeyevehayata.com yada pembeyevehayata@gmail.com) alınabilir.
Kanıtlar Açık, Risk Yüksek, Tavsiye Bellidir; ”Lütfen Vücudunuzu Klorlamayı Hemen Bırakınız”...
ADJUVAN TEDAVi SONRASI HEXAGONAL SU iLE DETOKS METODLARI
KANSERDE ADJUVAN TEDAVi SONRASI HEXAGONAL SU iLE DETOKS METODLARI
Kemoterapi tedavileri kanser hücrelerine hızlı, barbarca ve patlatıcı saldırı etkisi için tasarlanmıştır. Bu agresif savaşın getirdiği problemlerden biri vücudumuzun hassas dengesinin bozularak bulantı ve diyare gibi yan etkilerin ortaya çıkması ve uzayan sürecin ölümcül olabilecek bir dehidrasyona (susuz kalma) yol açabilmesidir. Öncelikle kemoterapi sürecindeki bir hastadaki tüm sıvı kayıpları kontrol edilmeli ve dehidrasyondan korunma önlemleri alınmalıdır.
Kemoterapi ve radyoterapi süreci boyunca vücutta birçok atık madde birikmektedir. Toksin fazlalığı ise başağrısı, yorgunluk, hafıza zayıflaması, kas ağrıları, nefes problemleri, zayıf bağışıklık sistemi ve mide şişkinliğine sebep olmaktadır. Güçlü kemoterapi ilaçlarının yüklediği toksinlere radyoterapinin sağlıklı hücrelere de zarar vererek toksini arttırması ve eriyip ölen kanser hücrelerinin de toksine dönüşmeside eklendiği zaman vücut aşırı yüklenme seviyesine çıkmaktadır. Sonuç olarak kanser hastaları, eğer daha zinde olmak ve yan etkilerden biran önce kurtulmak istiyorlar ise, vücutlarında biriken toksin, ağır metaller ve ölen kanser hücrelerini atmak için detoksifikasyona girmek zorundadırlar.
Hexagonal yapıdaki bir suyun küçük moleküler hacim ve yüzey gerilimine bağlı olarak hücre ve dokularımıza çok daha hızlı bir biçimde girerek atık maddeleri atabilmesi ve hücrelere besin ve oksijen taşıma verimliliğini arttırabilmesi konusunu önceki yazılarımızda detaylı olarak anlatmaya çalışmıştık. Bu özelliklerden bir detosifikasyon terapisi olarak ise üç şekilde yararlanabilmekteyiz;
1. Detoks Banyosu
Sıcak su gözenekleri açarak terleme yolu ile toksinlerin atılmasını ve aynı zamanda da vücudu temizleyen enzimlerin beslenmesi için gerekli magnezyum ve sülfatın alınmasını sağlar. Hexagonal yapıdaki bir suyun yüksek çözünmüş oksijen, mineral ve enerji tutabilme kapasitesi banyo içerisinde kullanılabilecek İngiliz tuzu (Epsom Salt) gibi çeşitli yararlı tuzların dışında, stresden arınmada yardımcı olabilen susam, radyasyon etkilerini nötralize edebilen karbonat, eklem ve tendonlardaki ağrıyı dindirmek için yardımcı olan sirke ve hem gözenekleri açıp hemde ağrılar üzerinde etkili olan zencefil gibi katkıların kullanımını ve emilimini hızlandırır.
2. Su Tüketimi
Hexagonal su moleküler yapısının küçüklüğü ve kapasitesi nedeni ile detoksifikasyonu arttırabilecek bir hız ve hücresel enerji sağlamaktadır. Hücresel su hareketinin hücre beslenmesi ve atıkları için önemi bilinmektedir. Hexagonal suyu içenler her iki yönde de fayda sağlarlar; daha iyi hücre beslenmesi ve daha verimli atık taşınması. Hücresel detoks için önerilen minimum su dozajı günde 7 - 8 bardaktır.
3. Kontrast Duş Terapisi
1 – 2 dakikalık sıcak duşu takip eden 10 – 20 saniyelik soğuk su duşunun kan dolaşımını arttırarak detoksifikasyona yardımcı olduğu naturopathy (doğal tedavi) uzmanları tarafından açıklanmıştır. Cildin biraz güçlenmesi için tedaviden sonra başlanılması önerilen bu seanslar 3 kez tekrarlanmalı ve ardından hızlıca kurulanılmalıdır.
Duşumuzu şehir şebeke suyu ile yaptığımızdan dolayı duş terapisinin faydaları suyumuzun içerisindeki klor ve florür gibi kimyasalların kanserojen etkisi ile tersine de dönebilmektedir. Bu zararlı kimyasallardan koruyucu bir etkisi de bulunan hexagonal su, yani su yaşatma teknolojisi enerji aparatları kullanılan duşlarda ise hem suyun cildimiz tarafından hissedilmesi ve etkisi hızlanmakta, hem de kanserojen kimyasal etkiler azalabilmektedir.
Hexagonal su hakkında detaylı bilgi için pembeyevehayata@gmail.com veya bilgi@pembeyevehayata.com adreslerimize e-mail atabilirsiniz.
HEXAGONAL SUYU TANIYALIM - BÖLÜM 1
Hexagonal Suyu Tanıyalım – Bölüm 1
Geçmişte atalarımız evlerinin dışına bir kavanoz bırakırlardı ve her sabah rutin ritüelleri bu kaptaki suyu içmekle başlardı. Vücuda ilk giren bu su, serin, taze ve sağlık dolu olurdu.
Kimyasal açıdan sıradan H²O formulü ile ifade edilen su ile arasında bir farklılık olmamasına rağmen günümüzde yapılan klinik denemeler sonucunda da ortaya çıkan sonuçlar çiy damlacığı suyunu içmenin sağlık açısından büyük farklılıklar yarattığını göstermiştir.
Bunun nedeni suyun iç yapısında yatmaktadır. Çiy damlacığı suyu ultra-saf yapısallıkta bir sudur ve içinde bulunan “yaşayan” su bilgisi vücudumuzun hücresel sıvısının (%70 i su olan) yapısını da organize edip naturel düzenine sokabilmektedir. Çıplak ayak ile sabahları çiy üzerinde yapılan yürüme terapilerinin esasıda bu temele dayanmaktadır.
Doğa’ nın kendi manyetik alanları, vorteksleri, türbülansları ve infrared enerjisi (FIR) ile yaratmış olduğu bu saf, enerji dolu ve alkali suyun adı “Hexagonal Su” dur ve aynı çiy yada kar tanelerinde olduğu gibi vücudumuzun sağlıklı DNA ve makromoleküllerinin etrafınını da sarmalamaktadır.
Su, vücudumuzu besleyen dağıtım sistemindeki bir solvent olmasının dışında hücresel reaksiyonu ateşleyen elektromanyetik akımlarında geçtiği bir anayoldur. Hücrelerin birbiryle iletişimi için bir rezonans alanı ve DNA lar için data transferi ortamıdır, yani su, taşır, stabilize eder, sinyalize eder, yağlar ve yapılandırır. Hexagonal su ise daha iyi taşır, daha güçlü stabilize eder, daha şeffaf ve temiz sinyalize eder, daha üstün yağlama yapar ve daha yüksek düzeyde yapılandırma sağlar.
Suyun birçok yapısal formu bulunduğu halde en stabil formlarının pentamer ve haxamer olduğu bulunmuştur. Pentamer 5 adet hidrojen bağına sahip moleküllerden, hexamer ise 6 adet hidrojen bağına sahip moleküllerden oluşmaktadır. Hexagonal su içerisindeki hidrojen atomlarının 104.5⁰ yerine daha dik olan 109.5⁰ açı ile bağlanmış olması oluşan suyun tümleşik karakteristik göstermesini ve elektronlarının birlikte dairesel dönüş yaparak anlık bilgi taşımasını sağlamaktadır.
Normal su ile hexagonal formdaki su arasındaki fark, bir parça quartz ile bir quartz kristali arasındaki fark ile aynıdır. Kimyasal formül olarak her ikisi de aynı olduğu halde (silikon dioksit) bir quartz parçası yapısal olarak düzensizdir ve opak bir görünümü vardır. Quartz kristali ise geometrik olarak mükemmeldir ve kristal şeffaflığındadır. İşte bilgisayar ve saat endüstrisi tarafından sadece quartz kristal kullanılmasının nedeni budur çünkü bilgi transferi sadece kristal formun sahip olduğu piezoelekrik özellikler sayesinde gerçekleştirilebilir. Hexagonal su da benzer şekilde metabolizma işlevinin, protein ve DNA stabilitesinin, enerji ve bilgi transferinin vücudumuzda en verimli bir şekilde sağlanabileceği yoldur.
Hexagonal su stabil halde tutulabilirmi ?Bunun cevabı “Evet” dir. Su, bir manyetik alan içerisine alınarak moleküllerinin düzenli bir geometrik hale gelmesi sağlanabilse de bu alan kaldırıldığında yeniden düzensiz hale geçebilmektedir. Fakat özel bir enerji alanı ile, aynı dünyamızın çekirdeğinin çalışma düzeni gibi, moleküllerin terbiye edilerek birlikte döngüye başlaması ve yapısını stabil tutacak bir iç manyetik alanın yaratılması mümkündür ve günümüzde kullanılmaktadır.
Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı hexamer su moleküllerinin tünelleme mikroskopi tekniği ile fiziksel olarak görülebildiği laboratuvarlardan biridir. Normal suyun yoğunluğununn 0⁰ de 1.00 gr/cm-³ olduğu bilinse de hexagonal suda bu değerin makromoleküller arasında 0.96 olduğu bulunmuştur. Bu küçük değer değişikliği bile bize hexagonal suyun 4 adet komşu molekülü olduğunu (normal suda bu sayı 5 moleküldür) ve düşük yoğunluğu sebebi ile hücreler tarafından daha kolay absorbe edileceğini göstermektedir.
Nükleer Manyetik Rezonans (NMR) bize moleküllerin bir manyetik ayarlamadan sonra orjinal pozisyonlarına dönmek için gerekli olan zamanı göstermektedir. Bu süre molekülün büyüklüğüne, şekline ve hareket özgürlüğüne bağımlıdır. Dr. Raymond Damadian NMR’ ın bir başka formu olan MRI ile kanser hücreleri ararsındaki suyun moleküler yapısını incelemeye başladığında kanserli hücrelerin sağlıklı hücrelere göre düzensiz formda suya sahip olduğunu bulmuş ve MRI tekniğinin kanser teşhisinde kullanılmasını ilk kez önermiştir.
Kansere karşı kendi savunma mekanizmamız olan bağışıklık sistemimiz ise karanlık alan mikroskopi tekniği ile yapılan canlı kan analizleri ile incelenmiştir. Özellikle kırmızı kan hücrelerinin birbirlerine yapışması anlamına gelen “Roleau” durumunun dokular arasındaki hücresel oksijen alışverişini ve hücresel verimi düşürmesi dolaşım ve lenf sisteminde, dolayısı ile bağışıklık sisteminde de bir düşüşe sebep olmaktadır. Biyokinetist Stefan Schoeman tarafından yapılan araştırmalar sonucunda ise hexagonal su tüketiminin dakikalar içerisinde %80 e varan yarar sağladığı açıklanmıştır.
Dr. Mu Shik Jhon tarafından yapılan araştırmalar ise sağlıklı bir DNA ve protein etrafındaki ilk tabaka suyun hexagonal yapıda olduğunu göstermiştir. Bu su DNA yı bozulma yaratabilecek tüm dış enerjik etkilerden korumaktadır. Anormal DNA görüntülemelerinde ise bu suyun düzensiz formda olduğu bulunmuştur.
Devam Edecek ...
Geçmişte atalarımız evlerinin dışına bir kavanoz bırakırlardı ve her sabah rutin ritüelleri bu kaptaki suyu içmekle başlardı. Vücuda ilk giren bu su, serin, taze ve sağlık dolu olurdu.
Kimyasal açıdan sıradan H²O formulü ile ifade edilen su ile arasında bir farklılık olmamasına rağmen günümüzde yapılan klinik denemeler sonucunda da ortaya çıkan sonuçlar çiy damlacığı suyunu içmenin sağlık açısından büyük farklılıklar yarattığını göstermiştir.
Bunun nedeni suyun iç yapısında yatmaktadır. Çiy damlacığı suyu ultra-saf yapısallıkta bir sudur ve içinde bulunan “yaşayan” su bilgisi vücudumuzun hücresel sıvısının (%70 i su olan) yapısını da organize edip naturel düzenine sokabilmektedir. Çıplak ayak ile sabahları çiy üzerinde yapılan yürüme terapilerinin esasıda bu temele dayanmaktadır.
Doğa’ nın kendi manyetik alanları, vorteksleri, türbülansları ve infrared enerjisi (FIR) ile yaratmış olduğu bu saf, enerji dolu ve alkali suyun adı “Hexagonal Su” dur ve aynı çiy yada kar tanelerinde olduğu gibi vücudumuzun sağlıklı DNA ve makromoleküllerinin etrafınını da sarmalamaktadır.
Su, vücudumuzu besleyen dağıtım sistemindeki bir solvent olmasının dışında hücresel reaksiyonu ateşleyen elektromanyetik akımlarında geçtiği bir anayoldur. Hücrelerin birbiryle iletişimi için bir rezonans alanı ve DNA lar için data transferi ortamıdır, yani su, taşır, stabilize eder, sinyalize eder, yağlar ve yapılandırır. Hexagonal su ise daha iyi taşır, daha güçlü stabilize eder, daha şeffaf ve temiz sinyalize eder, daha üstün yağlama yapar ve daha yüksek düzeyde yapılandırma sağlar.
Suyun birçok yapısal formu bulunduğu halde en stabil formlarının pentamer ve haxamer olduğu bulunmuştur. Pentamer 5 adet hidrojen bağına sahip moleküllerden, hexamer ise 6 adet hidrojen bağına sahip moleküllerden oluşmaktadır. Hexagonal su içerisindeki hidrojen atomlarının 104.5⁰ yerine daha dik olan 109.5⁰ açı ile bağlanmış olması oluşan suyun tümleşik karakteristik göstermesini ve elektronlarının birlikte dairesel dönüş yaparak anlık bilgi taşımasını sağlamaktadır.
Normal su ile hexagonal formdaki su arasındaki fark, bir parça quartz ile bir quartz kristali arasındaki fark ile aynıdır. Kimyasal formül olarak her ikisi de aynı olduğu halde (silikon dioksit) bir quartz parçası yapısal olarak düzensizdir ve opak bir görünümü vardır. Quartz kristali ise geometrik olarak mükemmeldir ve kristal şeffaflığındadır. İşte bilgisayar ve saat endüstrisi tarafından sadece quartz kristal kullanılmasının nedeni budur çünkü bilgi transferi sadece kristal formun sahip olduğu piezoelekrik özellikler sayesinde gerçekleştirilebilir. Hexagonal su da benzer şekilde metabolizma işlevinin, protein ve DNA stabilitesinin, enerji ve bilgi transferinin vücudumuzda en verimli bir şekilde sağlanabileceği yoldur.
Hexagonal su stabil halde tutulabilirmi ?Bunun cevabı “Evet” dir. Su, bir manyetik alan içerisine alınarak moleküllerinin düzenli bir geometrik hale gelmesi sağlanabilse de bu alan kaldırıldığında yeniden düzensiz hale geçebilmektedir. Fakat özel bir enerji alanı ile, aynı dünyamızın çekirdeğinin çalışma düzeni gibi, moleküllerin terbiye edilerek birlikte döngüye başlaması ve yapısını stabil tutacak bir iç manyetik alanın yaratılması mümkündür ve günümüzde kullanılmaktadır.
Lawrence Berkeley Ulusal Laboratuvarı hexamer su moleküllerinin tünelleme mikroskopi tekniği ile fiziksel olarak görülebildiği laboratuvarlardan biridir. Normal suyun yoğunluğununn 0⁰ de 1.00 gr/cm-³ olduğu bilinse de hexagonal suda bu değerin makromoleküller arasında 0.96 olduğu bulunmuştur. Bu küçük değer değişikliği bile bize hexagonal suyun 4 adet komşu molekülü olduğunu (normal suda bu sayı 5 moleküldür) ve düşük yoğunluğu sebebi ile hücreler tarafından daha kolay absorbe edileceğini göstermektedir.
Nükleer Manyetik Rezonans (NMR) bize moleküllerin bir manyetik ayarlamadan sonra orjinal pozisyonlarına dönmek için gerekli olan zamanı göstermektedir. Bu süre molekülün büyüklüğüne, şekline ve hareket özgürlüğüne bağımlıdır. Dr. Raymond Damadian NMR’ ın bir başka formu olan MRI ile kanser hücreleri ararsındaki suyun moleküler yapısını incelemeye başladığında kanserli hücrelerin sağlıklı hücrelere göre düzensiz formda suya sahip olduğunu bulmuş ve MRI tekniğinin kanser teşhisinde kullanılmasını ilk kez önermiştir.
Kansere karşı kendi savunma mekanizmamız olan bağışıklık sistemimiz ise karanlık alan mikroskopi tekniği ile yapılan canlı kan analizleri ile incelenmiştir. Özellikle kırmızı kan hücrelerinin birbirlerine yapışması anlamına gelen “Roleau” durumunun dokular arasındaki hücresel oksijen alışverişini ve hücresel verimi düşürmesi dolaşım ve lenf sisteminde, dolayısı ile bağışıklık sisteminde de bir düşüşe sebep olmaktadır. Biyokinetist Stefan Schoeman tarafından yapılan araştırmalar sonucunda ise hexagonal su tüketiminin dakikalar içerisinde %80 e varan yarar sağladığı açıklanmıştır.
Dr. Mu Shik Jhon tarafından yapılan araştırmalar ise sağlıklı bir DNA ve protein etrafındaki ilk tabaka suyun hexagonal yapıda olduğunu göstermiştir. Bu su DNA yı bozulma yaratabilecek tüm dış enerjik etkilerden korumaktadır. Anormal DNA görüntülemelerinde ise bu suyun düzensiz formda olduğu bulunmuştur.
Devam Edecek ...
HEXAGONAL SUYU TANIYALIM - BÖLÜM 2
Hexagonal Suyu Tanıyalım – Bölüm 2
Hexagonal yapısallığa sahip su ile normal bir su arasında ölçülebilen en büyük farklardan biri yüzey gerilimidir. Pekçok filtrelenmiş ve şişelenmiş suyun yüzey gerilimi 70 dune/cm iken doğal kaynak sularının yerinde ölçümlerinde yüzey gerilimi ortalama 65 dune/cm olarak bulunmuştur. Hexagonal suda ise bu değer daha düşük olup onu daha “ıslak” bir su haline getirir ve düşük yüzey gerilimi ile vücudumuzun hücresel beslenme ile hücresel temizliğinde son derece önemli bir rol oynamasını sağlar. Hexagonal su kullanan sporcular ve atletlerin bu suyu bolca tükettikten sonra bile midelerine oturmadığını belirtmeleri bu suyun dikkati çekecek bir hızla vücut dokularına geçtiğinin bir kanıtıdır. Bir anlamda hayat hexagonal suyun etrafında şekillenmektedir.
Dr. Mu Shik Jhon tarafından 1986 Kanser sempozyumunda “Moleküler Su Çevresel Teorisi”adlı yepyeni bir teori ortaya konulmuştur. Bu teoriye göre yaşlanma; organlarımızdan, dokularımızdan, hücrelerimizden yani tüm vücudumuzdan hexagonal su eksilmesi ile doğrudan bağlantılıdır. Dr. Jhon’ a göre vücudumuzdaki hexagonal suyun yenilenmesi ömrü uzatır, yaşlanmayı azaltır ve kanser dahil tüm hastalıklardan korunmaya yardımcı olur.
Hücresel seviyede yaşlanmanın su ile yakın ilişkisini gösteren iki önemli faktör bulunmaktadır;
1* İnsan vücudunda bulunan su yüzdesi yaşlandıkça azalmaktadır: Yeni doğan bebeklerin %90 ağırlığı su olduğu halde bu oran yaşlı kişilerde % 60’ ın altında olabilmektedir.
2* Suyun hücrelerin içine ve dışına olan hareketi yaşlandıkça azalmaktadır: Su döngüsü azaldığında hücrenin içerisinde bulunan suyun dışındaki suya oranı dramatik olarak düşmektedir. Hücrelerimizin en sağlıklı çalışma formu vücut suyumuzun % 60 oranının hücrelerin içinde bulunduğu formdur. Fakat yaşlandıkça bu değer orantılı olarak düşmekte ve çoğunlukla % 40 lara kadar ölçülebilmektedir. Bu proses hücre membran hareketini ve hücrenin hidrasyonunu doğrudan etkilemekte ve yaşlı bireylerdeki susuzluk sürecini de bize açıklamaktadır.
Dr. Seiji Katajama MRI (Manyetik Rezonans Görüntüleme) tekniğini kullanarak yaşlanma ile içhücresel suyun yapısı arasındaki hipotezi test etmiştir. Bu çalışmada aynı genetik ailedeki dört ayrı yaşta bulunan kişilere ait hücresel su yapıları analiz edilmiş, biyolojik makromolekülleri çevreleyen suyun yapısallığı ile yaşlanma arasındaki ilişki kanıtlanmış ve hexagonal yapıdaki suyun hızlı ve etkili hidrasyon özelliğinin önemi bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
Biyolojik Empedans Analizi (BIA), diğer bir tanımlama ile biyoelektrik kompozisyon analizi vücudumuzda bulunan sıvı komponentlerin non-invaziv şekilde ölçülebilmesini sağlamaktadır. BIA sayesinde hücresel sıvıyı ve hücrenin içine/dışına doğru olan hareketini takip etmek mümkün olmaktadır. Hexagonal su alımından sonraki 10-15 dakika içerisinde hücresel iç ve hücresel dış su oranının normale döndüğü ve su-protein ağı iletişiminin geliştiği NMD, DOM Donald Mayfield tarafından BIA ile tespit edilmiştir. Hidrasyon ve hücresel su hareketi dışında BIA ile önemli bir sağlık kıstası olan Bazal Metabolik Oran (BMR) da ölçülebilmektedir. BMR bir bireyin dinlenme sürecinde kaç kalori harcadığının göstergesidir ve 20 yaşından sonra her on yılda bir % 2 oranında düşmektedir. Hücresel su oranları ile direkt olarak bağlantılı olduğundan uzun süreli hexagonal su kullanımının bulguları, metabolik verimliliğe bağlı olarak, BMR değerlerindeki iyileşmeyi de kanıtlamış bulunmaktadır.
Devam Edecek ...
HEXAGONAL SUYU TANIYALIM - BÖLÜM 3
Hexagonal Suyu Tanıyalım – Bölüm 3
Hücrelerimizin içerisindeki su dışarısındaki sudan yapısal olarak farklıdır. 1989 senesinde suyun iki fazlı yapısal özelliği olduğu önerilmiştir; Birlikte dönen moleküller ile karakterize edilen ahenkli (koherent) faz suyun elektrodinamik özellikleri ile, rastgele dönen moleküller ile karakterize edilen düzensiz dalgalı faz ise suyun termodinamik özellikleri ile özdeşleştirilmiştir. Philippa Wiggins ve arkadaşları her hücrenin içerisinde değişken mikro-etki alanları olduğunu ve burada hem düşük yoğunluktaki hexagonal suyun, hemde yüksek yoğunluktaki düzensiz suyun kritik bir rol oynayarak hücre içerisindeki eriyik balansını koruduğunu öne sürmüşlerdir. Bu iki-halli hücresel su teorisi yapısal düzenleyici iyon denilen belirli iyonların suyun yapısallaşmasını teşvik ettiği ve yapısal bozucu olarak adlandırılan belirli iyonların da suyun yapısallaşma cesaretini kırdığı gerçeğine dayanmaktaydı.
Potasyum (K+) hücre içerisinde yüksek yoğunlukta bulunan bir yapısal bozucu iyondur ve doğal olarak hexagonal yapının çekimi ile çekilmektedir. Diğer yandan Sodyum (Na+) ise yapısal düzenleyici bir ion olup yoğunlukla hücrenin dışında bulunmaktadır. Wiggins’ in çalışması yapısal bozucu iyonların hexagonal suyun daha düzensiz forma dönüşmesi ile bozulan lokal ozmotik basınç gradyentleri yarattığını göstermiştir. Böylelikle araştırmacılar resimde görüldüğü gibi birbirlerine sıkıca bağlı hexagonal su yapısı sayesinde toksinler ve kirleticilerin bağ yapamadığı hücrelerin sağlıklı, gevşek bağlı pentagonal yada düzensiz su yapısına sahip olan ve tüm toksin ile kirleticilerin bağlanmasına müsait hücrelerin ise sağlıksız (kanser hücreleri dahil) olduklarını kanıtlama olanağını bulmuşlardır. Bu bize primer medikal yaklaşım olarak “Su” kullanılacak bir geleceğin çok uzak olmadığını işaret etmektedir.
Su vücudumuzun ana enerji kaynağıdır. “Your Body’s Many Cries for Water” adlı kitabın yazarı tanınmış Dr. Batmanghelidj, suyun hücre membranı boyunca akışının bir hidroenerji santrali türbinine benzer bir elektrik enerjisi üretmekte olduğunu belirtmiştir. Su hücre içerisine doğru hareketlendiğinde gerekli olan elektrik enerjisini yaratır, hücre rezervlerini yükseltir ve artık maddeleri toplayarak hücreyi terk eder. Hexagonal suyun yapısından dolayı daha fazla enerji tutabilme kapasitesi olduğu düşünüldüğünde yaşayan organizmalar için önemi de anlaşılabilmektedir. Hexagonal su tüketimi ile arttırılabilen vücut elektrik enerjisi deneyinde kullanılan fareler % 47 daha uzun süre yüzebilmiş ve karaciğerlerinde daha fazla glukojen (saklanabilen enerji kaynağı) tutabilmişlerdir ki bu bir atlet yada sporcu için inanılmaz bir anlam içermektedir. Öğleden sonraları içilen bir bardak hexagonal su bile birçok kişide bir doping etkisi yaratarak yorgunluk hissetmelerinin önüne geçmektedir.
Devam Edecek ...
HEXAGONAL SUYU TANIYALIM - BÖLÜM 4
Hexagonal Suyu Tanıyalım – Bölüm 4
“Hexagonal yapılanmış su, yaşayan organizmaların en sevdiği su tipidir. Bu bize erimiş kar suyunun neden planktonlar ve yeşil alglerin gelişimi için çok uygun olduğunu açıklamaktadır. Kardan gelen su yüksek oranlarda hexagonal yapı içermektedir.” Kore Bilim ve Teknoloji Enstitüsü Profesörü Dr. Mu Shik Jhon.
Hepimiz kar tanesinin hexagonal olduğunu biliriz ve erimiş kar suyu her zaman popüler bir içecek olmuştur. Dağ göllerinden, nehirlerinden, ırmaklarından gelen ve kar öbeklerinden oluşmuş su herzaman en sağlıklı su olarak bilinir ve “yaşayan su” olarak adlandırılır.
Dünyamızda suyunun hexagonal moleküler yapıya sahip olduğu bulunan birçok doğal kaynak bulunmaktadır. Bu biyoaktif su formlarının bazıları şifalı olarak bilinmekte, diğerleri de yüzyıllardır kutsal sayılmaktadır. Kaynakların çoğunluğu eşsiz manyetik ve jeolojik oluşumların bulunduğu noktalarda olup bir kısmı da dünyanın derinliklerinden gelmektedir.
Hexagonal kaynak sularının oluştuğu bölgenin dışına taşındığında yavaş yavaş yapısal bozulmaya uğrayarak hexagonelliğini kaybettiğinin anlaşılması, sularımızı dünyamızın hayat gücü ve elektromanyetik alanının güçlü olduğu, global kirlenmenin oluşmadığı zamanlardaki hayat-geliştirici ve naturel formuna tekrar döndürebilen yeniden yapısallaştırma proseslerinin keşfedilmesini sağlamıştır. Biyomanyetik alanının ana tutulum belleği geliştirilmiş su konsantreleri bir şablon gibi kullanılarak iyileştirilecek su ile bu özel “bilgi suyu” arasında bir optimal etkileşime ulaşılmaktadır. Bu proses aktive edilen bir diyapozonun (akustik akort çatalı) etkileşim alanı içindeki ikinci bir diyapozon ile vibrasyonunu paylaşması prensibi ile ikinci sıvının spesifik dalgaboyu karakteristiklerini değiştirebilmektedir.
Doğamızın prensiplerini – FIR infrared enerji, manyetik alanlar, vorteks, türbülans – anlayarak, eşsiz yapıda hexagonel, oksijen zengini, alkali değerde, enerji dolu, yaşayan bir suya ulaşıp sağlıklı kalmanın ve iyileşme sürecini kısaltmanın yollarını gösteren, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, İstanbul Hıfzısıhha Enstitüsü Müdürlüğü ile İstanbul Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü kontrol ve onayını sağlamış bir laboratuvar ve farkındalık kuruluşu da artık ülkemizde faaliyete geçmiş bulunmaktadır. Daha detaylı bilgi almak isteyenler bize e-mail ile başvurabilir ve detayları öğrenebilirler. Sağlıklı, zinde,“canlı” bir yaşam dileklerimizle...
“Hücre ölümsüzdür. Dejenere olan sadece bağlı bulunduğu sıvıdır. Sıvısını yenilediğiniz sürece hayatın nabzı sonsuza kadar devam eder.” Dr. Alexis Carrell, Nobel Ödüllü Yazar.
TiP II DiYABET HASTASI OLAN KADINLARDA MENOPOZ SONRASI MEME KANSERi RiSK ARTIŞI
TiP II DiYABET HASTASI OLAN KADINLARDA MENOPOZ SONRASI MEME KANSERi RiSK ARTIŞI
Uluslararası Korunma Araştırma Enstitüsü (International Prevention Research Institute) araştırmacıları tarafından gerçekleştirilen ve 14 Eylül 2012 tarihli “British Journal of Cancer” dergisinde yayımlanan sonuçlara göre Tip II diyabetli post-menopoz kadınların meme kanserine yakalanma riskinde % 30 a yakın artış gözlemlenmiştir.
.
iPRI bilim insanları tarafından gerçekleştirilen 40 ayrı çalışmada diyabet ve meme kanseri arasındaki ilişkiler incelenmiş ve 4 kıtadan 56.000 vaka üzerindeki çalışmalarda tip II diyabetli post-menopoz kadınların meme kanserine yakalanma riskinde %27 artış bulunmuştur.
Araştırmacılar aynı zamanda diyabet hastaları ile ilişkilendirilen yüksek vücut kütle endeksi (BMI) değerinin de katkıda bulunan bir faktör olduğu belirtmişlerdir.
Kendisini, Kansersiz Yaşam Derneği ve Umberto Veronesi Vakfı’ nın organize ettği “Barış İçin Bilim” Konferansı kapsamında İstanbulda da dinleme şansı bulduğumuz i-PRI başkanı Prof. Peter Boyle, çalışmalarının diyabet hastası kadınlarda menopoz sonrası meme kanseri riskinin yükseldiğini açıkça ortaya koyduğunu belirtmiştir.
Bu araştırma iPRI tarafından yürütülen meme kanseri ve metabolik düzensizlikler arasındaki ilişkiler kapasamındaki çalışmaların bir parçası olup, fiziksel aktivite gibi koruyucu önlemler üzerindeki araştırmalara devam edilmektedir.
Boyle, P. et al. Diabetes and breast cancer risk: a meta-analysis. British Journal of Cancer. DOI: 10.1038/bjc.2012.414
KURALLI VE GÖZETiMLi EGZERSiZ PROGRAMI iLE KURALSIZ PROGRAMIN RiSK FARKLARI
AMERICAN ASSOCIATION FOR CANCER RESEARCH
UT MEDICINE CTRC HEALTH SCIENCE CENTER SAN ANTONIO
BAYLOR COLLEGE OF MEDICINE
SAN ANTONIO MEME KANSERi SEMPOZYUMU
ARALIK 4 – 8, 2012
SAN ANTONIO TEKSAS ABD
ÖZETLER
Sayfa 272-273 - Aralık 15, 2012
Görsel Oturum 2
P2-11-17
Ev-Tabanlı Egzersiz ve Kilo Verme Programının Kardiyopulmoner Fitness ve Meme Kanseri Tedavisi Görmüş Postmenopoz Kadınlardaki Risk Üzerine Etkileri için Pilot Çalışma
Burnett D, Klemp JR, Porter C, Schmitz KJ, Fabian CJ, Kluding P. University of Kansas Medical Center, Kansas City, KS; University of Kansas Hospital, Kansas City, KS; University of Pennsylvania, Philadelphia, PA
GERiPLAN : Meme kanseri tedavisi gören kadınlarda kardiyovasküler hastalıkların oluşabilme riski hiç tedavi görmemiş kişilere göre 4 kat fazladır. Aynı şekilde egzersiz kapasitesi (VO2max) 28mL.kg-1, min-1 oranının altında olan kadınlarda da 3 kat fazla ölüm riski bulunmaktadır. Kalp ile ilgili nedenler meme kanseri tedavisi sonrası ölüm sıralamasında ikinci sıradadır.
AMAÇLAR : Kardiyovasküler sonuçları açısından standart egzersiz ve yapılandırılmış egzersiz programının etki ve farklarını araştırmak için meme kanseri tedavisi sonrası bir diyet ve egzersiz programı çalışması yapılmıştır.
METODLAR : Gurup-içi ve guruplar-arası kesitli bir çalışmadır. 19 meme kanseri tedavisi görmüş (ortalama yaş 52.6 +/- 9.3) kadın çalışmaya dahil edilmiştir. İki egzersiz grubundan ilki standart (haftada 150 dakika kuralsız gözetimsiz kardiyovasküler + direnç egzersizi), ikincisi ise kademeli olarak artan (haftada 150 dakika, kurallı ve gözetimli kardiyovasküler + direnç egzersizi) davranışsal kilo kaybı müdahalesi tarzında oluşturulmuştur. Katılımcılar 17 haftalık süre boyunca maksimal egzersiz testi (yürüme bandında VO2max ve dakika), vücut kompozisyonu (ağırlık, vücut kütle endeksi, vücut yağ yüzdesi) ve hayat kalitesi (QOL) açılarından değerlendirmeye tabi tutulmuşlardır.
SONUÇLAR : 16 katılımcı ( 9 = Standart Egzersiz Gurubu; 7 = Yapılandırılmış Egzersiz Gurubu) programı tamamlamıştır. Yapılandırılmış kurallı ve gözetimli egzersiz gurubu kardiyo/solunum (cardiorespiratory) VO2max testinde p = 0.05 değeri ile ve yürüme bandında dayanıklılık süresi açısından p = 0.02 değeri ile belirgin bir gelişim göstermiştir. Maksimum ulaşılabilen kalp atışlarında ise standart egzersiz grubunda başlangıç noktası değerine göre 17 hafta sonunda düşüş görülürken yapılandırılmış egzersiz gurubunda artış kaydedilmiştir. (ç.n. tüm değerler için bkz. ek resim)
KARARLAR : Bu çalışmada hem standart egzersiz hem de yapılandırılmış kurallı egzersiz açısından kardiyo/solunum fitness VO2max değerlerinde iyileşme kaydedilsede yapılandırılmış egzersiz grurubunda çok daha büyük gelişmeler deneyimlenmiştir.
KUŞBURNU ÖZÜ VE ÜÇLÜ NEGATiF MEME KANSERi HÜCRE ÇOĞALMASI
AMERICAN ASSOCIATION FOR CANCER RESEARCH
UT MEDICINE CTRC HEALTH SCIENCE CENTER SAN ANTONIO
BAYLOR COLLEGE OF MEDICINE
SAN ANTONIO MEME KANSERi SEMPOZYUMU
ARALIK 4 – 8, 2012
SAN ANTONIO TEKSAS ABD
ÖZETLER
Sayfa 555-556 - Aralık 15, 2012
P6-14-04
Kuşburnu Özü Üçlü Negatif Meme Kanseri (TNBC) Hücre Çoğalmasını p70 S6 Fosforilasyonunun Regüle Edilmesi Yolu ile Önlemektedir
Coburn TL, Cagle PD, Shofoluwe AI, Martin PM. North Carolina Agricultural and Technical State University, Greensboro, NC
Üçlü Negatif Meme Kanseri (TNBC) meme kanserinin agresif bir formu olup, human epidermal büyüme faktörü reseptörü -2 (HER-2), östrojen reseptörü (ER) ve progesteron reseptörü (PR) eksiklikleri ile karakterize edilir. Bu reseptörlerin bulunmayışı nedeni ile TNBC olağandışı terapötik (iyileştirici) sonuçlara sahiptir ve kendine özgü tedavi metodlarına ihtiyaç duyar. TNBC, ayrıca, klinik tabanda oluşturulmuş hedefe yönelik terapilerin azlığına bağlı olarak kemoterapiye de kısmi cevap verir.
Bitki özlerinin kanser hücrelerinin çoğalma ve pro-survival mekanizmalarının işleyişini bozucu özellikleri ile chemopreventive (kimyasal etkenler yolu ile hastalığı önleyici) yönden kullanışlı olduğu gözlemlenmiştir. Kuşburnu özleri de laboratuar ortamında (in vitro) kanser hücrelerinin çoğalmasını önleyici potansiyel aktivite göstermişlerdir.
Bu çalışma kuşburnu özlerinin TNBC hücre hatları (HCC1806 ve MB157) ve basal-like meme kanseri hücre hatları (HCC70 ve HCC1500) üzerindeki etkilerini araştırmıştır. Hücre çoğalmasında kuşburnu özlerinin engelleyici rolüne karar verebilmek için MTT (Çoklu Hedefli) denemeler yönetilmiş ve 48 saat süresince değişken kuşburnu konsantrasyonları (1mg/ml, 250ug/ml, 25ug/ml ve 25 ng/ml) tedavisi uygulanmıştır. Denenen tüm meme kanseri hücre hatlarındaki hücre çoğalmasında belirgin bir düşüş olabileceğini öneren veriler elde edilmiştir.
Başlangıç niteliğindeki çalışmalar bu işlevde herhangi bir toksik etki bulunmadığını da önermektedir. Western Blot Analizi (moleküler biyoloji protein solüsyonu konfirme yöntemi) ile kuşburnu özlerinin hangi sinyal yolunu etkilediği izlenmiş ve p70 S6 kinaz fosforilasyonunun S6 ribosomal protein kinazı olarak hareket etmesini engelleyerek işlev sağladığı görülmüştür.
Bu bulgular ışığında kuşburnu özlerinin hücre çoğalmasını p70 S6 kinaz sinyalleme ile çakışma sağlayarak engellediği açıklanmıştır.
(ç.n. = Çalışmalar yapay laboratuar ortamındadır.)
YÜKSEK RiSK TAŞIYAN KADINLARDA 1 YIL SÜRE iLE D VİTAMiNi KULLANIMI
AMERICAN ASSOCIATION FOR CANCER RESEARCH
UT MEDICINE CTRC HEALTH SCIENCE CENTER SAN ANTONIO
BAYLOR COLLEGE OF MEDICINE
SAN ANTONIO MEME KANSERi SEMPOZYUMU
ARALIK 4 – 8, 2012
SAN ANTONIO TEKSAS ABD
ÖZETLER
Sayfa 187 - Aralık 15, 2012
P2-09-02
Yüksek meme kanseri riski taşıyan kadınlarda 1 yıllık süre ile yüksek dozda D vitamini kullanılması hakkında pilot çalışma
Sivasubramanian PS, Hershman DL, Maurer M, Kalinsky K, Feldman S, Brafman L, Refice S, Kranwinkle G, Crew KD. Columbia University, New York, NY
GERiPLAN : Seçerek östrojen alan modülatörler (SERMs) yüksek risk gurubundaki kadınlarda meme kanseri görülme oranını azaltmaktadır fakat koruma hakkındaki alımlar zayıftır. Gözlemsel çalışmalar serum 25-hidroksivitamin D (25-OHD) nin meme kanseri riski ile ters orantılı olduğunu ve 40 ng/ml den yüksek seviyelerde D vitamininin, D vitamini eksikliği bulunan (25-OHD < 20 ng/ml) kadınlara göre % 40 risk azalması sağladığını göstermiştir. D vitamini takviyesinin meme kanseri riskini düşürebileceği, optimal D vitamini dozajı ve serum 25-OHD hedef seviyesi hakkındaki belirsizlikler devam etmektedir. Biz, yüksek meme kanseri riskindeki kadınlarda yüksek dozda D vitamininin güvenliği ve serum 25-OHD nin etkilerini araştırmış bulunmaktayız.
METODLAR : Yüksek riskte bulunan 40 kadın (tanımlama: 5-yıl Gail risk³1.67%, lobular veya ductal carcinoma in situ [LCIS/DCIS], BRCA1/BRCA2 mutasyon taşıyıcı, veya evre I/II invaziv meme kanseri >5 yıllık remisyonda) 1 yıl süresince haftalık 20.000 yada 30.000 IU D3 vitamini takviyesine yönlendirilmişlerdir. Diğer kriterler mamografik yoğunluk (MD) ≥25%, Serum 25-OHD ≤32 ng/ml, SERM kullanılmamış olması ve böbrek taşı geçmişi bulunmamasıdır. Başlangıç ve 12 ay sonunda kadınlar dijital mamografiye girmiş, her 3 ayda bir seri numaralı kan örnekleri alınmıştır. Ek olarak, başlangıç ve 12. ayda premenepoz kadınlarda randomize çekirdek meme biyopsisi yapılmış, postmenepoz kadınlarda ise meme MRI çekilmiştir. Katılımcılar her 3 ayda bir toksik seviye, hiperkalsemi (kanda yüksek kalsiyum) ve hiperkalsiüri (idrarda yüksek kalsiyum) kontrollerine tabi tutulmuşlardır. İlk amaç bu gurup kadınlarda yüksek dozda D vitaminin güvenliği ve fizibilitesi olmuştur. İkinci amaç meme yoğunluğundaki değişimleri ve kan bazlı biyogöstergeleri (25-OHD, 1,25(OH)D, PTH, IGF-I, IGFBP-3) gözlemlemektir. Serum 25-OHD Diasorin radyoimünoassay ile ölçülmüştür.
SONUÇLAR : Kasım 2007 – Ocak 2011 arasında 292 kadın taranmış ve 142 kadın uygun bulunmamıştır. Eleme nedenleri (%) 25-OHD >32 ng/ml (27), SERM tercihi (23), böbrek taşı geçmişi (11), and MD <25% (9) olarak açıklanmıştır. 40 katılımcı; ortalama yaş 50 (37-73); pre/postmenopozal: 20/20; beyaz/ispanyol kökenli/siyahi/asyalı: 19/14/6/1; ortalama vücut kütle endeksi 26.6 kg/m2 (20-39.6); yükseltilmiş Gail risk/LCIS/DCIS/evre I veya II meme kanseri: 20/10/8/2; ana başlangıç serum 25-OHD seviyesi 20.2 ng/ml (9-31) olarak seçilmiştir. En son durumda 1 katılımcı hala çalışmadadır, 31 katılımcı çalışmayı tamamlamıştır, 6 katılımcı takip edilememiştir, 1 katılımcı hiperkalsiüri (spot idrar Ca/Cr >0.37) ve 1 katılımcı da dispepsi (hazımsızlık) nedeni ile çalışma dışında bırakılmıştır. Ortalama serum 25-OHD 3 ayda 47 ng/ml ye, 6 ayda 49.1 ng/ml ye ve 12 ayda 53.7 ng/ml (aralık, 26-77) ye yükselmiştir. Her iki doz seviyesinde de hiperkalsemi (serum Ca >10.5 mg/dl) oluşmamıştır. Görüntüleme ve biyogösterge çalışmaları devam etmektedir.
KARARLAR : 1 yıl müdahaleli yüksek dozda D3 vitamini takviyesinin iyi tolere edilebildiğini ve serum 25-OHD seviyesini hedeflenen 40 ng/ml seviyesinin üzerine çıkartabildiğini göstermiş bulunmaktayız. Bu başlangıç aşamasındaki çalışma, 200 yüksek meme kanseri risk gurubundaki premenopoz kadın üzerinde yüksek D vitamini dozajı için yürütülen faz IIb randomize plasebo-kontrollü deneme olan SWOG 0812 ye bilgi sağlamış ve ilk fazlardaki meme kanseri chemoprevention (doğal, sentetik yada biyolojik maddelerin kanseri engelleyici etkilerini araştıran) denemelerinin yepyeni etkenleri test etmek için aracı olarak biyogösterge uçnoktaları kullanmasının önemini aydınlatmıştır.
11 Haziran 2013 Salı
HER2 + iÇiN KADCYLA
Evre IV için Genentech Yükselişte
Genentech' in Kadcyla (Ado-Trastuzumab Emtansine) tedavisi FDA tarafından HER2+ hastalar için 22 Şubat günü onaylandı.
Kadcyla, Herceptin ve bir Taxane kemoterapi almış olan sadece IV. evre METASTATiK hastalar içindir.
Genentech' in Kadcyla (Ado-Trastuzumab Emtansine) tedavisi FDA tarafından HER2+ hastalar için 22 Şubat günü onaylandı.
Kadcyla, Herceptin ve bir Taxane kemoterapi almış olan sadece IV. evre METASTATiK hastalar içindir.
ACS – MEME KANSERi FiZiKSEL AKTiViTE BiLGiLENDiRME ÖZETi
American Cancer Society (ACS) – Meme Kanseri Fiziksel Aktivite Bilgilendirme Özeti
Meme kanseri tanısı konulan kadınlarda hedeflenen kiloyu sağlamak yada korumak en önemli hayat arayışlarından biridir. Onlarca yıldır sürdürülen araştırmaların büyük çoğunluğu tanı konulduğunda obez yada aşırı kilolu olmanın tercih edilmeyen bir lenf nodu durumunun belirtisi olması dışında istenmeyen birçok sonuçlara (örneğin; kontralateral denilen vücudun diğer tarafında oluşabilecek hastalıklar, nüksetme, komorbid denilen aynı anda görülebilecek ikinci bir hastalık, ve/veya hastalığa-bağımlı toplam yaşam süresi, veya lenfödem gibi tedavi yan etkileri) yol açabildiğini göstermiştir. Aşırı kilo ve obezitenin bir risk faktörü olarak kabul edilmiş olması ve meme kanseri tanısı sırasında pekçok kadının kilo fazlası olmasının ışığında kilo kontrolü ve yönetimi tedavi sonrasında kadınların birincil derecede kaygı duyduğu konulardandır.
Büyüyen bir problem gerçeği ise kilo alımının sıklıkla tanıdan sonra raporlanmaya başlanmasıdır. Sigara kullanmayan meme kanseri galibi kadınlar arasında yürütülen Nurses’ Health Study analizlerinde kanıtlarla desteklenmiş olan bu bulgularda BMI – Vücut Kütle Endeksi 0.5 birimden fazla yükselmemiş kadınlara göre oranlandığında 0.5 ile 2.0 birim arasında yükselmiş olan kadınlarda % 40, 2.0 birimden yüksek olanlarda ise % 53 fazla nüksetme olasılığı saptanmıştır. Aynı çalışmada vücut ağırlığını düşürebilmeyi başarmış kadınlarda çok iyi sonuçlar izlenmiştir. Bununla beraber beklenmeyen bir kilo kaybı da nükseden bir hastalığın habercisi olabilmektedir, çünkü bilinçli olarak kaybedilen kilo ile açıklanamayan nedenlerle kaybedilen kilo arasında büyük farklar bulunmakta olup bu şekilde bir kilo kaybı çok yakın takip edilmelidir.
Günümüzde artan veriler obezite ve aşırı kilonun sadece kanser ile ilgili değil tüm hayat kalitesi ve sağlık açısından kötü sonuçlar yarattığını göstermiştir ve kilo kontrolü yönetimi erken evre meme kanseri tanısı konulan kadınlarda öncelikli protokol olarak düşünülmektedir. Onyıllar boyunca yapılmış olan ve günümüzde de devam eden araştırmalar adjuvan kemoterapi ve hormon tedavisinin yağsız dokuda olmasa bile yol açtığı adipoz doku (temel yağ dokusu) artışının kilo alımı ile bağlantı olduğunu önermiştir. Vücut kompozisyonundaki bu istenmeyen değişim kilo alımını sınırlayan ve aynı zamanda da kas kütlesini tekrar yapılandıran birtakım girişimlerin hedeflenmesi gerekliliğini de göstermiştir. Tedavi süreci ve sonrasında orta şiddette fiziksel aktivite ve özellikle direnç egzersizleri kanser galiplerinin aşırı yağ kütlesinden korunarak kas kütlelerini korumasını ve yapılandırabilmesini sağlayabilmektedir. İdeal kiloya ulaşılamasa bile 6 ile 12 aylık bir süreçte kaybedilen % 5 – 10 arasında bir kilo değeri bile yüksek plazma lipid düzeyi ve açlık insülin değeri gibi kronik hastalıklar ile ilişkili faktörlerin düşmesi açısından yeterli görülebilmektedir. Dahada fazlası; yakın zamanda bilimsel literatürlere girmiş dökümanlarda amaçlı olarak tasarlanan kilo kayıplarının meme kanseri biyo-göstergeleri olan östrojen, cinsiyet hormonu bağlayıcı globülin ve inflamatuar markerler açısından faydalarını göstermiştir.
Meme kanseri tedavisi görmüş kadınlarda fiziksel aktivitenin faydaları üzerine besleyici çoklu sistematik araştırmalar da sürmektedir. 717 meme kanseri kadının yer aldığı 14 randomize kontrollü denemelerde fiziksel aktivitenin hayat kalitesi, fiziksel fonksiyonelite ve tepe oksijen alımı değeri üzerinde iststistiki başarısı ve yorgunluk semptomlarını giderici etkisi gözlenmiştir. 12.000 meme kanseri teşhisli kadını kapsayan 6 prospektif kohort (ileriye dönük izlemli) çalışmada fziksel aktivite %24 - %34 arasında düşük meme kanseri nüksü ve ölüm oranı ile ilişkilendirilmiştir. Kanser dışındaki nedenlere bağlı (kalp, damar, solunum hastalıkları gibi) ölümlerde ise % 41 lik bir düşüş kaydedilmiştir. Umut verici bu bulgulara rağmen egzersizin meme kanseri kanseri nüksetmesini engelleyici ve yaşam sürecini uzatıcı etkileri üzerine randomize kontrollü çalışmalara devam edilmesi ihtiyacı bulunmaktadır.
Sentinel lenf nodu diseksiyonu artışına rağmen meme kanseri hastalarında lenfödem kaygısı bulunmaktadır. Bununla beraber aerobik fiziksel aktivite ve direnç egzersizleri tamamen güvenlidir ve yüksek risk grubundaki hastalarda lenfödem oluşumunun düşürülmesi ve önceden lenfödem yaşamış hastalarda da semptomların iyiye gitmesi açısından efektifdir. Eğitimli bir egzersiz terapisti kontrolünde uygun kompresyon kollukları kullanılarak yapılan kademeli bir direnç egzersizi tavsiye edilmektedir. Obezite lenfödem için en büyük risk faktörlerinden biri olduğu için kilo verilmesi de önerilmektedir.
ACS (American Cancer Society) Cancer Journal for Clinicians / “Kanser Hastaları Beslenme ve Fiziksel Aktivite Kuralları” kitapçığının “Meme Kanseri” bölümünün fiziksel aktivite ile ilişkili kısımlarından ACS Information Specialist Ms. Cindy’ nin 07-03-2013 tarihli 1-43YE7LO no’ lu izinleri ile “Pembeye ve Hayata” tarafından tercüme edilmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)