31 Temmuz 2013 Çarşamba

ÖZEN GÖSTERDiĞiNiZ KiŞi iLE iLiŞKiLER


Özen Gösterdiğiniz Kişi ile İlişkiler ...

Kanser hastası olan bir kişi ile ilişkiler teşhis ve tedavi süresi boyunca büyük bir stres altında ilerler. İlişkilerde kansere birlikte meydan okumak ya ilişkiyi kuvvetlendirir, ya şekil değiştirmek zorunda bırakır ya da ilişki bu stres altında eğilir.
Eğer özen göstermeye çalıştığınız kişi ile olan önceki ilişkiniz yıpranmış bir durumda ise, kanser tedavisinin yarattığı baskı ile etkileşen o kişiye özen gösterme çabaları ilişkideki tansiyonu yükseltecektir. Bu durumdan kaçınmanın yollarından biri rolünüzü bir başkası ile paylaşmak ve tam-zamanlı olmamaya çalışmaktır.

Partnerinize Özen Göstermek ...

Kanser, aile içerisindeki rolleri değiştirebilir ve partnerinizin pekçok sorumluluğunu yüklenmenizi gerektirir. Bir takım ruhu içinde çalışarak partnerinizle rolleri nasıl değişmek istediğinizi ve tedavi sürecindeki yaşantınızı nasıl yeniden planlamanız gerektiğini konuşmanız gerekir. Ne kadar önemli ve ailenin bir parçası olduklarının hissettirilmesi gereklidir. Varsa çocuklar da bu değişim hakkında bilgilendirilmelidir.
Partnerinizin tüm iş ve sorumluluklarını almanız doğru değildir. Bazı işleri paylaşmaları onların kişisel kontrol, bağımsızlık ve saygınlıklarını korumaları açısından önemlidir.

Yardımınız İstenmediğinde ...

Bazı özel koşullarda (banyo yapmak, tuvalete gitmek, gibi) özen göstermeye çalıştığınız kişi yardımınızı istemeyebilir. Kendisini yorduğunu ve acı verdiğini bildiğiniz böyle bir durumda geride durmaya çalışmak elbette zordur fakat eğer yardımınız istenmiyorsa bu karara saygı göstermeniz gerekmektedir. Eğer güvenliği hakkında endişeleriniz varsa yakınında çalabileceği bir zil bulundurmak yardımcı olacaktır. Ayrıca kendisine her 5 – 10 dakika da bir gelip sesleneceğinizi söylemek te olumlu bir davranış olacaktır.
Medikal tedaviyi reddetmek gibi bir durum ile karşılaşırsanız, lütfen konuşmaya çalışarak duygularını paylaşınız. Aileden biri veya pozitif etkileşimde bulunduğu bir yakın arkadaşın konuşması da bu konuda yardımcı olabilir. Bu yardımcı olmaz ise doktorları ile konuşulmalıdır.

Anlaşmazlıklar ...

Özen göstermeye çalıştığınız kişi ile zaman zaman fikir ayrılıklarına düşmeniz normaldir. Biraz karmaşık ve stresli de olsa böyle zamanlar durumu onun bakış açısından da görmenizi sağlayacak ve sizi ona yakınlaştıracak zamanlardır ve önemlidir. Eğer bu anlaşmazlık için bir ortak nokta bulamazsanız, bir mola alarak kendinizi bir sonraki yardımcı olabileceğiniz pozisyon için düşünmeniz yararlı olacaktır.

Eğer Yardımınızın İşe Yaramadığını Hissediyorsanız ...

Çok özen göstermeye çalışsanız bile kanser sürecinde bu durumu yönetebilmeniz çok zordur ve bazen ilişkilerde öyle değişiklikler olur ki çok daha zorlaşır. Bu durumda en doğrusu yalnız veya birlikte bir profesyonel yardım almaktır. Danışmanınız ilişkinizdeki bu yardımlaşmayı yönetebilmenize veya daha az stres verici bir şekilde nasıl değiştirilebileceğine yardımcı olacaktır.

Yardımınıza İhtiyaç Kalmadığında ...

Özen gösterdiğiniz kişinin kendisini daha iyi hissettiği ve hayatına kaldığı yerden devam etmek isteyeceği zaman gelecektir. Bu size kendinizi artık gereksiz veya kaybolmuş gibi hissettirebilir. Özen gösterdiğiniz kişi artık yeni bir bağımsızlık kazanmıştır ve ona harcadığınız vakit ve çabaları hatırlamıyor gibi gözükebilir. Bu acı verici bir durumdur fakat muhtemelen o kişi bu durumun farkında olamayacaktır. Eğer eskisi gibi ona hergün özen göstermeye çalışırsanız bu bir meydan okuma olarak algılanabilir. Sizin de hayatınız değişmiş olduğu için şimdi kendinize bu yeni duruma uyum göstermek için zaman verme sırası sizdedir. Gelecek ve duygularınız hakkında güvenebileceğiniz biri ile konuşmanız iyi gelecektir.

Kaynak: How Relationships Change? Cancerwa.asn.au, Nov.2011

30 Temmuz 2013 Salı

BiYOPSi KANSERi YAYARMI?

BiYOPSi KANSERi YAYARMI?

“By Brian Wojciechowski, M.D. BreastCancer.Org Medical Advisor, Ekim 20, 2012” söyleşisinden kısaltılmıştır.

İlk başta söylemem gereken şey biyopsiden kaçılamayacağıdır. Her zaman yan etkileri bulunabileceği halde hastayı doğru tedavi etmek için iyi bir biyopsi örneği almak kritiktir. Doğru cerrahi müdahaleyi seçme ve sonraki tedaviyi planlamaya olan yararları kesinlikle riskten ağır basmaktadır.

Birçok bayan bana gelerek biyopsi sırasında iğnenin hareket yolu üzerinde kanseri yaymış olabileceğine dair endişelerini anlattı. Çoğunlukla biyopsiden sonraki cerrahi müdahalede daha fazla kanserli doku veya ilerlemiş kanser bulunmaktadır ve bu sebeple biyopsinin kendisinin kanseri yaymış olabileceği hakkındaki düşünceler anlaşılabilir, fakat kısa cevap “Hayır” dır.

İğne yolunun tümörü yayma riski teoriktir. Meme kanseri çalışmalarında hiçbir zaman kuvvetli olarak kanıtlanmamıştır. Yine de herşey mümkündür ve cerrahlar tarafından mümkün olan en kısa iğne yolu kullanılarak tümör örneği alınmalı ve bu teorik risk dahil diğer komplikasyon riskleri en az indirgenmelidir.

Biyopsi DCIS (duktal karsinom in situ) yu invaziv kansere çevirebilirmi? Bunun cevabı da “Hayır” dır. Normal hücreler DCIS olduktan sonra tumorigenez adı verilen süreç ile invaziv kansere dönüşürler. Bu biyopsiden etkilenmeyen kompleks bir moleküler değişimdir.

Teorik riski tamamen yoketmek için iğne yolu ve memenin tamamının alındığı mastektomi düşünülebilir fakat biz kanserin geri gelmesi açısından iğne yolunun da bırakıldığı ve meme koruma yapılarak radyoterapi uygulanan hastalar ile arada hiç fark bulunmadığını biliyoruz. Eğer iğne yolu hakkında endişelenmek gerekseydi (doğru yada yanlış) meme koruma uygulanan bayanlarda durum daha kötü olmalıydı fakat değil.

Brian Wojciechowski, M.D.
breastcancer.org

29 Temmuz 2013 Pazartesi

ŞEF MEHMET AK’ IN SOFRASINDAN EKSiK OLMAYAN ÜRÜNLERi TANIYALIM – 2 –

Özellikle American Cancer Society (ACS) tarafından yürütülen çalışmaların olduğu paragrafı okumanızı öneririz. Sorularınız için pembeyevehayata@gmail.com adresimize mail atabilirsiniz.
ŞEF MEHMET AK’ IN SOFRASINDAN EKSiK OLMAYAN ÜRÜNLERi TANIYALIM – 2 –
KELP TOZU

Sırada Şef Mehmet Ak’ ın sofrasında tuz yerine kullandığı kelp tozu var...

Düşük sodyum içeren fakat “tuzlu” bir tadı olan kelp, soğuk okyanus sularında yaşayan bir deniz yosunu türüdür. Toprakta bulunmayan ve deniz suyunda bulunan bütün mineralleri ve iyodu taşıyan kelp özellikle potasyum, demir, B6 vitamini, riboflavin, lif, omega 3 ve omega 6 açısından zengindir. Vücuttaki ağır metal ve radyoaktif elementleri elimine edebilme kabiliyeti olan fitokimyasallar içeren kelp ile masanızdaki sofra tuzunu değiştirmenizin birçok farklı yararları da kanıtlanmıştır.

Kelp, sağlıklı bir tiroid fonksiyonu sağlamakta olup bir tedavi aracı olarak tiroid rahatsızlıklarında, obezite ve iyot eksikliğinde kullanılmaktadır. İçeriğinde bulunan klorofil ile kendisine “süper besinler” arasında yer açmış, glutamik asit içeriği ile de beyin faaliyetlerine yardımcı özellikler edinmiştir.

ACS (American Cancer Society) tarafından yürütülen çalışmalarda Amerikan kadınları ile Japon kadınları arasında meme kanseri tanı oranı arasındaki farklılıktaki bir faktör Japon kadınlarının beslenmesinde öncelikle kelp olmak üzere deniz yosun ve otlarının düzenli tüketiminin bulunmasına bağlanmıştır. Laboratuvar deneylerinde ise kelp dahil alg çeşitlerinin tamamının kanser hücrelerinin gelişimini önlediği ve ölümlerine yol açabildiği kanıtlanmıştır.

Kore’ de 2008 senesinde tamamlanan uzun süreli bir çalışmada Seul Hanyang Üniversitesi Tıp Fakültesi Tip 2 diyabet hastalarında kelp ve diğer deniz yosunlarının kullanımında glisemik kontrol sağlandığı ve kelp kullanımı ile kan şekeri seviyesinin düşürülebildiği açıklanmış, standart medikal tedaviyi tamamlayıcı bir besin olarak önerilmiştir.

Sizlerinde su bitkilerinin besleyici özelliklerini denemenizi öneriyor ve Sn. Şef Mehmet Ak’ ın 40 TL bedel ile doğru beslenmeyi hedefleyen fakat tuz tadından vazgeçemeyenler için satışa sunduğu raw-organik kelp tozunu öneriyoruz. Daha detaylı bilgi almak için myrawlifestyle@gmail.com adresimize mail atabilirsiniz.

Zindelikler Dileriz...

BiYOLOJiK TERAPi NEDiR?



 
Biyolojik Terapi

Biyolojik Terapi (İmmunoterapi yada Bioterapi) kanserle savaşmak için vücudun kendi bağışıklık sistemini kullanır. Bağışıklık sitemini oluşturan hücreler, antikor ve organlar, bir bütün olarak bakteri ve virüs gibi yabancı istilacılara karşı savaşırlar. Araştırmalar bağışıklık sisteminin aynı zamanda sağlıklı ve hasta hücreler arasındaki farkı anlayarak kanserli hücreleri yoketmek için kullanılabileceğini de göstermiştir.

Biyolojik terapiler, bağışıklık sistemini aşağıdaki yöntemler ile direkt veya endirekt olarak kuvvetlendirme temeline dayanmaktadır;

* Kanserli hücrelerin tanınmasını kolaylaştırarak, bağışıklık sistemi tarafından daha çabuk yokedilmesini sağlamak,
* Bağışıklık sistemi hücrelerinin yoketme kuvvetini arttırarak,
* Kanser hücrelerinin gelişme yoluna etki ederek sağlıklı hücreler gibi hareket etmelerini sağlamak,
* Sağlıklı bir hücreyi kanser hücresine çeviren işlemi durdurmak,
* Kemoterapi ve radyoterapi gibi metodlar ile zarar gören sağlıklı hücrelerin yenilenmesi için gerekli vücüt mekanizmasını kuvvetlendirmek,
* Kanser hücrelerinin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını önlemek.

Bağışıklık Sistemi Kansere Karşı Nasıl Savaşır?

Bağışıklık sistemi, kanserli hücrelerde dahil olmak üzere, hasta ve yabacı hücrelere karşı savaşmak için değişik tiplerde akyuvarlar (beyaz kan hücreleri) kullanmaktadır;

1. Limpositler : B, T, ve NK tipi hücrelerden oluşurlar;

* B Hücreleri diğer hücrelere saldıran antikorlar üretirler,
* T Hücreleri kanser hücrelerine direkt kendileri saldırırarak vücudun kendini koruması için de sinyal gönderirler,
* NK (Natural Killer) Hücreleri birleşerek yabancı istilacılara karşı kullanılacak kimyasallar üretirler.

2. Monositler : Yabancı hücreleri yutarak sindiren beyaz kan hücreleridir.

Bu tip beyaz kan hücreleri – B, T, NK hücreleri ve monositler – kan içerisinde sürekli, dolaşımda bulunrak vücudun tüm dokularına ulaşır ve kanser dahil tüm hastalıkları önlerler. Bu hücreler antikor ve sitokin adı verilen iki tip madde içerirler. Antikorlar, antijen adı verilen zararlı maddelere karşı savaşırken, sitokinler kanserli hücrelere saldıracak bir bağışıklık sistemi proteininden oluşurlar ve hücreler arası iletişimi de oluştururlar.

Biyolojik Terapi Tipleri Nelerdir?

Kanser tedavisinde uygulanabilen biyolojik tedavi tipleri şunlardır;

* Spesifik-olmayan İmunomodülasyon Etkenler;

Bu ilaçlar bağışıklık sistemini uyararak daha yüksek miktarlarda antikor ve sitokin üretimini sağlar ve kanser ile enfeksiyona karşı gücü arttırırlar,

* Biyolojik Tepki Değiştiriciler (BRM ler);
Bu ilaçlar vücudun kansere karşı savunma yollarını değiştirirler. Laboratuvarlarda oluşturularak hastalığa karşı savunmayı güçlendirir, bağışıklık sistemi gücünü hasta hücrelere yönlendirir ve zayıflamış bağışıklık sistemini güçlendirirler.
BRM ler; İnterferonlar (IFN), İnterleukinler (IL), Koloni-Uyarıcı Faktörler (CSF ler), Monoklonal Antijenler, Sitokin Terapisi ve Aşı Terapisinden kombine edilebilirler.

* İnterferonlar (IFN) vücutta doğal olarak bulunan biyolojik tepki değiştiricilerdir. Aynı zamanda laboratuar ortamında da üretilip kanser hastalarına verilebilirler. Kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatır ve değişime uğratarak normalleşmesini sağlayabilirler. Bazı interferonlar ise doğal yokedici olan NK (Natural Killer) hücreleri, T hücreleri ve Makrofagların – kanser hücresine karşı savaşan beyaz kan hücreleri – oluşumunu tetiklerler.

* İnterleukinler (IL) bağışıklık sistemi hücrelerinin büyümesini ve aktivitilerini arttırırlar. Vücutta doğal olarak bulunan sitokin adlı proteinlerdir fakat laboratuarda da üretilebilirler. Limpositler gibi türleri kanser hücrelerini yoketmeye yöneliktirler.

* Koloni-Uyarıcı Faktörler (CSF) kemik iliğindeki kök hücrelerin daha fazla kan hücresi oluşturmasına destek olmak için verilen proteinlerdir. Vücudumuz, özelliklle kanser süresince, yeni kırmızı kan hücrelesi, beyaz kan hücresi ve trombosite ihtiyaç duyar. CSF ler genellikle kemoterapi ile birlikte verilerek bağışıklık sisteminim güçlenmesini sağlarlar. Kemoterapi alan kişilerde kemik iliğinin kan hücresi üretimi baskı altına alınır ve hasta enfeksiyon riskine daha yatkın bir hale gelir. Bağışıklık sistemi kan hücreleri olmadan çalışamayacağı için CSF ler ile takviye edilen kemik iliği ile kan üretimi arttırılır ve hastanın kemoterapi almaya güvenle devam edebilmesi sağlanır.

* Monoklonal Antijenler laboratuarda üretilirler ve kanser hücrelerine tutunurlar. Kanser yok-edici bu etken madde vücuda verildiğinde bu kanser öldürücü antijenleri harekete geçirirler ve sağlıklı hücreleri yok etmezler.

* Sitokin Terapisi bir protein olan sitokinleri kullanarak bağışıklık sisteminin kanserli hücreleri tespit ve yok etmesini sağlar. Bağışıklık sitemi tarafından da, laboratuar ortamında da üretilebilirler. Adjuvan terapi ile birlikte genelde ilerlemiş melanom için tercih edilen bir yöntemdir. Sitokin terapisi vücudun her dokusuna ulaşarak kanserli hücreleri öldürür ve tümör büyümesini engeller.

* Aşı Terapisi henüz deneme aşamasında olan bir yöntemdir. Enfeksiyonlu hasatalıklarda aşı terapisi hastalık gelişmeden önce verildiği halde, kanser aşıları hastalandıktan sonra fakat tümör boyu küçük iken kullanılır. Araştırmacılar kanser aşılarını Melanom ve diğer kanser tipleri için bazen sitokin tedavisi ile birleştirerek denemektedirler.

Biyolojik Terapilerin Yan Etkileri

Tüm hastaların medikal profili, teşhisi ve tedaviye reaksiyonu farklı olduğundan dolayı yan etkilerde de değişik gözlemlenmektedir. Tedavi profesyonelleriniz ile olası yan etkileri konuşmanız yararınızadır. Genellikle grip benzeri semptomlar gözlenen biyolojik terapilerde aşağıdaki yan etkiler de gözükebilir;
* Ateş
* Üşüme, Ürperme
* Bulantı, Kusma
* İştah kaybı
* Halsizlik

Sitokin terapisi, genellikle ağrı, sızı, ateş, ürperme ve halsizlik yapmaktadır. Enjeksiyon bölgesinde şişme, kaşıntı ve lekeler ile kemik ağrısı ve kan basıncında değişimler de gözlenebilir.

Meme Kanseri için Biyolojik Terapiler

Meme kanseri için FDA onayı olan üç biyolojik terapi metodu bulunmaktadır.

* Herceptin (Trastuzumab) erken evre tedavisi için onaylanan ilk biyolojik terapidir. Laboratuar ortamında yaratılan antijen (protein) bazı meme kanseri tiplerinde görülen HER2/neu proteinini hedeflemektedir.

*  Avastin (Bevacizumab) metastaz (geniş yayılma) durumundaki meme kanseri tipinde kullanılmaktadır. Tümör hücresinin yaşaması için gerekli olan yeni kan damarlarının oluşumunu önlemeye yönelik bir antijendir ve laboraturda üretilir.

* Tykerb (Lapatinib) ileri aşamadaki meme kanserinde kemoterapi ile birlikte verilir. Kanser hücresinin içine girerek HER2/neu proteininde bozulmaya yol açar ve kansrr hücresinin büyüme sinyallerinde karışıklık yaratır. Genellikle Herceptin terapisinden sonuç alınamadığı durumlarda kullanılır.

Araştırmacılar kanser aşıları üzerinde de çalışmaktadırlar. Burada amaç vücuda belirli bir kanser türü ile ilişkilendirilerek verilen protein yada peptinler yardımı ile bağışıklık siteminin sürekli gözlem modunda tutulması ve kanser hücrelerinin bağışıklık sistemi tarafından kendilerini gizleme fırsatı bulamadan daha hızlı farkedilmesini ve yokedilmesini sağlamaktır.

Çalışması yürütülen HER2/neu aşısı sayesinde bağışıklık mekanizmasının bu proteini bulunduran hücreleri tanıması hedeflenmektedir. Papilloma virüsü aşısı Gardasil ise serviks (rahim ağzı) kanserinden korunmada kullanılmaktadır.

Diğer Biyolojik Terapi Yöntemlerinden Bazıları

* BCG (Bacillus Calmette Guerin) mesane kanseri tümörlerine yöneliktir.
* IL-2 (Interlukin-2) bazı belirli kanser tiplerine yöneliktir.
* Interferon Alpha bazı belirli kanser tiplerine yöneliktir.
* Rituxan (Rituximab) Non-Hodgkin Lenfoma için kullanılmaktadır.

Yan Etki Azaltıcı Biyolojik Terapiler

* Neupogen (G-CSF) beyaz kan hücrelerinin sayısını arttırıp kemoterapi süresince enfeksiyonu önlemeye yöneliktir,
* Procrit, Epogen (Erythropoitein) kırmızı kan hücrelerini arttırarak anemiyi önlemede kullanılır,
* IL-11, Interleukin-11, Oprelvekin ve Nuemaga trombosit oluşumu içindir.

Kaynaklar : Stanford Medicine Cancer Institute; Biological Therapy for Cancer Treatment  & http://www.cancer.gov/cancertopics/treatment/biologicaltherapy

28 Temmuz 2013 Pazar

AiLENiZiN UYUM SAĞLAMASINA YARDIMCI OLMAK




Ailenizin Uyum Sağlamasına Yardımcı Olmak



Kanserin etkileri zorludur. Teşhisinizden sonra ailenizin de duruma uyum sağlaması gerekmektedir. Kendi duygularınızı açıklarken, tüm bireylerin kendi duyguları ile farklı bir yolla başa çıkması gerekebileceğini unutmayınız. Aileniz sizinle benzer endişe ve korkuları yaşar, aynı sizin gibi bilgi ve desteğe ihtiyaç duyarlar. Hastalığınız konusunda birşeyler yapamamanın, sizi kaybetme olasılığının, hayatlarınızın değişeceğinin ve teşhisinize reaksiyonunuzun onlarda yarattığı acıyı ifade etmek isteyebilirler.



Teşhisden sonra aile içerisindeki iletişim, teşhisden önceki iletişim şeklinize oldukça bağımlıdır. Birbileri ile paylaşımları yüksek ailelerde kanserin getirdiği değişiklikleri konuşmak daha kolaydır. Bazı aileler ise iletişime daha kapalıdır ve karar mekanizmasında ana rolü oynayan sadece bir kişi vardır. Bu durumda iletişim ve duygu paylaşımı zorlaşabilir ve yapılacak en doğru hareket bir danışman yada hastane yetkilisinin yardımını istemektir. Aile bireyleri teşhisinizi kabul etme ve tartışmaya yanaşmaz ise lütfen kendilerini doktorunuz ile konuşmaları ve hastalığınızı daha iyi anlamaları için cesaretlendiriniz. Bazı kişiler duyguları hakkında konuşmaktan rahatsız olurlar. Böyle durumlarda ise doğru zaman gelene kadar onlara süre vermek yerinde bir karardır fakat bu süre çok uzun olmamalıdır.



Kaynak: Cancer Council NSW, Helping Your Family Adjust, Mayıs 2009

ŞEF MEHMET AK’ IN SOFRASINDAN EKSiK OLMAYAN ÜRÜNLERi TANIYALIM – 1 –

 
Tedavi sonrası sağlıklı bir hayat stili için fiziksel aktivite programlarımıza bir tamamlayıcı olarak önerdiğimiz 3 beyaz, gluten ve hayvansal protein içermeyen "Raw Food - Çiğ Beslenme" ürünleri hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan yazı dizisinin ilk bölümü.  

Çiğ Beslenme stili hakkında diğer bazı bilgileri "Çiğ Beslenme - Raw Food; Gençlik, Zindelik ve Sağlık Kulübü" facebook sayfasından da takip edebilir ve sorularınız için bize mesaj ya da mail yolu ile dönüş yapabilirsiniz.

ŞEF MEHMET AK’ IN SOFRASINDAN EKSiK OLMAYAN ÜRÜNLERi TANIYALIM – 1 –


NORI

Nori, kızılyosunlar familyasından “porphyra” adlı yenilebilir deniz otuna Japonlar tarafından verilmiş olan isimdir. ABD’ de oldukça popüler olan sushi’ yi sararak bir arada tuıtan malzeme olarak kullanılması bu denizotunun ABD’ deki pazar isminin diğer İngilizce konuşan diğer ülkelerdeki gibi “laver” değil “nori” olmasında en büyük etkendir.

Nori üretimi ve işlenmesi ileri bir tarım tarzıdır. Porphyra bitkileri deniz yüzeyindeki ağlarda 45 gün gibi kısa sürelerde büyür ve botlarla müdahale edilerek hasat yapılır. Okyanustan toplanan bu raw alg yaprakları japonların kağıt yapımında kullandıkları antik yöntemlere benzer şekilde preslenir ve kurutulur. Son ürün genelde kağıt inceliğinde, 18x20cm boyutlarında, 3 gram ağırlığında olur ve çok çabuk rutubet kapabileceğinden dolayı hava sırdırmaz ambalajlarda satılır.

Besleyici özellikler ile dolup taşan bu Japon algi büyük miktarlarda protein, lif, vitamin, mineral, antioksidan ve lignanlar içerir. Yağ, kolesterol ve şeker içermeyen bu düşük kalorili besin A vitamini, B1 vitamini (thiamin), B2 vitamini (riboflavin), B3 vitamini (niacin), B9 vitamini (folat), C vitamini, E vitamini, K vitamini, Magnezyum, Potasyum, Sodyum, Fosfor, Çinko, Demir ve Kalsiyum içermektedir. Yaklaşık 1/3 ünü protein, 1/3 ünü lif olarak düşünülebileceğiniz Nori’ nin “porphyra yezonsi” türü ise vegan olan kişilerde görülen B12 vitamini eksikliğine önemli bir kaynak olarak gösterilmektedir.

Ben, kişisel olarak Nori ile Şef Mehmet Ak’ ın hazırladığı kahvaltıda tanıştığımda raw food – çiğ beslenmede büyük bir ihtiyacı karşılayabileceğini farkettim. Şefin çiğ / vegan tarzı hazırladığı sushiler dışında içine yerleştirebileceğiniz her ürün ile bir lavaş gibi kullanarak dürüm yapabilmeniz, bir taban olarak kullanıp üzerine pizza yapabilmeniz ve hatta ekmek olarak kullanabilmeniz sayabileceklerimden sadece birkaç tanesi.

50 adetlik paketi Sn. Mehmet Ak tarafından 60 TL bedel ile satılan bu ürünü İstanbul’ da teslim almak için sayfamıza mesaj yazabilir, myrawlifestyle@gmail.com adresine mail atabilir ya da direkt olarak www.mehmetakademi.com sayfasından şefe ulaşabilirsiniz.

Zindelikler Dileriz...

25 Temmuz 2013 Perşembe

HANGi YiYECEKLER YÜKSEK BESiN DEĞERiNE SAHiPTiR?

 HANGi YiYECEKLER YÜKSEK BESiN DEĞERiNE SAHiPTiR?

Yüksek besin değeri olan yiyecekler güçlü bir sağlık kaynağıdır. Sadece vitamin ve mineraller değil aynı zamanda da antioksidan ve fitokimyasallar içeren özelliklere sahip bu “Süper Besinler” optimal sağlık ve uzun yaşamın sırrıdır.

Modern yaşamın düşük besleyici değerlere sahip olan yiyecekleri toplumun yüksek kilolu olmasında ve hastalıkların oluşmasındaki en büyük faktörlerden biri olmuş ve medikal harcamalar kontrol dışına çıkmaya başlamıştır.

“Eat Right America – Doğru Ye Amerika” projesi araştırmacılarından Dr. Joel Fuhrman tarafından oluşturulan ve yiyeceklerdeki gerçek besin değerini gösteren ANDI (Aggregate Nutrient Density Index – Kümelenmiş Besin Yoğunluğu Endeksi) skor tablosu besinlerin vitamin, mineral, antioksidan ve fitokimyasal kompozisyon açısından değerlerinin nümerik ölçümünü belirtmektedir.

ANDI skorlamasında besinlerin aşağıdaki özellikleri dikkate alınmıştır;
* Kalsiyum & Magnezyum
* Karotenoidler (beta karoten, alfa karoten, lutein ve zeaksantin)
* Likopen
* Çözünebilen ve çözünmeyen lifler
* B vitaminleri & Folat
* Demir
* Çinko & Selenyum
* C vitamini
* E vitamini (tokoferol, tokotrienol)
* ORAC skoru (antioksidan güç)

ANDI skorlaması 1,000 den 1 e kadar derecelendirilmekte olup en üst besleyicilik 1,000 olarak belirlenmiştir. Skorlama yapılırken yiyeceklerin yağ içeriği dikkate alınmamıştır.

İyi bir sağlığın belirlenmesinde önemli bir faktör olan bu tabloyu sizlere ekte sunuyor, Zindelikler diliyoruz...

20 Temmuz 2013 Cumartesi

GENETiĞi DEĞiŞTiRiLMiŞ ORGANiZMALAR (GDO) HAKKINDA BiLMEDiKLERiMiZ


GDO, bir organizmanın DNA’sının bir diğerine doğal olmayan bir yöntemle yerleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede kimya endüstrisi sessizce yediklerimizin kontrolünü ele almış bulunmakta, etiketlerde gösterilmeyen içerikler kullanılmakta ve özellikle gösterilmemesi için harcamalar yapılmaktadır. Kısaca özetlememiz gerekirse;

1. GDO her yerdedir. Mısır, soya, pamuk (yağı için), kanola ve şeker pancarı genetik olarak modifiye edilip içerisinde böcek ve zararlı bitki zehiri bulundurması ya da zararlı otlara karşı kullanılan kimysallara karşı dayanıklı olup yaşaması sağlanmaktadır.

2. İşlenmiş tüm gıdalarda bulunabilen bu ürünleri etiketlenmedikleri için farketmeniz çok zor olabilmektedir. Bazı ülkeler içerisinde GDO bulunan ürünlerin etiketlerde gösterilmesi konusunda adım atmış olsa da henüz bu uygulama dünya geneline yayılmamıştır ve üreticiler tarafından belirtilmemeye çalışılmaktadır.

3. GDO'lu ürünlerin sağlığa zararları hiçbir zaman uzun süreli olarak test edilmemiştir. Araştırmaların çoğu tohumları üreten aynı firmalar tarafından yapılmakta olup yakın zamanlı araştırma sonuçları allerji ve organ hasarı olasılıklarını göstermiştir. Bulunduğumuz noktada ne kadar zararlı olup olmadıklarını bilmemiz zordur çünkü yeterli uzunlukta bir süre geçmemiştir.

4. Tabağınızdaki yiyecekleri küresel olarak yayılmış sadece üç kimya firması kontrol etmektedir. Bu üç firma tohum pazarının ve kimyasalların % 53’ ünü kontrol etmektedir.

5. GDO teknolojisi doğaya karşı gelememektedir. Geniş çaplı kimyasal ve GDO üretimi sonucu günümüzde bağışıklık kazanmış ve mutasyona uğramış 500 türden fazla böcek bulunmaktadır. Haşereler yaşamlarını sürdürmek için mutasyon geçirdikçe yeni kimyasallar üretilmeye çalışılmakta ve döngü korkunçlaşmaktadır.

Tavsiyemiz; Lütfen %100 organik sertifikalı ürün kullanınız. Sağlığınız yanında sizi kontrol etmeye çalışan gıda endüstrisine karşı bir bilinçlenme olması bile bir başlangıç sebebi sayılabilir.

Zindelikler Dileriz...

GÜNEŞ KORUYUCU KULLANIRKEN YAPILAN EN GENEL HATALAR


Çoğumuz için yaz günleri havuz başı ve/veya plajda geçirilen zaman anlamına gelmektedir. Güneş koruyucuların bazı kanser türleri ve melanom için kullanılması gerektiğini bildiğimiz halde araştırmalar kullanımının tam da doğru olmadığını göstermiştir. İşte genellikle yapılan hatalar ve farklı bilinenler;

1. Yeterli Miktarda Kullanılmamaktadır:
Güneş koruyucu kullanırken yapılan en büyük hata vücudun her bölgesini kaplayacak kadar kullanılmamasıdır. Aslında olması gereken tüm vücudu kulaklar, ayak parmakları, boyun arkası gibi bölgelerde dahil olmak üzere tamamen örtmektir. Araştırmalar bütün bir yaz boyunca ortalama 1,5 şişe güneş koruyucu tüketildiğini gösterdiği halde tam korunma için 1 şişenin birkaç kullanımda bitmesi gerekmektedir.

2. Güneş Koruyucular Uygulama Sonrasındaki ilk 30 Dakika Boyunca Etkili Olmazlar:
Bir güneş koruyucusunun üzerinde belirtilen maksimum koruma derecesine ulaşması 30 dakika almakta ve ilk kat korumanın deniz kıyafetleri giyilmeden önce uygulanması gerekmektedir.

3. Sprey Tarzındaki Güneş Koruyucuları Yeterli Koruma Sağlamazlar:
Korumak istediğiniz bölgenin tamamen ıslanarak kaplanması gerektiğinden sprey tarzındaki uygulamalarda bu koruma seviyesine ulaşılamamaktadır. Eğer sprey tarzı bir korumanız varsa ve kullanmak istiyorsanız uyguladıktan sonra mutlaka ovalayarak cildinize yedirmeniz gerekmektedir.

4. Güneş Koruyucu Bir Alışkanlık Olarak Her Sabah Uygulanmalıdır:
Güneş ışınlarına ve UV ye maruz kalmanız sadece güneşli günlerde veya plaja gittiğinizde gerçekleşmez. Bulutlu bir günün de zararı olabileceği düşünülerek bir diş fırçalama alışkanlığı gibi güneş korumaların da günlük bir alışkanlık olmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.

5. Güneş Koruyucular Tam Gün Dayanmazlar:
Çok yüksek seviyeli bir koruyucu kullanıyor olsanız bile etkili olduğu zaman süreci 2 saati geçmemektedir. Eğer yüzüyor ya da terliyorsanız bu etki süresi daha da kısadır çünkü hiçbir koruyucu gerçek anlamda suya dayanıklı değildir.

6. Yüksek Koruma Faktörü Daha Yüksek Koruma Anlamına Gelmez:
Hiçbir koruyucu %100 bir koruma sağlamaz. SPF 30 % 97, SPF 50 % 98 hatta SPF 100 bile % 99 koruma sağlar ve 30 faktörün altındaki koruyucuların gerçek anlamda bir etkisi yoktur. Koruyucu kullandıktan sonra bile kendinizi gerçekten korumanıza yardımcı olabilecekler arasında kulaklarınızı da örtecek şekilde bir şapka giymeniz, UV korumalı gözlük kullanmanız, gölge olan yerleri tercih etmeniz ve 10:00 – 16:00 arasında dışarıda olmamanız sayılabilir.

7. Güneş Koruyucunuzun Kullanım Süresi Kontrol Edilmelidir:
Güneş koruyucuların kullanım süresi imalat tarihini takiben en fazla üç senedir ve son kullanım tarihleri satın alınırken kontrol edilmelidir. Bunun dışında yüksek ısı koruyucuların içerisinde bulunan kimyasalları bozarak korumayı etkisizleştirebileceği için güneşte kalmış ürünler son kullanım tarihi gelmemiş bile olsa kullanılmamalı ve satın alınan ürünler güneş ve/veya yüksek ısıda bırakılmamalıdır.

8. Koyu Tenli Kişilerde Koruyucu Kullanımı:
Hiçbir ten rengi güneşe karşı tamamen korunmalı ve kanserden uzak değildir. Bu nedenle yaşa, ten rengine ve ırka bağlı olmadan tüm kişilerin güneş koruması kullanması gereklidir.

Zindelikler Dileriz.

Söyleşi - Prof. Denis Hughes M.D., Ph.D., by Laura Nathan-Garner. 18 Temmuz 2013 -

18 Temmuz 2013 Perşembe

ZEYTiNYAĞININ DEŞiFRESi - TERiMLER SiZE NEYi iFADE EDiYOR?


Zeytinyağı üretiminin ilk aşaması, zeytin tanesinin, eti ve çekirdeği ile ezilmesi, parçalanmasıdır. Eskiden taş değirmenlerde günümüzde ise kontinü sistemde makine ile gerçekleştirilen bu işlemde hedef zeytin tanesinin zeytin hamuruna dönüştürülmesi ve hamurdan yağın çıkartılmasıdır.

Kontinü sistemi savunanlar bu sistem ile tam bir hijyenik ortam sağlandığını, zeytin hamuru hava ile temas etmediğinden oksidasyon riskinin olmadığını söylemektedirler. Ayrıca iki fazlı kontinü sistemde zeytin hamuru su ile de temas etmemektedir. Zeytinyağındaki antioksidan, besleyici ve aromatik bileşikler daha iyi korunmakta hatta soğuk sıkım yapan kontinü sistem makineleri de bulunmaktadır.

Kontinü sistemde zeytin taneleri yıkanarak makineye girdikden sonra sistem içerisinde tane hamur olmakta, bir oluktan yağı, öbür oluktan pirina (yağı alınmış zeytin hamuru) çıkmaktadır. Taş değirmenlerde ise zeytin taneleri hamur haline getirildikten sonra, elde edilen zeytin hamuru özel torbalara konularak pres altında ezilmektedir.

Zeytin hamuru prese konulmadan önce üzerinde biriken yağ en iyi yağdır. Buna “özel yağ, göz yağı, burun yağı” adı verilir. Torbaya konulan hamur preslenmeden sızan yağ ise “zeytin sütü” diye adlandırılmaktadır.

Torbalardaki zeytinyağı hamurunun ilk sıkımına su verilmemektedir. Hamur olduğu gibi sıkılmakta ve “soğuk pres sızma zeytinyağı” olarak adlandırılmaktadır. İlk sıkımda hamurdan çıkacağı kadar yağ çıktıktan sonra ikinci sıkıma geçilmektedir. İkinci sıkımda pres (mengene) altında bulunan içi zeytin hamuru dolu torbaların üzerine 25-30 derece sıcaklıkta su dökülmekte ve sıcak su zeytin hamurunun içindeki yağı söküp almaktadır. Presin altındaki kaplara su ile karışmış olarak akan zeytinyağı suyun üzerinde yüzmekte, kepçelerle toplanarak pamuktan geçirilerek filtre edilmekte ve bu yağa da “sulu sistem sızma zeytinyağı” adı verilmektedir. Sulu sistem sızma da aynı şekilde katıksızdır.

Zeytin hamurunda kalan yağı almak için ne kadar çok pres yapılırsa, yağın asidi o kadar yükselmekte, kalitesi düşmekte ve antioksidan özellikleri azalmaktadır. Zeytinyağı doğal olarak yüksek antioksidanlar, vitaminler ve faydalı yağ asitleri içerdiğinden üretimin yüksek sıcaklıkta su ile yapılması, kontinü sistemde ısıya maruz kalması bu değerlerinin kaybolmasına yol açmaktadır. İçerdiği klorofil nedeniyle zeytinyağı, ışığa karşı da hassas olduğundan renkli cam şişelerde, porselen ya da çelik kaplarda veya içi laklı teneke kutularda saklanmalıdır.

Zeytinyağı çeşitleri şunlardır;

NATÜREL ZEYTiNYAĞI:
Zeytinin preste veya kontinü sistemde sıkılması ve çıkan yağın zeytin suyu ile zeytin posasından (pirina) ayrılması ile elde edilmektedir. Naturel zeytinyağları 2 çeşittir:
1- SIZMA Zeytinyağı (Extra Virgin): Natürel yağlar içerisinde en değerlisidir. En fazla % 1 oleik asit içermektedir.
2- NATUREL BiRiNCi Zeytinyağı (Virgin): Sızma ile aynı özelliğe sahiptir fakat asidi yüksektir. % 1 ile % 2 arasında oleik asit içermektedir.

RAFiNE ZEYTiNYAĞI:
Lampant denilen yüksek asitli veya doğrudan yemeye uygun olmayan natürel zeytinyağı alınmış zeytin hamurunun (posalarının) kimyasal yöntemle rafine edilmesiyle elde edilmektedir. Rafine işlemi sonucunda, yağın asidi sıfıra indirilmekte, herhangi bir tadı ve kokusu kalmamaktadır. Olduğu gibi tüketilemesi mümkün olmamaktadır.

RiViERA ZEYTiNYAĞI:
Rafine zeytinyağına % 20 - % 40 oranlarında naturel zeytinyağı katılarak elde edilen karışımdır. Asit oranı % 1 - % 1.5 arasında değişmekte ve yemeklerde kullanılmaktadır. Tadı benzese de besin değeri natürel zeytinyağına göre çok düşük olan bu zeytinyağının tercih sebebi natürel zeytinyağından daha ucuz olmasıdır.

ERKEN HASAT ZEYTiNYAĞI:
Olgunluk dönemini tamamlamış bir zeytinden elde edilen zeytinyağı, olgunluk döneminin tüm özelliklerini (sağlığını) içermektedir. Erken hasat zeytinyağı ise olgunluk evresini tamamlamamış, özelliği eksik kalmış, vitamin yükünü tam olarak alamamış zeytinden elde edilmekte ve hafif buruk bir tad vermektedir. Erken hasatta zeytinin henüz olgunlaşmadığından dalından zor koparılması ve yağ miktarının az olması fiyatının biraz daha yüksek olmasının tek sebebi sayılmaktadır.
Erken hasat zeytinyağı yeşilimsi rengi, koyuluğu ve farklı tadıyla ekmek banılarak yenilecek, kahvaltıda ve salatada kullanılacak farklı bir yağ olduğu halde genelde tam filtre edilmeden şişelendiğinden tortuludur ve fazla dayanıklı değildir. Normal zeytinyağı ise ışık almayan kaplarda bir yıl süre ile özelliğini ve lezzetini koruyabilmektedir.

Zindelikler Dileriz...

(Sn. Güngör Uras’ ın Milliyet gazetesindeki farklı yazılarından derlenmiştir.)

17 Temmuz 2013 Çarşamba

GÖKKUŞAĞI DOMATES PiZZASI




GÖKKUŞAĞI DOMATES PiZZASI

-İçerik-

* 1 adet kepekli lavaş
* Birer adet tercihen organik değişik renkte domatesler
* Humus (hazır yada kendi yaptığınız)
* 1 kaşık zeytinyağı
* 1 diş kıyılmış sarımsak
* Ufalanmış keçi peyniri
* Tat için gerekiyorsa tuz ve biber

-Hazırlanışı-

1. Domatesleri 20 dakika kadar 180 C ısıda zeytinyağı, sarımsak, tuz ve biber ile fırınlayınız.
2. Kepekli lavaşın üst kısmını humus ile kaplayınız ve domatesleri keçi peynirleri ile birlikte yerleştiriniz.
3.  180 C ısıda 10 dakika daha fırınlayınız.

Dilimleyiniz ve Afiyet Olsun...

DOMATES iÇERiSiNDE TAHiNLi LiMON SOSLU NOHUT SALATASI




-İçerik-

* 500 gr. pişirilmiş, süzülmüş nohut
* 1 adet salatalık (uzunlamasına dörde bölünmüş ve sonrasında dilimlenmiş)
* 15-20 gram kıyılmış taze nane yaprakları
* 2 limonun suyu
* 50 gr. organik tahin
* 1 kaşık soğuk-pres zeytinyağı
* damak tadınıza göre gerekiyorsa çok az tuz

-Yapılış-

1. Nohut, salatalık ve nane yapraklarını bir kap içerisinde karıştırınız. Ayrı bir küçük kapta ise tahin, limon suyu ve zeytinyağını çırpınız. Gerekiyorsa sosu inceltmek için 1 – 2 kaşık su ilave ediniz.

2. Karıştırdığınız nohut salatası üzerine sosu gezdiriniz. Arzu ederseniz salatayı resimde görüldüğü gibi büyük domatesler içerisine de doldurabilirsiniz.

Afiyet Olsun ...

10 Temmuz 2013 Çarşamba

BiLiMSEL OLARAK KANITLANMIŞ 18 ANTi-TÜMÖR ETKiLi BAHARAT-BiTKi (1. BÖLÜM)


Eğer sorularınızın karşısında sert ve inatçı bir hastalık olan kanser bulunuyorsa, korunma yada tedavi için gerekli birçok şey baharat dolabınızın içerisinde bulunuyor olabilir. Besinlerimize tat kazandırması amacı ile kullandığımız anti-kanser etkili baharatlardan elde edilen 180 hammaddenin tanımlandığını ve sağlığa katkılarının kanıtlandığını biliyormuydunuz? Kanser riski ve tümör davranışları açısından tüm bu baharatları yayınlamamız zor olsa da sizler için öne çıkan 18 adedini tanıtmaya çalışacağız.

Bilim toplulukları arasındaki bilinçli çalışmalar ile fizyolojik geçerliliği olan bir cevap kabul edilebilecek baharat dozajları araştırılmaya başlanmıştır. Her ne kadar baharatların sağlığa katkıları anti-oksidan özellikleri üzerinden değerlendirilse de, bağışıklık sitemine katkı, hücre bölünmesi, apoptosis, hücre ayrışması, ilaç metabolizması gibi birçok hücresel süreç üzerindeki biyolojik etkileri de göz önüne alınmıştır.

Üç tip biyogösterge olan maruz kalma, etki ve duyarlılık, baharatın kanser terapisindeki etkisini değerlendirmek için gereklidir. Daha fazla cevap alınabilmesi ve beslenme reçetesi bileşenleri, gastrointestinal saha mikropları, çevresel faktörler, genetik gibi etkileşimlerin de göz önüne alınarak gerçek yarar noktalarının aydınlatılması amacı için belirli baharatların dozu hakkında.ilave bilgi çalışması yapılmıştır.

Baharatlar, tümör riski ve davranışlarını regüle eden kanser öncesi ve anti-kanser faktörlerinin belirlenmesinde bir anahtar rol oynayabilirler. Yaşları 36 ve 55 arasında olan kişilerin sağlıklı beslenme ve sağlığa katkıları bulunan bazı etnik yemek kültürlerine yönelmeleri gittikçe artmaktadır. Bu etnik yemeklerin pek çoğu baharatlar ile lezzetlendirilmiş olup bazı ülkelerde de dozu kurallara bağlanmıştır. A.B.D Tarım Bakanlığının 2007 yılı araştırma sonuçlarına göre 1970 - 2005 yılları arasında kişi başı baharat kullanımı 2 katından fazla artmıştır. Beklenilebileceği gibi sarımsak gibi bazı baharat-bitkilerin kullanımındaki artış ise 6 katından fazladır.

Baharatların kanser riskini azaltması veya kanser hücrelerinin biyolojik davranışlarını değiştirebilmesi ekteki resimde de görülebilen birçok faktöre bağımlıdır. Düşük toksisitesi ve geniş çevrelerce kabul görmesi baharatları risk azaltımında kişisel kullanım için avantajlı kılmaktadır. Deneysel olarak tetiklenmiş kanserler ile baharat-bitki etkileşimlerinin sağlığa yararları ve direnç oluşturması ile ilgili mekanizmalar hakkında birçok araştırmalar yapılmıştır. Bir sonraki bölümümüzden başlayarak elde edilen klinik kanıtları ile en etkili 18 baharat-bitkiyi sizlere alfabetik sıra ile tanıtmaya çalışacağız;




1. BiBERiYE

Biberiye (Rosmarimus officinalis) iğne yapraklı ve hoş kokulu bir bitki-baharattır. Akdeniz bölgesine özgüdür ve acımsı, buruk, kekremsi tadı ile birçok yemek çeşidine aromatik karakteristik katar. Lamiaceae familyasına bağlıdır ve karnosik asit, rozmarinik asit gibi antioksidanları da kapsayan biyolojik aktif bir içeriğe sahiptir. Diğer biyoaktif içerikleri arasında ise kafur, kafeik asit, ursolik asit, betulinik asit, rozmaridifenol ve rozmanol bulunmaktadır.

Yüksek antioksidan seviyesi nedeni ile biberiyenin ham ve rafine ekstratları geniş bir ticari yelpazede bulunmaktadır. Birçok araştırma kanıtları biberiye ekstratının kimyasal olarak tetiklenen kanserlerde ilerlemeyi yavaşlattığını ve tümörigenez fazlarının başlamasını bloke ettiğini göstermiştir. Biberiye ekstratları ayrıca aktif içerikleri karnosik ve rozmarinik asit sayesinde kanser hücrelerinin proliferasyonunun engellemeye yardımcı olmaktdır.

Bilimsel Araştırmalar : Huang et al. 1994, Dragan et al. 2007, Yeşil, Çeliktaş et al. 2010

2. DEREOTU

Dereotu (Anethum graveolens) görece kısa-ömürlü fakat yıl boyu bulunabilen bir bitki-baharattır. Etkileri mevsimlere bağımlı iki farklı bileşiğinden gelmekte olup ilkbaharda yaprakları, sonbaharda da tohumları kullanılır.

Yayınlayacağımız diğer baharatlar gibi dereotunun da ilaç detoksifikasyon mekanizmalarını desteklediğine dair kanıtlar bulunmaktadır. Dereotu hücresel oksidasyon-düşürme dengelerine ve hücreyi serbest-radikallerden korumaya yardımcı olması nedeni ile, yükselen antioksidan seviyeleri kombinasyonları karsinojenler dahil tüm yabancı maddelerin detoksifikasyonunda oldukça yaralıdır.

Bilimsel Araştırma: Zheng, Kenney, Lam et al; 1992

3. FESLEĞEN

Fesleğen (Ocimum basilicum) özellikle Akdeniz ve Güneydoğu Asya mutfaklarında kullanılan bir bitki-baharattır. Anavatanı İran, Hindistan ve tropikal Asya olduğu halde dünyanın her bölgesine yayılmıştır ve sağlığa olan faydalarından dolayı en çok kullanılan çeşidi tatlı fesleğendir. Fesleğenin antioksidan, antimutajenik, antitümörijenik, antiviral ve antibakteriyel özellikleri içerdiği linalool, 1.8 sineol, estragol ve öjenol maddelerinden gelmektedir.

Fesleğenin karsinogenez üzerinde etkili olduğuna yönelik kanıtlar bulunmaktadır. Fareler üzerinde yapılan araştırmalarda günlük 150-300mg/vücut kg dozajında fesleğen ekstratı uygulanan deneylerde deri tümörlerinde % 12,5-18,75 azalma kaydedilmiştir. Fare başına ortalama tümör yükü açısından düşük doz grubunda 2.4, yüksek doz grubunda 4.6 kat daha az tümör görülmüştür.
Fesleğenin anti-kanser özellikleri viral enfeksiyonlarda efektif olması ile de alakalıdır. Heptosellüler karsinon açısından yüksek risk grubunda bulunan hepatit B hastalarında fesleğenin antiviral özellikleri değerlendirilmiş ve hepatit B dahil birçok virüs için fesleğen bileşenleri onaylanmıştır.

Bilimsel Araştırmalar : Muller et al. 1994; Dasgupta, Rao, Yadava 2004; Chiang et al. 2005; Makri, Kintzios 2007; Fung, Lai, Yuen 2009; Ishikawa 2010.

4. KAKULE

Kakule, zencefil ailesinin Elettaria (yeşil) ve Amomum (siyah) türlerine uzanmakta, Hint ve bazı Avrupa mutfaklarında sıklıkla kullanılmaktadır. Antioksidan özelliklere sahip olan kakule ve serbest radikalleri temizleme özelliğine sahip olan siyah kakule (Amomum subulatum) bir çok bilimsel araştırmada yer almıştır.

Kakulenin kimyasal karsinogenezi bloke edici özelliklerine ek olarak kakule yağının zenobiyotik metabolizmaya etkisi olan enzimler ile etkileşimi kanseri frenlemeye yönelik etkiler göstermiştir.

Kakule, antienflamatuar, antiproliferatif ve proapoptotik aktivasyonları ile azoksimetana bağımlı kolon karsinogenezini de düşürmektedir.

Bilimsel Araştırmalar: Banerjee et al. 1994; Kikuzaki, Kawai ve Nakatani 2001.

5. KARANFiL
Karanfil Eugenia caryophyllata ağacının tomucuklarından elde edilmektedir. Tanen, terpenoid, asetilöjenol ve ojenol gibi biyoaktif maddeler içeren karanfil Endonezya’ ya özgü olduğu halde tüm dünya mutfaklarında kullanılmaktadır.
İnsanlar üzerinde karanfilin kanser korumasının test edilmesi amacı ile yapılmış çalışmalar olmadığı halde diğer çalışmalarda hücresel detoksifikasyon üzerinde efektif olduğu kanıtlanmıştır.
Karanfil yüksek oranda öjenol içermektedir. Dokuların karsinogenezi başlatacak yabancı maddeleri tutabilme kabiliyetini bu ve diğer birkaç bileşeninin geliştirdiği düşünülen karanfil gastrointestinal destek aktivitelerini de yine bu içerikler sayesinde gerçekleştirir ve ilaç detoksifikasyon yollarında etkinlik sağlar.

Bilimsel Araştırma: Kluth et al.; 2007

- Devam Edecek -

9 Temmuz 2013 Salı

STEVIA VE FAYDALARI




STEVIA VE FAYDALARI

Stevia, Kuzey Amerika’ dan Güney Amerika’ ya Batı bölgeleri boyunca uzanan bir bitkidir. Stevia türlerinden genel adı ile tatlıyaprak, şekeryaprağı yada kısaca Stevia diye bilinen Rebaudiana sadece yaprakları için yetiştirilmektedir.

Şekere alternatif bir tatlandırıcı olarak kullanılan Stevia şeker göre daha yavaş bir tat girişi yaptığı halde daha uzun süreli olarak damakta kalmaktadır. Yüksek konsantrasyonlarda kullanıldığında ise bazı ekstratları meyankökü benzeri bir tad bırakabilmektedir.

2009 yılında birçok araştırmaların ve Tayland Mahidol Üniversitesinin son araştırmalarının toplu sonuçlarına göre Stevia’ nın sağlığa yararları aşağıdaki şekilde açıklanmıştır;

* En büyük yararı olarak tatlılık verdiği halde kan şekeri / glikoz seviyesini yükseltmemekte ve tam tersine aktif olarak düşürmektedir.
* Tip 2 diyabet hastalarında günde 1000 mg Stevioside yemeklerden sonra kan şekeri / glikoz artışını % 18 oranında engellemektedir.
* Kan basıncını (tansiyonu) düşürmektedir.
* Antienflamatuar, anti-tümör, antidiyareik ve immünomodülatör etkileri bulunduğu gözlemlenmiştir.

Tatlı Günler ve Zindelikler...