27 Aralık 2013 Cuma

KANSERDE AĞRI VE AĞRI KESiCiLER



Herkes olmasa da kanser tedavisi gören her üç kişiden birinin ağrı hissettiği görülmektedir. Eğer kanser nüksetmiş ya da yayılmış ise ağrı hissetme olasılığı daha da yükselmektedir. Kanserde ağrı kendisini farklı şekillerde göstermekte; belli belirsiz, acı verici ya da çok keskin olabilmektedir. Sürekli, aralıklı olarak ya da nadiren de olsa deneyimlenebilen kanser ağrılarına yol açan primer nedenler şunlardır;

Kanser ağrısı, kanserin kendisi ile ilgilidir; yani büyürken ya da komşu dokuyu yok ederken yaratabileceği bir ağrıdır. Bu ağrı kanserin ilk başlangıç bölgesinde hissedilebileceği gibi bir metastaz halinde, sıçramış olduğu dokularda da hissedilebilir. Tümör büyüdükçe sinirler, kemikler veya organlara uygulayacağı basınç bir ağrı nedeni olacaktır. Bu fiziksel etkileşim dışında kanser ağrısına tümörün yayabileceği bazı kimyasallar da yol açabilmekte ve bir kısım kanser tedavi metodları bu tarz ağrılar üzerinde etkili olabilmektedir.

Kanser tedavileri – Cerhahi müdahale, Kemoterapi, Radyoterapi – bir başka potaniyel kanser ağrısı kaynağıdırlar. Cerrahi müdahale acı verici ve uzun bir iyileşme sürecine ihtiyaç duayarken, radyasyon bir yanma hissi ve yine acı verici yara izleri bırakabilmekte, kemoterapiye bağlı ağrılar ise yan etkilerden – sinir hasarları, ağız yaraları, v.b. - kaynaklı oluşabilmektedir.

“Yeterli Derecede Ağrı Tedavisi Görememenin Nedenleri Neler Olabilir?” diye sorulduğunda alttaki bilgilere ulaşılmıştır;

1* Doktorların Ağrı Olup Olmadığını Sorma ve Uygun Ağrı Kesici Önermedeki İsteksizlikleri:
Doktorlar bir ağrı kesici reçetelendirilmesine durumun suistimal edilebileceği kaygısı ile düşünceli yaklaşabilmektedirler fakat kanser hastalarında bu konunun suistimale uğramadığı belirlenmiştir. Bu konuyu belirtmeniz ve eğer size en uygun ağrı kesici konusunda doktorunuzun şüpheleri var ise, kendisinden sizi bir ağrı uzmanına yönlendirmesini talep etmeniz olumsuz bir davranış olmayacaktır.

2* Hastaların Ağrıları Hakkında Konuşma İsteksizlikleri:
Bazı hastalar doktorlarını gereksiz yere ağrı konusu ile meşgul ettiklerini düşünerek, bazıları ağrı artışının bir nüksetme habercisi olabileceğinin korkusu ile, bir kısım hasta ise başkalarının kendisini devamlı yakınmakta olan biri gibi görmemesi için ağrılarını raporlamakta isteksiz ve gönülsüz davranmaktadırlar. Basit ve doğru olan şudur; eğer kanser hastası iseniz ağrınız olabilir ve ilgilenilmesi şarttır.

3* Bağımlılık Korkusu:
Bilinen istatistiki veriler ağrı kesicileri ağrınız olduğu için kullandığınız ve gereksiz yere almadığınız sürece bağımlılık oluşma ihtimalinin çok düşük olduğunu göstermektedir. Fakat yüksek güçlü ağrı kesicileri doktorunuzun reçetelendirdiği dozajın üzerinde ve ağrınız yokken de kullanıyorsanız, bağımlı olma olasılığınız da bulunmaktadır.

4* Yan Etkilerinden Korkmak:
Bazı hastalar ağrı kesicilerin kendilerinde uyku hali yaratabileceğini, aile ve arkadaşlar ile olan ilişkilerini etkileyeceğini, bağımlı gibi görüneceklerini veya ağır ağrı kesicilerin hayat beklentilerini kısaltacağını düşünmektedirler. Gerçekte ise bu konuların hiçbirinin - kullanım doğru dozlarda gerçekleştiği takdirde – oluşabildiğini belgeleyen bir kanıt bulunmamaktadır. Çok ağır ağrı kesicilerin ilk kullanımlarda biraz uyuşukluğa yol açtığı görülüyorsa da bu yan etki bir süre sonra yavaş yavaş kaybolmaktadır.

Ağrı kesicilerin bir kısmının kendisine özgü farklı yan etkileri bulunabileceğinden dolayı kullanım öncesi doktorunuzdan tam bir bilgi almanız gereklidir. Kabızlık, kuvvetli ağrı kesicilerin bir yan etkisi olabilmekte fakat doktorunuz tarafından bağırsaklarınızın çalışmasına yönelik metodlar ile üstesinden gelinmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, kuvvetli ağrı kesicilerin bir diğer yan etkisi olan uyuşukluk ve zihin karışıklığı ise ilk birkaç dozdan sonra – belirli bir doz ağrı kesicinin metabolizmanızda sürekli kalmasına bağlı olarak – kaybolmaktadır. Zannedildiği şekilde halusinasyon görme ya da kişilik değişimlerine yüksek dozlarda bile çok nadir rastlanmaktadır.

Önemli konu; bir kanser hastası için daha az etkili ve genel kullanıma yönelik bazı ağrı kesici türlerinin aslında daha büyük yan etkilere neden olabileceğinin bilinmesidir. Yüksek dozlarda kullanılan genel amaçlı ağrı kesicilerin böbreklere ve karaciğere hasar verebileceği, ülsere neden olabileceği, tansiyonu yükseltebileceği ve mide/bağırsak kanamasına yol açabileceği bilinmeli ve doktorunuzun önerisi olmadan kullanılmamalıdır.

Ağrılarınızın şiddeti ne olursa olsun doktorunuza raporlamanız gerekmektedir. Gelip geçen çok ufak bir ağrı hakkında üzülmeniz gerekmese de ağrı kalıcı ve hayat kalitenizi ya da verimliliğinizi etkileyecek şiddette ise vakit geçirmeden araştırılmalı ve tedavisine başlanmalıdır. Ağrının oluştuğu bölge, varsa hangi şartların tetikleyebildiği, hangi şartlarda daha kötüleşebildiği (ya da iyileşebildiği) hakkında notlar tutmak ve farklı ağrıların şiddetini 0 ile 10 arasında bir değer ile kaydederek doktorunuz ile paylaşmak yardımcı olacaktır. Kullandığınız herhangi bir ağrı kesicinin etkisini belirtmek ve deneyebileceğiniz masaj, soğuk ya da sıcak torbaların etkileri gibi fiziksel koşulların sonuçlarını paylaşmanız da oldukça önemlidir.

Hedefiniz doktorunuzun uyguladığı ağrı tedavisi ile konforlu bir yaşama ulaşmak ve yeterli bulmadığınız zaman doktorunuz ile yeni bir plan üzerinde konuşmak olmalıdır. Hayatınıza mizah katmak, akupunktur, akupresür, meditasyon, diğer rahatlama teknikleri ve fizik tedavi de destek olabilecek çözümler arasındadır.

Zindelikler Dileriz..

23 Aralık 2013 Pazartesi

ŞEKER – MEME KANSERi iLiŞKiSiNDE ÇOK YENi BiR “METABOLiK” ARAŞTIRMA



On yıllar boyunca kanser araştırmalarının gölgesinde kalan “metabolizma” odaklı araştırmalar sonunda çok değerli bir bilgiye ulaşılmasını sağlamıştır. Meme kanseri konusunda uzman bir otorite kabul edilen “Lawrence Berkeley National Laboratory – Life Sciences Division”, aerobik glikoliz yani oksijencil glikoz parçalanması veya oksijenin varlığında glikozun metabolize edilmesinin malign hücrelerin kanseröz aktivitesine bağlı olmayan tek başına bir kanseröz aktivite olduğunu kanıtlamıştır.

Araştırmacılar Mina Bissell, Yasuhito Onodera ve Ole Petersen, uzun bir seri analizler sonucunda artan glikoz alımının tetiklediği iki yeni patikanın diğer onkojenik patikaları tetikleyebildiğini kanıtlamış ve şeker almındaki dramatik artışın bir onkogenez nedeni olabileceğini açıklamışlardır.

Doç. Dr. Onodera, öncelikle meme hücrelerindeki glikoz taşıyıcı proteinlerin ekspresyonunu araştırmıştır. GLUT3 adlı glikoz taşıyıcıya odaklanıldığında, konsantrasyonun malign hücrelerde normal hücrelerden 400 kat fazla olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmada insan meme hücrelerinin 3-D kültür ortam gözetiminde yapılaşarak üremeleri ile malign hücrelerin tümör-benzeri kolonileşmesi incelenmiş ve GLUT3 taşıyıcıdaki aşırı ekspresyonun malign olmayan meme hücrelerinin doku polarizasyonunu bozarak kanseröz gelişime yol açtığı gözlemlenmiştir.Tersi de kontrol edilmiş, malign hücrelerde GLUT3 azalımının fenotipik bir ters yapılaşma ile onkojenik patikaları engellediği ve hücrelerin hala malign genom içerdiği halde malign değilmiş gibi davranabildikleri de ortaya çıkmıştır. Bu yeni araştırmanın tanı ve tedavide yeni metodlara yol açacağı hakkında olumlu görüşler bulunmaktadır.

Bu araştırma bizlere hipergliseminin görüldüğü obezite ve diyabet gibi hastalıklarda neden meme kanseri riskinin yükseldiğini açıklamakta, benzer şekilde; kan şekerini düşürücü özellikleri olan metformin gibi bazı ilaçların kanser riskini düşürebileceği hakkındaki bazı yorumların da daha detaylı araştırılmasını gündeme getirmektedir.

Resimlerde (courtesy of Berkeley Labs) insan meme hücrelerinin non-malign 3D kültürü (S1) ve malign kültürü (T4-2) glikoz metabolizmalarının 2-Deoksi D-Glukoz (2DG) ilavesi ile kısıtlanıp engellendiği görülmektedir. Şaşırtıcı bir şekilde; malign hücreler glikoz alımının bastırılması ile “normal” gözükmeye başlamış ve sol taraftaki non-malign hücreye benzemişlerdir. Araştırma sonuçları 19 Aralık 2013 tarihli "Biosciencetechnology" de yayımlanmıştır.

Zindelikler Dileriz…

19 Aralık 2013 Perşembe

KANSERE BAĞLI YORGUNLUKTA TAMAMLAYICI VE ALTERNATiF TIP ÖNERiSi; AKUPUNKTUR



Hastalar tarafından kanser tedavi süreci ve sonrasında hissedilen yorgunluk belirgin bir klinik problemdir. Yaygın olarak görülen ve sıkıntı yaratan bu semptom için farmakolojik müdahalelerin sınırlı bir yararı bulunduğundan birçok kanser hastası “Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp” anlamına gelen CAM-Complementary and Alternative Medicine formlarından yararlanmaya çalışmaktadır.

Destekleyici kanıtlar bulunup bulunmadığına yönelik yapılan araştırmalarda farklı CAM müdahalelerinin kansere bağlı yorgunluğun yönetimindeki rölatif etkilerinin modern metodlar ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Biyomedikal, bakımsal ve uzmansal CAM terapilerinin sistematik olarak araştırmalarında bu gruba girmeyen egzersiz, fiziksel aktivite ve bilişsel davranış terapisi gibi metodlar devre dışı bırakılmıştır.

Oxford Kalite Derecelendirme (OQS) skalası kullanılarak yürütülen çalışmalarda “3” altındaki skorlar düşük kalite ve yüksek oynama anlamına gelirken, üzerindeki skorlar kalitenin yükselmesi ve değişimin azlığı olarak düşünülmelidir. Gerçekleştirilen 15 çalışmanın 12 adedi Randomize Klinik Deneme (RCT) dir ve sıklıklar günlük çalışmadan haftada iki defaya, süreç 5 günden 10 haftaya uzayan aralıklar ile değişmektedir.

Buluntulardan çıkan en önemli öneri haftada 3 seanstan 2 hafta süreli Akupunktur’ un kansere bağlı yorgunluk üzerinde etkili olduğudur. Medikal Çigong ve Restoratif Yoga’ da bir dereceye kadar efektif görülmüştür. Masaj, Hipnoz ve Ginseng hakkında bazı kanıtlar olmasına rağmen metodolojik kalite yeterli görülmemiştir. Multivitaminler, Tibet Yoga’ sı ve Kademeli Kas Esnetme (PMR) ise kansere bağlı yorgunluk üzerinde etkisiz olarak belirlenmiştir.

Tüm çalışmalara rağmen elde edilen kanıtların daha güvenilir ve efektif olması için araştırma şiddetlerinin ve metodlama tarzının değiştirileceği yeni CAM araştırmaları planlanmaktadır.

Zindelikler Dileriz…

Çalışma: Alex Molassiotis, Jennifer Finnegan-John, Prof. Emma Rearn (Kings College, Londra), Prof. Alison Richardson (Southhampton Üniversitesi) : Eylül, 2011

18 Aralık 2013 Çarşamba

TEDAVi SÜRECiNDE iKiNCi GÖRÜŞ

 

İkinci bir doktorun görüşü tedavi sürecinize onay ve güven desteği sağlarken belki de yeni tedavi olasılıklarına ışık tutabilmektedir. Doktorunuz ise ikinci bir fikir alma isteğinize kırılmayacak ve birçok doktor gibi muhtemelen ikinci bir görüş almanız için sizi teşvik de edecektir.

İkinci bir görüş alacağınız uzmanı kendi doktorunuzun önermesini isteyebileceğiniz gibi farklı kaynaklar kullanarak bir başka randevu da ayarlayabilirsiniz. Fakat bu süreç tedavinizin başlangıç planlamasında bir gecikmeye yol açabilecek ise ilk doktorunuzu bu konudan mutlaka haberdar etmeniz ve uzun sürebilecek bir ikinci görüş sürecinin dezavantajları konusunda yorumlarını almanız gereklidir.

İkinci görüş almaya gittiğinizde yanınızda mutlaka tüm medikal kayıtlarınızı, rapor, CD ve imajlarınız bulundurunuz. Orijinal tarama sonuç ve CD leri ikinci bir görüş için raporlardan çok daha önemlidir çünkü doktorunuz bir başka meslektaşının yorumlaması yerine kendi kişisel yorumunu yapmak isteyecek, CD ve imajların yanınızda olmaması ikinci görüş ve tedaviye başlangıç sürecini daha da geriye atabilecektir.

Kafanızda ikinci bir görüşten beklediklerinizin açık olması gereklidir. İlk doktorunuzun önerdiği tedavi planının doğruluğunun onayını ya da olası diğer tedavi planlamaları hakkında bilgi sahibi olmayı bekliyor olabilirsiniz. Böyle durumlarda neden orada bulunduğunuzu ve kendisinin önerilerini ilk doktorunuz ile paylaşacağınızı açıklamanız çok uygun olacaktır. Çoğunlukla ikinci görüşler bir onay anlamını taşısa da eğer doktorlar arasında bir transfer düşünüyorsanız ilk doktorunuzun bunu bilmeye hakkı olduğunu unutmayınız.

Tedavi sürecindeki en önemli konu sizin tedavi adımlarından emin hissetmenizdir. Eğer bir ekstra garanti alma ihtiyacı hissetmişseniz, hiç çekinmeden doktorunuza “İkinci bir görüş alabilirmiyim?” sorusunu yöneltmeniz en doğal hakkınızdır. Çok küçük bir olasılık dahilinde de olsa doktorunuzun bu soru karşısında huzursuz veya kızgın olması ise sizin için bir uyarı anlamı taşımalı ve diğer opsiyon arayışları için cesaretlendirmelidir.

Zindelikler Dileriz…

KAYIP VE BULUNTULAR; ARKADAŞLIKLAR… SÜRPRiZLER…



Kanserin arkadaşlıklara darbesi şok edici olabilir. Bir kanser tanısı aslında ilişkiler açısından sürprizler beklenecek bir test bile kabul edilebilir. Bir kriz anında arkadaşlarımızın destek olacaklarını bekleriz fakat bunun doğru olup olmadığını bir kanser tanısından sonra daha net olarak anlayabiliriz. Bazı şevkat dolu diye tanımlayabileceğimiz ilişki bağları kopabilirken uzaktan zar zor tanıdığımız kişilerin önemli bir konfor ve destek kaynağı olabileceklerini görür ve şaşırabiliriz.

Kanserden herkes korkar fakat bazı kişiler kendi korkularını yöneterek size destek olmayı başaramayabilirler. Değerli bir arkadaşınızın tanınızdan sonra sizi aramaması veya alışverişte gören bir arkadaşınızın görmemiş gibi davranması üzüntü ve sıkıntı verici durumlardır.

Bu davranışları affetmeniz gerekmez fakat onları anlamak ve kaybın aslında onların kaybı olduğunu düşünmek yararlıdır. Bir arkadaşlığın içinizde saklamaya değecek kadar önemli olup olmadığına kararı siz verirsiniz, ve eğer değeceğini düşünüyorsanız: “Birlikte bir kahve ya da yemek için buluşabilirmiyiz?” diye sorabilirsiniz. Fakat bu buluşma gerçekleşir ise kızgın olmamaya ve kırgınlığınızı belli etmemeye dikkat etmeniz gerekir. Suçlamak yararlı olmayacak ama dürüst ve savunma kalkansız yaklaşımınız arkadaşınızın da bir kez daha düşünmesini sağlayacaktır. Eğer herşey umduğunuz gibi gelişmez ise de bu arkadaşlığı korumak için gerekli eforu sarfetmediğinizi düşünerek pişmanlık hissine kapılmanız da gerekmeyecektir. Genellikle oluşan tablo bu kişilerin kendisini size açması, sıcak bir kucaklaşma ve arkadaşlığınızın devamı ile sonuçlanacaktır.

Küçük ipuçları tedavi sürecinde ilişkilerin kontrolünde iyi gelebilecektir. İşte seçtiğimiz bazıları;

1- Tedaviniz başlamadan önce, bulunduğunuz her sosyal gruptan (işyeri, okul, dernek, vs.) güvendiğiniz tek bir arkadaşınızın sizinle ilgili bilgileri diğerleri ile paylaşmasını organize ediniz. Bu arkadaşınız ayrıca ziyaretçi kabul etme durumunuzu ve mail, telefon ya da destek isteklerinizi de yönetecektir.
2- Adınıza bir web sitesi açmak, arkadaşlarınızı gelişmelerden haberdar etmek ve yardım ihtiyaçlarınız konusunda bilgilendirmek her iki taraf için de tedirginlik ve çekingenlik yaratmayacak çözümlerden biridir.
3- Gizli tutmak istediğiniz her türlü bilgiyi paylaşmamanız ve konusu geçtiğinde “Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.” diye cevaplamanız doğal ve yararlıdır.
4- Vakit ve enerjinizi kimlerle paylaştığınız konusunda hassas olunuz. Bazı arkadaşlarınız kemoterapinize eşlik ederek size rahatlık sağlayabilecekken, bir diğeri sizi yemek ya da sinemaya götürmede daha başarılı olabilecektir.
5- Tedavi sürecinde yardım eden kişilere yazılı olarak teşekkür etme, not yazma gibi bir lüksünüz yoktur. “Teşekkürler” kelimesi yeterli olacaktır.
6- Arkadaşlarınızın davranışlarına ve kullandıkları kelimelere dikkat ediniz. Bazı kişiler tedaviniz hakkındaki gelişmeleri ilgiyle takip ederken kişisel duygularınızı dinlemeye istekli veya hazır olmayabilirler. Farklı konuları farklı kişiler ile konuşmayı yönetebilmek sürece katkı sağlayabilecektir.
7- Yeni arkadaşlara açık olunuz. Hiçkimse sizi aynı tanıya sahip biri gibi anlayamayacaktır. Bekleme salonunda başlayan ve destek gruplarında devam eden arkadaşlıklar sizin için en değerlilerindendir, unutmayınız !

Zindelikler Dileriz…

(Boston Beth Israel Deaconess Medical Center, Onkoloji Sosyal Merkezi Şefi ve bir meme ca survivor' ı olan Hester Hill Schnipper’ ın bir yazısından uyarlanmıştır.)

15 Aralık 2013 Pazar

KiMYASAL İÇERMEYEN BiR SABUN; KASTiLYA SABUNU



Kastilya sabununun kökeni İspanya Kastilya Krallığı’ dır. “Sapo Castilliensis” adı ile bilinen sabun, kimyasalsız, organik, çevre dostu bir sabundur ve alkol, petrol türevleri, renklendirici ile yapay köpük vericiler içermez. Sadece saf zeytinyağı ile üretildiği için rengi beyazdır ve alıştığımız şekilde farklı katkılara sahip yeşil ya da başka bir renk zeytinyağı sabunlarına benzememektedir.

Saf zeytinyağının özellikleri olan A, D, E ve K vitaminleri zenginliğine sahip olan Kastilya sabunu, cilt, saç, sivilceler, kimyasallara bağımlı allerjik reaksiyon ve tahrişler üzerinde etkili olmasının yanında evinizin / hayatınızın birçok yerinde kimyasallar / deterjanlar yerine de kullanılabilir ve sizleri kanserojenlerden uzaklaştırabilir.

Bulabileceğiniz katı ya da sıvı üretim modellerine göre kullanım alanlarının bazıları şu şekildedir;

1. ŞAMPUAN: Deterjan bazlı standart şampuanınız yerine 1:3 oranında su ile karıştırarak hazırlayacağınız şampuan sağlıklı bir saç derisi ve saçlara sahip olmanızı sağlar.
2. BULAŞIK SABUNU : Bulaşıklarınız ve mutfak malzemelerinizin yıkanmasında evye ya da bulaşık kabınıza ekleyeceğiniz birkaç damla Kastilya sabunu nane şekeri kokusu katarak temizleyeceği kirli bulaşıklarınız üzerinde bir film tabakası bile oluşturmayacaktır.
3. ÇAMAŞIR DETERJANI : 30 ml (2 yemek kaşığı) kadar Kastilya sabununa ¼ çay kaşığı oranında karıştıracağınız karbonat (sodyum bikarbonat) ile çamaşırlarınız (elde yıkamada) temiz ve hoş kokulu olacaktır.
4. TUVALET TEMiZLiĞi : Bir kova içerisinde karbonat ile karıştırıp fırça ile uygulanabilir hale getirerek rahatlıkla kullanabileceğiniz bir tuvalet deterjanına sahip olacaksınız.

Zindelikler Dileriz…

13 Aralık 2013 Cuma

2013 SAN ANTONIO MEME KANSERi SEMPOZYUMU – 12 Aralık 2013 ANASTROZOL, LETROZOL VE EKSEMESTAN KULLANAN KADINLARDA OLUŞABiLEN EKLEM AĞRILARINDA EGZERSiZiN FAYDALARI



Cerrahi müdahale ve diğer ana tedavilerden sonraki 5 yıl süresince evre 1-3 arası ve hormon reseptörü pozitif post-menopoz kadınlarda aromataz inhibitörü (AI) (ç.n.; Arimidex, Femara, Aromasin) kullanılması önerilmektedir ve bu grup tüm meme kanseri tanısı olan kadınların yaklaşık % 70 ini oluşturmaktadır. AI kullanan hastaların % 50 si ise artralji, eklem ağrısı ile eklemlerde katılık raporlamaktadır ve bu yan etki hastaların ilacın tedavisini yarıda bırakmasında da en sık rastlanan nedendir.

Yale Cancer Center, Kanser Korunma ve Kontrol Araştırma Programı eşbaşkanı ve Yale School of Public Health kronik hastalıklar epidemiyolojisi doçenti Melinda L. Irwin, Ph.D., M.P.H. konu ile ilgili şu açıklamaları yapmıştır;

“Aromataz inhibitörler hormon reseptörü pozitif meme kanseri hastalarının efektif tedavisinde önemli bir rol oynamaktadır. Ne yazık ki, birçok hasta hoş olmayan yan etkiler nedeni ile ilaçlarını bırakmaktadırlar. Biz bu çalışmamızda egzersizin AI kullanımının en yaygın yan etkisi olan eklem ağrılarını engellemekte etkili olabileceğini gösterdik. Sonuçlar, AI’ ye bağlı eklem ağrısı ve tedaviye sadakat ile hayat kalitesi açısından oluşturulabilecek klinik müdahalelerde umut verici bir ilk adım olmuştur.”

Bu randomize denemede Irwin ve arkadaşları AI kullanımından doğan eklem ağrıları yaşayan kadınların bir grubunu bir yıl süreli olarak oluşturulan bir egzersiz programına adapte ederek standart tedavi grubundaki kadınlar ile karşılaştırmışlardır. Egzeriz programına katılan kadınlarda eklem ağrıları, ağrı yoğunluğu ve etkileşimi % 20 oranında azalmış, diğer grupta ise artmış ya da aynı derecede kalmıştır. Egzersizin katkısında yaş, evre, kemoterapi ve/veya radyoterapi almış olmanın ve AI kullanım süresinin etkisi ise görülmemiştir.

Araştırmacılar doz-cevap etkisi de gözlemlemiş ve gözetimli egzersiz programının en az % 80 lik bir bölümüne katılmış olan kadınlardaki ağrı yoğunluğunda % 25 azalma kaydedilirken % 80 den az katılım yapabilen kadınlarda oran % 14 olarak ölçülmüştür. Benzer şekilde kardiyorespiratuar fitness seviyelerinde % 5 artış sağlanabilen kadınlarda eklem ağrılarında % 29 düşüş gözlemlenirken kardiyorespiratuar artışın çok az sağlanabildiği kadınlarda ağrılar sadece % 7 azalmıştır.

Çalışmada evre 1 – 3 tanı almış, hormon reseptörü pozitif olan 121 post-menopoz ve AI kullanan kadın yer almıştır ve tümü fiziksel olarak egzersiz yapmaya müsait oldukları halde bir egzersiz programına kayıt yaptırtmadıklarını belirtmişlerdir. İçlerinden 61 kadın haftada 2 seanslık gözetimli direnç ve ağırlık programına ilave haftalık 150 dakikalık en az orta-şiddette aerobik egzersiz (örneğin; tempolu yürüyüş) programına alınmışlardır. Bu egzersiz reçetelendirilmesi hem sağlıklı bireyler hem de kanser survivorları için güncel bir tavsiye olarak açıklanmıştır.

Irwin ve arkadaşları egzersizin AI’ e bağımlı ağrılara etki mekanizmalarını vücut ağırlığı, enflamasyon ve kas gücü açılarından da bir yıl süreli egzersiz döneminin başı, ortası ve sonunda ayrı ayrı olmak üzere detaylı olarak inceleyeceklerdir. Bu çalışma National Cancer Institute (NCI) tarafından fonlanmıştır.

Sn. Melinda Irwin, aynı zamanda ACSM tabanlı "Pembeye ve Hayata" egzersiz programımızın şekillendirilmesi ve Human Kinetics kural lisanslamasında da bizlere destek olmuştur.
Kendisi ve arkadaşlarına bir kez daha teşekkür ederek sizlere zindelikler diliyoruz...

11 Aralık 2013 Çarşamba

LENFÖDEMDE ERKEN TANI iÇiN ÖNERiLER



Lenfödem oluşumlarının % 80 kadarı bir kısım lenf nodlarının alındığı türde meme kanseri tedavisini takip eden ilk üç yıl içerisinde görülmektedir. Fakat bu olasılık hakkında hanımların az bir oranı bilgilendirilmekte ve lenfödemin basit bazı “erken tanı” yöntemleri anlatılmamaktadır.

Lenf nodlarının alındığı koldan - doktorlarınızın da üzerinde önemle durduğu şekilde – herhangi bir işlem (tansiyon ölçümü, enjeksiyon, v.b.) yaptırtmasanız bile lenfödem oluşumu başlayabilmekte ve verdiği zorluklar ile ağrı yanında enfeksiyon riskinizi de yükseltmektedir.

Meme kanserinin kendisi gibi, lenfödemi de erken teşhis edebilmek tedavide başarıyı arttırmaktadır. Kol çapınızda oluşabilecek ve sizin önem vermediğiniz ya da farkına varmadığınız küçük değişimler, çoğunlukla karıncalanma, uyuşukluk, duygusuzluk gibi birkaç gün kendisini belli ettikten sonra yok olan geçici “his değişimleri” aslında görünebilir hale gelmeden önce bir lenfödem habercisi olabilmektedir. Yani; “Birşeyler farklıysa, birşeyler değişiyordur.”

Lenfödem genelde kademeli olarak kendisini belli etse de bazen ani problemler de görülebilmektedir. Bu gibi durumlar pıhtılaşma, enfeksiyon veya kanserin lenfatik sistemi etkileyen bir nüksü olarak düşünüldüğünden en kısa sürede bir doktora ulaşmanız büyük önem taşımaktadır.

Lenfödem oluşumunun erken tanısı için size faydalı olabilecek ve sizi uygun terapistlere yöneltecek bazı belirgin işaretler şunlardır;

* Parmağınız ile bastırdığınız bölgede bir çukur oluşarak uzun süre kalması,
* Cilt yüzeyinin cilalanmış gibi parlak bir görünüm alması,
* Kızarıklık, doku değişimi ve ağrı başlangıçları,
* El, kol, göğüs ve/veya kol altlarında ısı artışı, his değişimleri, konforsuzluk,
* Ateş ve grip-benzeri semptomlar

Evre I lenfödem, kollarınızı yukarıya doğru kaldırarak müdahale edebileceğiniz türdür. Evre 2 ve 3’ e gelindiğinde ise dokuda kalınlaşma dışında, protein-zengini sıvının birikiminin yol açacağı bakteriyel enfeksiyon riski artacağından kendi kendinize erken teşhise dikkat etmenizi tavsiye eder, zindelikler dileriz…

9 Aralık 2013 Pazartesi

LENFATiK SAĞLIK iÇiN GÜLMEK :)



Gülmenin ruh sağlığına iyi geldiği söylenir fakat gülmek aynı zamanda fiziksel sağlık için de gereklidir. Meme kanseri gülünebilecek bir durum değildir fakat gülmek iyileşme amacı ile de kullanılabilir.

Stres ve korku sadece oksijeni değil, hayattan keyif almayı da kısıtlayarak sindirim, solunum, dolaşım ve lenfatik sistemlerinin optimum seviyede çalışmasına etki eder. Oksijen akışının sınırlanmasının bir etkisi de lenfatik sistem üzerinde gerçekleşir ve metabolizma için gerekli besinlerin taşınması ile kirleticilerin temizlenerek atılması zorlaşır.

Meme kanseri tedavisinde yer alan cerrahi müdahale sonrası taviz verilen lenfatik sisteme tedavi sonrası yaşamda oldukça itinalı yaklaşılmalıdır. Egzersiz, temiz ve taze su, derin nefes ve doğru beslenme yanında gülmek de lenfatik sistem fonksiyonalitesini yükseltebilen faktörlerdendir.

“Günlük ve Düzenli Gülebilme” nin faydaları hakkındaki araştırmalar devam ettikçe ortaya ilginç yararlar çıkmaktadır. Bunların arasında;
* Hızlı bir şekilde stres, korku, ağrı ve depresyondan uzaklaşabilme,
* Hayat destek sistemlerine yeni endorfin ve sağlıklı kimyasallar salgılayarak sağlıksız bir ortama etki edebilme,
* Perspektif ve denge algılamalarının geri dönüşü ile umut hissinin yenilenmesi ve,
* Vücuda taze oksijen girişinin uyarıcı etkisi ile lenfatik sistemin desteklenerek kanserojenleri daha fazla temizleyebilmesi bulunmaktadır.

Meme kanseri tanısı hayatın keyifli anlarını uzaklaştırıyormuş gibi görünse de kahkaha yogası, eğlendirici kitaplar, komedi filmleri ve sizi güldüren kişiler ile birlikte vakit geçirmek vücudun, ruhun ve lenfatik sistemin restorasyonu için en büyük yardımcılardandır.

Zindelikler Dileriz…

8 Aralık 2013 Pazar

KANSER TEDAViSi ve AĞIZ PROBLEMLERi



Kemoterapi hızla bölünen hücreleri hedeflemekte ve iyisini kötüsünü ayırmamaktadır. Ağızda bulunan hücreler ise en hızlı bölünüp çoğalanlar grubunda olduğundan kemoterapi süresince ağız içi nemli dokusunun, diş ile diş etlerinin ve tükürük bezlerinin etkilenmesi doğaldır. Sonuç ise enflamasyon sonucu oluşan ağrı, salya azalmasının neden olduğu ağız kuruluğu, ağıziçi tad alma tomurcuklarının tahriş olması nedeni ile “metal tadı” denilen tad değişimleri ve tabiki ağız yaralarıdır…

Kemoterapi sürecinde kendi kendine iyileşebilen bu “mukozit” durumu 2 – 4 hafta sürebilse de radyoterapi sürecinde 6 – 8 haftaya kadar uzayabilmektedir. Tanı sonrası hemen bir diş hekiminden randevu alarak kemoterapi öncesi gerekli önlemleri almanın olası yararları ise şu şekilde özetlenebilmektedir;

* Yetersiz beslenmenin önüne geçilmesi,
* Dehidrasyon (susuz kalma) sorunlarını ortadan kaldırabilme,
* Diş eti enfeksiyonlarını ve uzun dönemde diş çürümesinin engellenmesi,
* Yediklerinizin mümkün olduğunca kendi tadına yakın hissedilmesi,
* ve eğer var ise takma dişlerinizin tedavi boyunca yerinde muntazam ve verimli kalmasının sağlanması.

Ağız korumanız için “National Cancer Institute” önerilerinden bahsedecek olursak;

* Yemekten sonra ağzınızı mutlaka temizleyiniz.
* Yumuşak kıllı bir fırça ile günde 2 – 3 kez, 2 – 3 dakika fırçalayınız.
* Kıl fırçanın kullanılamadığı durumlarda sünger fırça kullanınız ve antibakteriyel çalkalama yapınız.
* Diş fırçanızı kıllarının daha da yumuşak olabilmesi için sıcak su içerisinde bekletiniz.
* Aşırı tad tahriş yapabileceğinden yumuşak tad içeren diş macunu kullanınız.
* Ağız gargarası için aşağıdaki üç seçenekten birini deneyerek kullanınız:
a- 1 litre su içerisinde 1 çay kaşığı tuz,
b- 250 ml su içerisinde 1 çay kaşığı karbonat,
c- 1 litre su içerisinde ½ çay kaşığı tuz ve 2 yemekkaşığı karbonat.
* Diş eti koruması için antibakteriyel çalkalamayı günde 2 - 4 kez, 1 – 2 dakika süre ile deneyiniz.
* Ağız kuruluğu durumunda fırçalama adedinizi yükseltip ayrıca günde 1 kez diş ipi kullanınız.
* Dudaklarınızın kuruma ve çatlamasını önlemek için dudak koruyucu/bakımı kullanınız.
* Bol su tüketiniz ve ÖZELLiKLE KEMOTERAPi ALIRKEN BUZ PARÇACIKLARI EMiNiZ.
* Çiklet, şekerleme ve sert şekerlerden uzak durunuz.
* Acı ve asidik besinleri (limon benzeri) tüketmeye ara veriniz.
* Yumuşak besinler tüketiniz. Çiğneme sorunlarınız oluşursa yemeğinizi yoğurt, yemek suyu ve diğer sıvılar ile yumuşatınız.
* Yemekleriniz ile birlikte sıvı yudumlayarak lokmalarınızın ilerlemesini kolaylaştırınız.

Ağız çalkalama suları ağrı ve enflamasyonu azaltmaktadır fakat market alışverişlerinde KESiNLiKLE ALKOL iÇEREN ÜRÜNLER ALINMAMALI VE KULLANILMAMALIDIR. Eğer kullandığınız ağız suyu size fayda sağlamaz ise diş hekiminize başvurarak kendisinin önereceği özel bir formülü (genellikle antibiyotik, antihistaminik, anestezik, kortikosteroid ya da yapay salya benzeri etken madde) kullanınız.

Zindelikler Dileriz…

4 Aralık 2013 Çarşamba

BRCA2 MUTASYONLU AiLEDEN GELEN FAKAT KENDi TESTi NEGATiF KADINLARDA DEVAM EDEN RiSK



“Cancer Epidemiology, Biomarkers & Prevention” da 27 Kasım 2013 tarihli yayınlanan araştırmaya göre BRCA2 gen mutasyonlu aile kökenine sahip olduğu halde yapılan BRCA testlerinde negatif tanı almış kadınların meme kanserine yakalanma oranları normal popülasyona göre yine de yaklaşık 5 kat fazladır.

Ingiltere, Manchester, St. Mary's Hospital’ dan D. Gareth R. Evans, MBBS, MD ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği ve American Association for Cancer Research (AACR) tarfından 3 Eylül’ de kabul edilen araştırmada 807 farklı BRCA1 ve BRCA2 patojenik mutasyon taşıyıcı aile içerisinde 1. derece yakınları olduğu halde yapılan testlerde negatif bulunmuş kadınlar ele alınmıştır.

Araştırma sonuçlarında BRCA1 mutasyonuna sahip 1. derece yakınları olduğu halde testlerde negatif görülmüş kadınların meme kanserine yakalanma risklerinin 1.77 kat, fakat BRCA2 mutasyon kökenli aileden gelen kadınlarda 4.57 kat fazla olduğu gözlemlenmiştir.

Ulaşılan sonuçlar BRCA mutasyonu taşıyan aileden geldikleri halde kendi testleri negatif çıkan kadınların yüksek risk grubunda kalmaya devam ettikleri yönündedir ve sıkı kontrollere devam edilmelidir.

Zindelikler Dileriz…