28 Şubat 2014 Cuma

AROMATAZ iNHiBiTÖRLERi – OSTEOPOROZ VE KALP HASTALIKLARI



MedicalXxpress, 27 Şubat 2014

Almanya’ da Hamburg ve Rhine-Neckar Karlsruhe bölgesinde 50 – 74 yaş aralığındaki 2,542 meme kanseri hastası hanım üzerinde kanser tedavisi sonrası osteoporoz, kalp hastalığı ve yüksek tansiyon gelişimini tetikleyen risk faktörlerini araştırmayı hedefleyen MARIEplus araştırmasının sonuçları açıklandı.

Özellikle herceptin (trastuzumab) kullanan üst yaş grubundaki hanımlarda yüksek vücut kitle endeksinin hipertansiyon nedeni olduğu ve endeksin 30 kg/m2’ den büyük olmasının riski ikiye katladığının belirlendiği araştırmada düşük vücut ağırlığının ise osteoporoza neden olduğu, bu durumda da endeksin 22.5 kg/m2’ den küçük olması halinde riskin ikiye katlandığı belirlendi. “Obi” araştırma grubu tarafından bulguların daha önceki araştırmalar ile tutarlı olduğu ve aromataz inhibitörlerinin meme kanseri ‘survivor’ u hanımlarda kalp hastalığı ve osteoporozu tetikleyebileceği tekrar belirtildi.

Kardiyo çalışmaları ve vücut kitle endeksinizin düzenlenmesi açısından haftanın üç günü ücretsiz olarak sunduğumuz egzersiz programlarımıza pembeyevehayata@gmail.com adresimize başvurarak katılabileceğinizi tekrar belirtir, zindelikler dileriz.

RALOKSiFEN’ iN ÜÇLÜ NEGATiF MEME KANSERi TEDAViSiNE KATKI SAĞLAYABiLECEĞi HAKKINDA ARAŞTIRMA



27 Şubat 2104

Oregon Devlet Üniversitesi (OSU) tarafından gerçekleştirilen bir araştırma post-menopoz kadınlarda östeoporoz tedavisi için kullanılan bir ilaç olan Raloksifen’ in bazı tip meme kanserleri için de efektif olabileceğine dair bulgular edinilmesini sağlamıştır.

1997 yılında FDA tarafından post-menopoz kadınlarda kemik kaybının önlenmesi, 1999 da ise östeoporoz için onaylanan Raloksifen, 2007 senesinde yüksek invaziv meme kanseri risk grubundaki post-menopoz kadınlarda riskin azaltılması amacıyla da FDA onayını almıştır. Raloksifen, östrojenin reseptörlere bağlanmasını bloke ederek meme kanseri hücre bölünmesini bastırabilmektedir.

OSU araştırması Raloksifen’ in üçlü negatif tipte meme kanseri için de efektif olabileceğini göstermiştir. Genç kadınlarda daha çok rastlanan ve tüm meme kanserleri içerisinde % 15-20 arasında bir sıklıkla görünen üçlü negatif meme kanseri, reseptörleri bulunmadığından dolayı tamoksifen veya herceptin tedavilerine cevap vermemektedir. Raloksifen ise östrojen reseptörü bulunmayan kanser hücrelerindeki (AhR) aryl hidrokarbon reseptör proteinine bağlanarak kanser hücrelerini öldürebilmektedir.

Araştırmacı Ed O’Donnell, AhR protein oranı yüksek olan kadınlarda yaşam beklentisinin de yüksek olduğunun belirlenmiş olduğunun altını çizmiş, araştırmacı Siva Kolluri ise artık AhR spesifik proteinine odaklı yeni ilaçlar geliştirilebileceğini belirtmiştir. Raloksifen’ in de yeni amaçlar için geliştirilme potansiyeli bulunduğu gözlemlenmiştir.

Tüm araştırma laboratuvar ortamında ER negatif meme kanseri hücrelerinin apoptosis teşviki üzerinde gerçekleştirilmiş olup Raloksifen’ in meme kanseri tedavisindeki güvenliği hakkında henüz bir klinik çalışmaya başlanmamıştır.

Zindelikler Dileriz...

25 Şubat 2014 Salı

NOBEL ÖDÜLÜ SAHiBi JIM WATSON iLE SÖYLEŞi; DiYABET iLACI METFORMiN ZOR KANSERLERE KARŞI



European School of Oncology – Cancer World – Eylül & Ekim 2013 KAPAK HiKAYESi – Anna Wagstaff’ ın yazısından özetle tercüme edilmiştir.

Bölüm 1

Jim Watson ve Francis Crick’ in DNA daki çift heliks yapıyı çözmeleri ve kanserin yapısını anlaşılabilir kılmalarının ardından geçen 60 yıl içerisinde hala görünürlerde ileri evre için bir tedavi bulunmamaktadır. Şimdilerde ise bu ikiliden hayatta bulunan ve İnsan Genom Projesi’ nin ilk lideri olan Watson, kanserin tedavisi için genetik yaklaşımların ihtiyacımız olan atılıma yararı olup olmadığını sorgulamaktadır.

85 yaşında olan ve bilgi birikimini tedavi edilemez kanser problemleri üzerine odaklayan Watson’ ın vardığı sonuç şudur; “Kanseri tedavi etmek için kanser hücrelerini öldürmek zorundasınız. Hedefe yönelik biyolojik terapiler kanser hücrelerini öldürmez ve yakın bir gelecekte de bunun pratik bir yöntemini bulmak zordur. Stratejimizi değiştirme zamanı gelmiştir.”

Watson’ ın hedefe yönelik terapiler konusunda vardığı nokta ciddidir. “Hiç şüphe yok ki inhibitörler aktif ve etkin mutasyon bulunan kanserlere karşı etkilidir. Fakat bu belirli yüzde içerisindeki kişiler için bile inhibitörler sadece bir yıl süre ile yarar göstermektedirler. Sonra kanser direnç göstermektedir. Kanser sektörü ise bu direnci görmezlikten gelerek ‘biz de yeni bir ilaç buluruz’ yöntemine başvurmaktadır. Problem ise bir ilaca karşı direnç gösterebilen kanserin bu direnci sıra ile diğer ilaçlara da göstereceği ve tüm ilaçların efektifliği kaybolduktan sonra kanserin tedavi edilemez olacağıdır.”

“Biz gerçekte hücreyi öldürmenin, sadece öldürmenin, ne kadar önemli olduğunu kavrayamadık. Tüm kaliteli kemoterapi ilaçları apoptosis yaratır ve Puf ! Hücreler ölür. Hedefe yönelik terapiler ise öldürmeyerek sadece gelişimini durdurur."

Son birkaç yıldır Watson tüm dikkatini kanser hücrelerinin ortak özelliklerine yöneltmiştir; özellikle de evresi, mutasyonu, özellikleri ne olursa olsun tedaviye direnç gösteren türlerine. Watson, HER2 gibi “Herzaman Açık” sinyalleri bastırmak yerine bu “Herzaman Açık” kanser hücrelerinin ortak metabolik özellik ve anahtar düzenlerindeki bir zayıflığı bulmaya çalışmakta ve bir tip 2 diyabet tedavisi olan Metformin’ in bazı hayati ipuçları taşıdığına inanmaktadır. Birçok kanser türüne karşı koruma sağladığı düşünülen Metformin, Watson sayesinde tedaviye oldukça direnç gösteren kanser kök hücrelerinin öldürülebilmesi amacı ile klinik denemelere alınmıştır.

Metformin, tam Watson’ ın aradığı ilaçtır ve görünüşe göre tedavisi zorlu olan kanserlerde daha fazla işe yaramaktadır. “Metformin ile ilgili en ilgi çekici nokta üçlü-negatif meme kanseri hücrelerini öldürme üzerindeki başarısının lobüler meme kanseri hücrelerinden fazla olmasıdır. Yani, akıllı kanserleri öldürmektedir.” Metformin’ in güçlü p53 tümör bastırıcı genlerinin her iki kopyasını da kaybetmiş kanser hücrelerini öldürmede de p53 genlerine sahip olanlardan daha etkili olduğunu belirten Watson bu ilacın mutasyonlu geç-evre kanserlerde kendisini kanıtlayabileceğini umduğunu belirtmiştir.

Watson bu konuda Montreal McGill Üniversitesi Onkoloji / Kanser Korunma departmanı yöneticisi Michael Pollak’ ın “Cancer Discov 2012, 2:778-790” bölümlü araştırmasına da dikkat çekmektedir. “Metformin, stres ve baskı kaldıramayan hücreleri öldürür” sonucuna ulaşılmış bu araştırmanın anlamı ise Watson için şudur; “Stres ile başetmemizi sağlayan sistemlerimizi baskılayan bir ilaç bulmamız gereklidir.”

Devam edecektir…

24 Şubat 2014 Pazartesi

TURNA YEMiŞi (CRANBERRY; ACI YEMiŞ) BAĞIŞIKLIK SiSTEMiNE DESTEK OLARAK SOĞUK ALGINLIĞI VE GRiP SEMPTOMLARINI MiNiMiZE EDiYOR



Kış mevsiminde olduğumuz bu günlerde doğal yoldan bağışıklığımızı arttırarak soğuk algınlığı ve grip semptomlarından olduğunca az etkilenmeye çalışmamız gereklidir.

Aralık 2013 de tamamlanan yeni bir klinik araştırma turna yemişinin bağışıklık sistemine destek olarak bu tip semptomları azalttığını belgelemiştir. Yalnız bu araştırmanın detaylarına girmeden öncelikle turna yemişi hakkında biraz bilgi vermek yerinde olacaktır.

İngilizce adı ‘Cranberry’ olan bu üzümsü meyvenin isminin tercümesinde bazı yanlışlıklar yapılarak ‘kızılcık, yaban mersini’ gibi aynı türe ait meyveler ile özdeşleştirildiği görülse de aslında cranberry, kızılcık ya da yaban mersini değildir. Vaccinium cinsine giren meyvelerde ismi “Crane = Turna ve Berry = Yemiş” den gelen turna yemişi ülkemizde Karadeniz bölgesinde üretilmeye çalışılmaktadır fakat acı olduğundan taze tüketimi pek tercih edilmemekte, parçalanıp, kurutulduktan sonra tatlandırılarak aktarlara ulaşmaktadır. Kırmızı renktedir ve tatlandırılmış olduğu için şeker hastalarının tüketimine uygun değildir.

Turna yemişi çok belirgin antioksidan aktivite gösteren organik asitler ile proantosiyanidin ve antosiyaninleri de kapsayan fitokimyasallar içermektedir. Nantz MP, et al. Nutr J. 2013;12:161 referansı ile yayımlanan yayımlanan randomize, çift-kör (araştırmaya veya deneye katılan denekler ile araştırmayı veya deneyi uygulayan kişilerin araştırmanın asıl amacından veya kimin kontrol, kimin deney grubunda bulunduğundan haberi olmadığı bir tür kontrollü araştırma ) ve plasebo kontrollü paralel araştırmada 10 hafta süre ile günlük 450 ml düşük kalorili turna yemişi içeceği kullanılmıştır. Araştırmacılar bağışıklık sistemi fonksiyonalitesi için önemli olan periferik kan mononükleer hücreleri hedeflemişledir ve deneklerin soğuk algınlığı ile grip semptomlarını raporlamaları istenmiştir.

10 hafta sonunda turna yemişi içeceği tüketen grupta gamma-delta T-hücrelerinin (patojenlere karşı ilk savunma hattı olan bağışıklık hücreleri) proliferasyon indeksinin 5 kat fazla olduğu gözlemlenmiştir. Hastalığa yakalanma oranında değişiklik kaydedilmemiş fakat semnptomlar oldukça azalmıştır. Araştırma sonucu olarak turna yemişi içeceğinin epitelyumda yer alan bu savunma hücrelerinin etkisini arttırdığı ve soğuk algınlığı / grip semptomlarını azalttığı açıklanmıştır.

Zindelikler Dileriz…

22 Şubat 2014 Cumartesi

FOLiK ASiT ve MEME KANSERi iLiŞKiSi



Folik asit, özellikle hamilelik dönemindeki kadınlar arasında yaygın kullanılan bir destek olarak bilinmektedir fakat yeni bir araştırma B vitamini formu olan folat ve sentetik formu folik asidin yüksek dozajlarda kullanımının meme kanseri oluşum riskini arttırabildiğini göstermiştir.

Kanada St. Michael's Hospital araştırmacılarından Dr. Young-In Kim, baş yazarlığını yaptığı çalışma ile ilgili açıklamasında Kuzey Amerika kıtasında yaşayan meme kanseri hastası ve survivor’ ı kadınların yüksek oranlarda folik aside maruz kaldığını ve bunun nedenlerinin tanıdan sonra multi-vitamin desteği kullanımın artışı ile gıda endüstrisinin yiyeceklerde folik asit güçlendirmesi yapmaya başlaması olduğunu belirtmiştir.

1998 yılından beri beyaz un, makarna ve mısır ürünlerinde folik asit takviyesi uygulamasına başlanması özellikle son 10 yıl içerisinde yiyeceklerden folat alımını yaklaşık 10 kat yükseltmiştir. Vitamin / mineral takviyesi kullanımının normal popülasyondaki oranı % 50 iken kanser hastalarında % 64 – 81 arasında olduğu da bilinmektedir. Ispanak gibi yeşil yapraklılar, brokoli, mercimek, yumurta sarısı ve portakal gibi ürünlerin birer doğal folat kaynağı olmasına ilave olarak alınan folik asit takviyesi ve gıda endüstrisi ürünlerinden alınanların toplamının National Institutes of Health tarafından önerilen günlük 400 mcg dozajının üzerinde olması ise meme kanseri açısından bir tehlike oluşturmaktadır.

Dr. Kim ve arkadaşlarının çalışmasında alınan sonuç günlük önerilen dozajın 2.5 ile 5 katı arasının ön-kanseröz ve kanseröz meme bezi hücrelerinin gelişimine olanak sağladığı ve beslediğidir. Folat ile alkol tüketimi arasındaki ilişki ise şu şekilde açıklanmıştır; “Düşük folat takviyesi orta ve yüksek oranlarda alkol tüketen kadınların meme kanseri riskini azaltırken, bahsedilen yüksek oranlar tam tersine riski yükseltebilmektedir. Alkol tüketimi az olan kadınlarda ise bu durum geçerli değildir.” Araştırma ile ilgili tüm detaylar 23 Ocak 2014 tarihli Journal PLoS ONE’ da yayımlanmıştır.

Zindelikler Dileriz…

ANTiDEPRESAN PAXIL’ iN ÖSTROJENE ETKiSi VE TAMOKSiFEN VERiMiNi AZALTMASI HAKKINDA YENi BiR ARAŞTIRMA



18 Şubat 2014

Hergün maruz kaldığımız yüzlerce kimyasal arasında sağlığımızı etkileyen ve özellikle de kanser riskini arttırabilen bileşenleri tanımlamak bir tuz kavanozunda şeker tanesi aramak ile eşdeğerdir. Birçok kimyasalın vücuttaki östrojen aktivitesini etkileyebileceği göz önüne alınarak California Meme Kanseri Araştırma Programı (17UB-8701) çerçevesinde çevresel kimyasalların meme kanseri gelişimi üzerindeki etkilerini konu alan araştırmada antidepresan Paxil (paroksetin) bir östrojen destekleyicisi olarak belirlenmiştir.

City of Hope, Kanser Biyolojisi Bölümü araştırmacılarından Prof. Shiuan Chen, Ph.D. tarafından Toxicological Sciences da yayımlanan araştırmada meme kanserlerinin yaklaşık % 70 oranındaki bölümünün östrojene duyarlı olduğunun altı çizilerek bu tip hastalarda Paxil’ in tamoksifen terapisinin etkisini azalttığı ve diğer bazı ilaçlar ile etkileşim olasılığının da bulgulandığı açıklanmıştır.

AroER tri-screen™ testi ile 1536 bileşenin östrojen üzerindeki etkilerinin hızlı analizinin yapılabildiği araştırma NIH - National Institutes of Health tarafından P30CA33572 kod numarası ile desteklenmiştir.

Zindelikler Dileriz…

18 Şubat 2014 Salı

“KANSER” TANIMLAMASINDA DEĞiŞiKLiK GÜNDEMDE



abcnews.go.com/Health
NCI (National Cancer Institute) için çalışan bir bilgi grubu “kanser” tanımlamasında değişiklik yapılarak yaklaşım, tanı ve tedavi ile ilgili değişim gerektiğini bildirmiştir.

Grup, DCIS (duktal karsinoma in situ) gibi pre-malign meme kanseri durumlarında “karsinoma” kelimesinin çıkartılarak tanının korkutucu olmaktan uzaklaştırılması gerekliliğini açıklamıştır.

American Cancer Society medikal ve bilimsel yöneticisi olan Dr. Otis Brawley bu tanım değişikliği ile hasta ve doktorların gereksiz agresif tedavilerden kaçınarak “yarardan fazla zarar” oluşumunun önüne geçilmesinin amaçlandığını belirtmiştir.

ABD’ de bulunan yaklaşık 12 milyon kanser hastasının % 25 - % 30’ luk bölümünün gereksiz tedavi aldığı konusunda konuşan Dr. Brawley, aslında ön-kanseröz diye bilinen vakaların 1980’ lerde klinisyen ve hasta hakları savunucuları tarafından “kanser” diye adlandırılmaya başlandığını fakat artık eski terimlere geri dönülmesinin gerekliğinin patalojik bulgular ile de daha orantılı olacağını açıklamıştır.

Yeni tanımlamalar ile ilgili haberler sonrasında “ACS Hotline”ı arayan kanser hastalarının soruları doğrultusunda artık “survivor” tanımlaması kapsamında da değişiklikler gündeme gelebilecektir çünkü haber sonrasında arayan bazı hanımlar artık “survivor” olmadıklarını düşündüklerini belirtmişlerdir.

Zindelikler Dileriz…

16 Şubat 2014 Pazar

HER2+ SON EVRE HASTALAR iÇiN KADCYLA (T-DM1) iNGiLTERE’ DE SATIŞA SUNULDU


13 Şubat 2014

Herceptin ve kemoterapiye cevap vermeyi bırakan HER2+ meme kanseri hastaları için Kadcyla -T-DM1- İngiltere’ de piyasaya sunuldu. Diğer iki tedavi yöntemi olan Lapatinib (Tyverb) ve Capecitabine (bir tür kemoterapi) ile karşılaştırıldığında yaşam beklentisinde gelişme sağladığı belirtilen Kadycla’ nın her 3 haftada bir intravenöz uygulanması kararlaştırıldı.

Kadcyla FDA tarafından ABD’ de Şubat 2013 tarihinde onaylanmıştır ve diğer tedavi yöntemlerine kıyasla daha baş edilebilir yan etkileri bulunmaktadır.

Zindelikler Dileriz…

ASN-004 MEME KANSERi AŞISI



14 Şubat 2014; news.com.au
Avustralya’ dan bilim insanları tarafından geliştirilen meme kanseri aşısının 5 yıl içerisinde ticari olarak sektörde yer alması beklenmektedir. Burnett Institute’ dan Prof. Ian McKenzie tarafından yapılan açıklamada aşının vücüdun kendi bağışıklık sistemini kullanarak meme kanserinin nüksetmesi üzerinde etkili olduğu ve şu ana kadar 15 yıllık bir süreyi kapsayarak gerçekleştirilen 10’ dan fazla klinik denemede nüksetme üzerinde % 60’ a varan ölçüde başarı elde edildiği belirtilmiştir.

Araştırma ekibi tarafından incelenen “MUCIN-1” adlı protein kanser hücrelerinde normal hücrelerde olduğundan farklı özellik göstermektedir. Ekip tarafından oluşturulan bir şekeri polimeri olan “OKSiDiZE MANNAN” ise bu proteine bağlanarak üzerinde bir kanser antijeni oluşturabilmektedir. Vücuda enjeksiyon ile antijenin dendritik hücrelere (kan dolaşımında bulunan ve kendilerine özgü öldürücü T hücrelerini aktive etmek amacıyla antijenleri belirleyen hücreler) taşınması sonucunda ise bağışıklık sistemi tetiklenerek kanser hücreleri ile savaşması sağlanabilmektedir.

Erken evre meme kanseri tedavisinde yer alan cerrahi müdahale sonrası tümör yükünün azalması immünoterapi için etkili bir zemin oluşturmaktadır. Dokudaki kanserin direkt olarak yokedilmesinde önemli olan CD8+ sitotoksik T hücrelerine (CTL) CD4+ T hücreleri de yardımcı olarak CTL cevabının sürekliliğini sağlamaktadırlar. Bu erken evre, kanser hücrelerinin kan ve/veya lenf yolu ile diğer organlara yayılımını engellemek açısından da kritik bir süreçtir. ASN-004, yüksek immünojenik, ikinci jenerasyon aktif immünoterapi stili olup MUC-1 tanımlamaya bağlı olarak T hücre ve antijen cevabını tetiklemektedir.

Zindelikler Dileriz…

12 Şubat 2014 Çarşamba

TEDAVi SÜRECi / SONRASI EKLEM AĞRILARI iÇiN ISIRGANOTU ÇAYI





Isırganotunun eklem ağrılarını azaltıcı özelliği üzerine elde edilen yeni kanıtlar umut verici derecede artmaktadır. Enflamatuar sitokinleri düşürücü özellikte aktif içeriğe sahip olan ısırganotu TNF-α ve IL-1B gibi sitokinlerin hücreler arası mesajlaşmasının ve bağışıklık sistemi tepkisi olarak enflamasyona neden olmasının baskılanmasına destek olmaktadır. Ödem ve ağrının oluştuğu eklemleri örten sinovyal dokuya odaklı olarak TNF-α ve IL-1B yi aktive eden protein ısırganotu ile bir ölçüde engellenebilmektedir.

Isırganotundan etkili ve basit bir şekilde faydalanmak için çayını deneyebilirsiniz. Tazesini bulabilirseniz yaklaşık 3gr, kolaylıkla bulabileceğiniz kuru ısırganotundan ise 1 çay kaşığı kadarını bir fincan su içerisinde demlerken ısıttığınız suyu tam kaynatmadan kullanmanız ve demlenmesi için 5 – 10 dakika arası beklemeniz en faydalı sonucu verecektir. Isırganotunun tadını hafifletmek isterseniz tatlandırıcı olarak tarçın kullanmanız enflamasyon için de ek bir destek olacaktır.

Bildiğiniz gibi bitkisel çaylar kesinlikle tedavi amaçlı değildir, ilaçlarınızın yerine kullanılamaz ve sadece keyifli bir destek olarak düşünülmelidir. Tüm eklem ağrılarınız konusunda gecikmeden doktorunuzla görüşmeniz ve kullanmayı düşündüğünüz bitkisel çayların tedaviniz ile etkileşimi olup olmadığını öğrenmeniz önemli ve gereklidir. 
 
Zindelikler Dileriz…  

8 Şubat 2014 Cumartesi

PROBiYOTiKLER VE SAĞLIKLI BAĞIRSAK FLORASI iLE KEMOTERAPi SÜRECiNi RAHATLATMAK



Sağlıklı insanlarda bağırsaklar her 4 – 5 günde bir yenilenme gösteren epitelyal (organ yüzeyi) hücreler ile kaplıdır. Bağırsak kök hücrelerinin sağlıklı çalışmasını ve aktivasyonunu yapılandıran işleyiş ise bağırsak florasındaki bakteriler-mikroorganizmalara bağlıdır. Eğer bağırsaklarınızdaki bakteriler (gut bacteria) dengede ise epitelyal hücrelerinizin gen ekspresyonu normal ve sağlıklıdır. Eğer bu denge bozulmuş ise epitelyal hücrelerin gen ekspresyonu baskılanacak ve sonrasında bağırsak hücrelerinizin yenilenme potansiyeli zayıflayacak ya da duracaktır.

Probiyotikler, bağırsaklarınızın hızlı bir hücresel yenilenme ile uygun gen ekspresyonunu korumasını sağlayarak vücudunuzun kemoterapi dozlarını –özellikle oral kemoterapi- tolere etmesindeki en belirleyici anahtar faktörlerdendir. Et ve mandıra ürünlerinin bağırsak flora dengesi üzerindeki yıkıcı etkileri ise kemoterapiye olan hassasiyeti arttırabilmektedir. İşlenmiş et ürünleri, peynir ve pastörize süt ürünleri –özellikle de nişastalı karbonhidrat ve işlenmiş şeker ile birleştirerek- tüketen kişilerde kemoterapinin yüksek dozlarından etkilenme oranı sebze / meyve tabanlı beslenen kişilere göre oldukça yüksek ve zorlayıcıdır.

İşlenmiş et ve mandıra ürünleri tüketildiğinde bağırsaklarda 2 – 5 gün süresince bozulmaya başlayarak bekleyebilen sindirilmesi zor ve lif içeriksiz bir protein yığını oluşmaktadır. Eğer işin içerisinde bir de şeker ve karbonhidrat bulunuyor ise bakteri fermentasyon prosesi hızlanarak şeker ile beslenen bakterilerin hızlıca gelişimi ve replikasyonuna bağlı olarak bağırsak duvar hücrelerini koruyan sağlıklı flora yok olmaya başlamaktadır. Bu süreç kemoterapinin toksititesine olan duyarlığı arttıracağı gibi sağlıklı hücreleri kemoterapiden koruyacak besinlerin vücut tarafından emiliminin de azalmasına sebep olabilmektedir.

Bir başka sorun ise doktorlarınıza danışılmadan kullanılan antibiyotiklerdir. Kemoterapinin ilk dönemi sonrası pekçok hasta zayıflayan bağışıklık sistemi ve buna bağlı semptomatik enfeksiyonlar ile karşılaşmaktadır. Bu enfeksiyonlar ile başedebilmek için bilinçsizce kullanılan antibiyotikler ise kemoterapinin sonraki dönemlerine bağırsakların flora bakterilerinden taviz vererek girmesine neden olmaktadır. Bazı durumlarda antibiyotiklerin bağırsaklardaki “iyi” bakterileri tamamen silip süpürerek kemoterapinin ciddi bir şekilde tehdit edici hale gelmesine neden olduğu görülmüştür. Sterilize edilen flora bakterilerinin kemoterapi ilaçları ile kombinasyonu toksititeyi büyük ölçüde arttırabilmektedir.

Yeni araştırmalar bağırsak kök hücreleri ile yüksek dozda kemoterapi –özellikle oral- arasındaki ilişkiyi ortaya çıkartmaya başlamıştır ve bağırsak hücrelerindeki sağlıklı gen ekspresyonu yenilenmeyi destekleyici ve koruyucu moleküllerin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Probiyotik kullanımının kök hücreleri destekleyici ve kanser hastalarının kemoterapi toksititesi ile başedebilmesini kolaylaştırması üzerine yürütülen klinik araştırmalar ise artarak devam etmektedir. Doktorlarınız ve diyetisyenlerinizden kemoterapi sürecinde probiyotik takviyeleri almanız konusunda bilgi edinmeye çalışmanız süreci daha kolay geçirmenize yardımcı olabilmektedir.

Michigan Üniversitesi tarafından 31 Temmuz 2013 tarihinde tamamlanan bir araştırma gastrointestinal sahanın sağlıklı ve fonksiyonel kalışının kemoterapi ve radyaoterapi sürecindeki önemini gösteren araştırmalardandır.

Biyolojik ve Maddesel Bilimler bölümünden Dr. Wei-Jie Zhou ile Doç. Dr. Jian-Guo Geng ve Hücre Gelişimsel Biyoloji bölümünden Jason Spence tarafından “Nature Journal” da yayımlanan makalede son evre / metastatik kanserde yüklenen ölümcül dozlarda kemoterapi ve radyoterapinin tolere edilebilmesi için laboratuar ortamında çalışmalar yapıldığı ve “tümör yokedilmeden hastanın kaybedilmesi” gibi vakalar oluşmaması için bağırsak kök hücrelerindeki spesifik bir molekül ile belirli bazı proteinlerin bağının incelenerek bağırsak yenilenmesi sağlanabileceği açıklanmıştır. Makalede kök hücrelerin hasarlı organ ve dokuları onarabildiği fakat “normal” kabul edilen seviyedeki bağırsak kök hücre sayısının yüksek dozda kemoterapi ve radyoterapinin yol açtığı “enkaz” ile başa çıkamadığı ve son-evre tümörlerinin tedavisinde sonucu etkileyebileceği de belirtilmiştir.

Dr. Geng açıklamasında şunları söylemektedir; “Ekstra kök hücre oluşumunu sağlamak bağırsak ve gastrointestinal alanı korur, yiyeceksel besleyicilerin emilimini arttırarak vücudun kritik fonksiyonlarının devamını sağlar ve bakteriyel toksinlerin kan dolaşımına girmesini engeller.”

Çalışma “National Institutes of Health” tarafından desteklenmiş ve fonlanmıştır.

Zindelikler Dileriz...

6 Şubat 2014 Perşembe

iLERi EVRE / METASTATiK MEME KANSERiNDE DAHA ETKiLi BiR TERAPi UMUDU



3 Şubat 2014, Pfizer Inc.

Pfizer Inc. “PALOMA-1” faz 2 çalışmalarının sonucunu açıklayarak sadece letrozole yerine letrozole ve palbociclib kombinasyonu kullanımı ile lokal olarak ileri ya da yeni tanı konulmuş metastatik meme kanserinde “survival” oranlarında istatistiki olarak belirgin ve klinik olarak anlamlı gelişme kaydedildiğini açıklamıştır.

Tüm meme kanseri popülasyonunun % 60 kadarını oluşturan post-menopoz, östrojen reseptörü pozitif (ER+) ve HER2 negatif (HER2-) olan kadınlarda alınan datanın ileri evre / metastatik meme kanseri tedavisinde standartların değişmesi ve palbociclib’ in kullanılması için cesaret verici olduğunu belirten Pfizer Onkoloji Başkan Yardımcısı Dr. Mace Rothenberg sonuçların FDA ile müzakere edilerek çok ihtiyaç bulunan bu yeni ilacın hastalara ulaştırılması için gerekli adımların atılacağını açıklamıştır.

5-9 Nisan tarihleri arasında San Diego’ da gerçekleştirilecek American Association for Cancer Research (AACR) 2014 yıllık buluşmasında detaylı sonuçları paylaşılacak çalışmaya konu olan palbociclib FDA tarafından Nisan 2013’ de atılım yapıcı bir terapi buluşu olarak belirtilmiştir.

Ç.n: Umarız en kısa sürede ticari hale getirilerek pek çok ileri evre hanımın yarar görebilmesi sağlanabilir. Gelişmeleri duyurmaya deveam edeceğiz. 

Zindelikler Dileriz..

4 Şubat 2014 Salı

KENDiMiZE KANSER VERiYORUZ



The NewYork Times, 30 Ocak 2014
Rita F. Redberg ve Rebecca Smith-Bindmanjan tarafından yazılan makalenin özetidir.*

Yüksek-doz radyasyon içeren medikal görüntüleme – özellikle CT görüntülemeler – son 20 yıldır hızla tırmanışa geçmiştir. “National Council on Radiation Protection & Measurements” verilerine göre 1980 ile 2006 yılları arasında medikal radyasyona maruz kalma oranı altı kattan fazla artmıştır. Değişik açılardan çekilen X-Işını serilerinden oluşan CT görüntülemelerdeki radyasyon dozu ise standart X-ışını (röntgen) ile oranlandığında 100 ila 1000 kat fazladır.

Radyasyon ile kanser oluşumu arasındaki ilişki zaten bilinmektedir ve tek bir CT görüntülemedeki radyasyon miktarının kanser oluşturabilirliği hakkında epidemiyolojik kanıtlar bulunmaktadır. İngiltere’ de yapılmış bir araştırmada çoklu CT görüntülemeye maruz kalan çocuklarda lösemi ve beyin kanseri oranlarının 3 kat arttığı bulgulanmıştır. Susan G. Komen tarafından fonlanan bir 2011 çalışmasında “Institute of Medicine”, medikal görüntülemedeki radyasyon ile hormonal terapinin meme kanserinin başlıca çevresel nedenlerinden olduğu sonucuna ulaşmış ve kadınlara “gereksiz” CT görüntülemeye maruz kalmamalarını öğütlemiştir.

Bir zamanlar daha nadir kullanılan CT görüntülemeler artık rutin bir hale gelmiştir. Bu büyüme bir çok faktöre bağlıdır; daha erken teşhis amacı, daha yüksek kalitede görüntüleme teknolojisi kullanma, son tüketici olan hastaya yönelik direkt reklamlar ve CT görüntüleme cihazlarının büyük yatırım gerektirmesinin yol açtığı çeşitli finansal beklentiler…

Medikal görüntülemeler nedeniyle hangi oranda kanser artışı olabileceğini bilmek zor olsa da, 2009 yılında “National Cancer Institute” tarafından yapılan tahminlerde 2007 yılında gerçekleşen CT görüntülemelerin maruz kalanlar arasında, yaşam süresince, 29.000 fazla kanser vakası ve 14.500 ölüm vakasına yol açabileceği öngörülmüştür. Son yıllarda gerçekleşen görüntüleme sayısına göre de bu rakamın yüzlerce bine ulaşması makul bir tahmin olmaktadır.

Bu testlerin gereğinden fazla kullanıldığını biliyoruz, fakat doğru kullanıldıklarını varsaysak bile mümkün olan en “güvenli” şekilde yapılmadıklarını biliyoruz. Kural; görüntüleme dozunun ulaşılabilecek akla yatkın en düşük doz olması gerektiğidir. Bu kurallar için belirlenmiş bir yönetmelik olmadığı gibi değişik uygulama merkezleri arasında da dikkate değer önemde farklılıklar görülmektedir. Bir hastanede verilen doz diğer bir hastaneden 50 kat yüksek bile olabilmektedir. Bir NewYork hastanesinde gerçekleştirilen yakın zamanlı bir çalışma hastaların üçte birinin girdikleri tek görüntüleme testinde 5000 adet göğüs röntgenine eşdeğer olan 100 milisievert’ ten fazla kümülatif efektif doz aldıklarını göstermiştir.

Son yıllarda bu konu hakkında bazı gelişmeler de olmuştur. The American College of Radiology ve The American College of Cardiology, doktorların bir test isteminden önce fayda ve zararları hakkında karar verebilmelerine yardımcı olabilmek için “uygunluk kriterleri” yayınlamışlardır. Sigorta şirketleri ise bir “radyoloji yarar yönetimi” oluşturarak görüntüleme onayından önce gerekli olup olmadığını araştırmaktadır ve son araştırmalara göre medikal görüntüleme kullanımlarında bir düşüş yaşanmaktadır.

* (Ç.n.; The NewYork Times tarafından yayımlanan makale kısaltılarak tercüme edilmiş ve yorum eklenmemiştir. Makalenin orijinal haline http://www.nytimes.com/2014/01/31/opinion/we-are-giving-ourselves-cancer.html?smid=fb-share&_r=0 adresinden ulaşılabilirsiniz fakat bu makale doktorlarınızın sizler için en doğru istemlerde bulunduğu hakkında bir şüphe kesinlikle yaratmamalıdır. Bence bu makalede en önemli nokta doktorlarınızın da farkında olamayacağı bir şekilde değişik hastanelerde aynı görüntüleme için farklı dozlar alınabileceğinin farkındalığıdır ve bunu araştırmak gereklidir.)

Zindelikler Dileriz...

2 Şubat 2014 Pazar

MEME KANSERi TEDAViSi SONRASI YOGA VE FAYDALARI



27 Ocak 2014 tarihli Journal of Clinical Oncology’ de yayımlanan bir araştırmaya göre 12 haftalık yoga seansları meme kanseri survivor’ ı hanımlarda yorgunluğu azaltarak canlılık ve zindeliği arttırmaktadır.

Columbus’ da bulunan Ohio State University araştırmacılarından Janice K. Kiecolt-Glaser, Ph.D., ve arkadaşları üç ay süreli randomize klinik kontrol testlerinde yoganın enflamasyon, duygusal mod ve yorgunluk üzerindeki etkilerini araştırmışlardır. 200 kişilik grup haftada iki kez, 90 dakikalık “Hatha Yoga” sınıflarına alınmış ve kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır.

Araştırma sonuçları, tedaviden hemen sonra başlayan yoga seanslarına katılan hanımlarda ilk seanslarda zindelik ve canlılığın artış gösterdiğini, üç ay sonunda ise yorgunluk hissinin de kaybolarak proenflamatuar sitokinler interlökin IL-6, tümör nekroz faktör α (TNF α) ve IL-1β seviyelerinde düşüş sağlandığını göstermiştir. Depresyon testlerinde ise bir farklılık kaydedilememiştir.

Yoga seanslarındaki artış oranının daha fazla canlılık ve daha az kronik yorgunluk ile ilişkili olduğu gözlemlenen araştırmada sıklığın IL-6 ve IL-1β üretimininde de azalmaya yol açtığı fakat TNF-α üzerinde etkili olmadığı belirtilmiştir.

Ç.n; IL-6 = Doğal ve adaptif immünitede yer alan bir sitokindir. IL-1β = Enfeksiyon ve enflamatuvar uyarıcılara karşı yanıt medyatörüdür ve TNF ile birlikte etki eder. TNF α = Gram bakteri ve diğer enfeksiyöz mikroplara karşı gelişen akut enflamatuvar yanıt medyatörüdür.
Hatha Yoga = Fiziksel duruşlara ve nefes tekniklerine ağırlık veren ve batı’da "Yoga" olarak bilinen sistemdir.

Zindelikler Dileriz…

1 Şubat 2014 Cumartesi

D ViTAMiNi TERAPiSi ÜÇLÜ NEGATiF TÜRDE MEME KANSERi iÇiN FAYDA SAĞLAYABiLiR



The Journal of Cell Biology, Saint Louis Üniversitesi araştırmacılarından Dr. Susana Gonzalo ve arkadaşlarının araştırmalarını yayınlayarak üçlü negatif meme kanserinde D vitamini terapisinin faydalı olabileceğini açıklamıştır.

Dr. Gonzalo’ nun araştırmalarında üçlü negatif türde ve BRCA1 mutasyonuna sahip meme kanserinde yeni bir moleküler patika keşfedilmiştir. BRCA1 mutasyonu hücrenin DNA parçalanmalarını onarabilme yeteneği ile hasarlı hücrelerin bölünerek çoğalmasını durdurabilme yeteneğini zayıflatmaktadır fakat araştırmada bir diğer DNA onarım faktörü olan 53BP1 de olabilecek kayıpların da BRCA1 mutasyonlu hücrelerin proliferasyonuna sebep olabileceği bulgulanmıştır. Proteaz katepsin L’ nin 53BP1’ de bir azalmaya neden olduğunun bulunmasının ardından D vitaminin ise bu azalmayı tersine çevirebildiği gözlemlenmiştir. Saint Louis Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Biyokimya profesörü olan Dr. Gonzalo, kanser hücrelerindeki katepsin L artış mekanizmasının ise henüz tam çözülemediğini belirtmiştir.

Araştırma sonucu olarak katepsin L baskılayıcı ilaçlar ya da D vitamini terapisinin BRCA1 mutasyonlu ya da üçlü negatif tipte meme kanserinde faydalı olabileceği açıklanmıştır ve araştırmalara meme kanseri hastalarından alınacak gerçek doku örnekleri ile detaylı olarak devam edilecektir.

Zindelikler Dileriz…

MELATONiNiN TÜMÖR OLUŞUMUNU BLOKE ETKiSi ARTIK ÜÇLÜ NEGATiF iÇiN DE BULGULANDI



Detroit Henry Ford Hastanesi ve Sao Paulo Araştırma Destekleme Vakfı tarafından 9 Ocak 2014 tarihinde PLoS One Journal’ da yayımlanan araştırma sonuçları vücudun uyku düzenini sağlayan bir hormon olan melatoninin ER-negatif türde meme kanseri tümörlerinin de gelişimini baskılayabileceğini göstermiştir.

Tümörün gelişme göstermesi ve metastaz üzerinde anjiogenez adı verilen yeni kılcal damar oluşumun önemine dikkat çeken araştırmacılar kanserin ilerleyişini durdurmada anjiogenez kontrolü teknikleri üzerinde çalışmaktadırlar. Daha önceki birçok araştırmada ER-pozitif meme kanseri türlerinde östrojen-cevap patikası üzerindeki etkileri nedeniyle yararları bulgulanan melatonin bu kez de MDA-MB-231 kodlu üçlü negatif meme kanseri tümörleri ile laboratuvar ortamında test edilmiş ve yüksek oranlarda anjiogenez oluşumunu engelleyerek tümör bölünmesini bloke ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

Epifiz (pineal) bez tarafından karanlığa bir tepki olarak salgılanan melatoninin yararları American Cancer Society tarafından da belirtilmiştir ve melatonin hakkındaki bulguların derinleştirilmesine Detroit Henry Ford Hastanesi Radyoloji Bölümü tarafından devam edilecektir. Yine de tüm bu araştırmalar artık her tür (ER-pozitif ya da negatif) meme kanseri tedavisinden sonra uyku düzeni ve özellikle karanlıkta uyumanın önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Zindelikler Dileriz…