29 Ekim 2013 Salı

MEME KANSERi TEDAViSiNDE POTANSiYEL BiR ATILIM, YENi HORMON REPLASMAN TEDAViSi (HRT) HAPININ MiLYONLARCA KADINA VE TAMOKSiFEN KULLANICILARINA YARDIMCI OLACAĞI BEKLENiYOR

6000 den fazla kadının yer aldığı araştırma sonuçları açıklanarak yeni bir HRT hapının menopoz semptomlarını dramatik olarak düşürdüğü ve osteoporoz oranlarını azalttığı açıklanmıştır.

Bilim insanları yeni tedavi ilacının “büyük bir umut” oluşturduğunu çünkü günümüzde menopoza yaklaşan kadınların kullandığı ilaçlarının aynı zamanda meme kanseri riskini arttırdığına dikkat çekerek, bazı uzun dönemli ilaçlarını yan etkileri nedeniyle kullanmayı bırakmayı düşünen meme kanseri tedavisi olmuş SURVIVOR kadınların da bu hap sayesinde semptomları azaltacağını ve ilaçlarına rahatlıkla devam edebileceklerini belirmişlerdir.

Bilim insanlarını en fazla heyecanlandıran ise yapılan laboratuvar ortamı denemelerinde hapın aynı zamanda bir tedavi kombinasyonu ile meme kanseri tümörlerininin gelişimini de azaltılabildiği olmuştur.

Uzun yıllardır osteoporoz ve kemik kırılganlığını önlemeye yönelik kullanılan ve aynı zamanda da menopoz semptomlarını rahatlatan hormon replasman tedavisi ilaçlarının östrojen ve progesteron üzerindeki etkileri ile meme kanseri riskini ikiye katladığı ve kalp hastalıklarına yol açtığı çeşitli araştırmalar ile öngörülmüş durumdadır.

Yeni HRT ilacı “DUAVEE” ise kemik kırılganlığında % 40, sıcak basması gibi diğer bazı menopoz semptomlarında ise % 85 e varan oranlarda yüksek etki gösterirken içeriğinde bulunan – bazedoxifene – ile östrojen blokajını da gerçekleştirebilmektedir. İlaç birçok HRT hapında bulunan progesteron da içermediğinden meme kanseri açısından çok daha güvenli olduğu da düşünülmektedir.

Virginia Üniversitesinden Prof. Richard Santen, American Society for Reproductive Medicine konferansında şunları belirtmiştir; “45 yıldır meme kanseri üzerinde araştırmalar yapıyoruz… Eğer yaptığını düşündüğümüz şeyi yapıyorsa, bu müthiş..”

Yeni ilacın tedavisi FDA tarafından 3 Ekim 2013 tarihinde A.B.D. de Ocak 2014 itibari ile kullanımı için onaylanmış durumdadır ve Avrupa’ da da ilaç düzenleyici kurumlar tarafından birkaç ay içerisinde yeşil ışık yakılması için şu anda inceleme altındadır.

Tamoksifen kullanıcılarının % 40 kadarının yan etkileri ile baş edememesi nedeniyle ilacı bırakması ve bunun binlerce hayat kaybına neden olduğunun belirlendiği düşünüldüğünde ise yeni ilacın umut edilen potansiyeli daha iyi anlaşılmaktadır.

Zindelikler Dileriz…
The Telegraph, 18 Ekim 2013 tarihli makaleden özetlenmiştir.

GENEL KURALLARI iLE KiMLER GENETiK TEST YAPTIRTMALI VE NEREYE BAŞVURULMALIDIR ?



National Cancer Institute (NCI) verilerine göre BRCA1 veya BRCA2 gen mutasyonu bulunan kadınların meme kanserine yakalanma riskleri 5 kat fazladır. BRCA mutasyonu taşıyan kadınların oranının ortalama % 1 olduğu ile ilişkilendirildiğinde mutasyon bulunan kadınlar grubunun % 60 kadarının, normal popülasyonda bulunan kadınların ise % 12 sinin hayatlarında meme kanseri ile tanışabileceği öngörülebilmektedir.

Gerçek anlamda % 1 gibi bir mutasyon taşıyıcı oranının bulunması genetik testleri çoğu zaman gereksiz kılmaktadır. Bu bir kişisel tercih de olsa eğer nesilden nesile BRCA2 mutasyonu taşıyan Aşkenazi Yahudileri soyundan gelmiyorsanız genetik test yaptırtmanızı destekleyen bazı noktaları belirtmek bu kararınızda yardımcı olabilecektir;

* Anneniz ya da kızkardeşiniz gibi birinci derece akrabalarınızdan ikisinin, birinin 51 yaşından önce tanı almış olması koşulu ile, meme kanseri tedavisi görmüş olması,
* Üç ya da daha fazla birinci veya ikinci derece akrabalarınızın (büyükanne, teyze, yenge, hala gibi) meme kanseri tanısı almış olması,
* Birinci ve ikinci derece akrabalarınız arasında meme kanseri VEYA over kanseri kombinasyonu bulunması,
* Birinci dereceden tek bir akrabanın her iki memede de tanı almış olması,
* Tek bir birinci veya ikinci derece akrabanızın hem meme hem de over kanseri tanısı almış olması,
* Meme kanseri tanısı konulan herhangi dereceden bir ERKEK akrabanızın bulunması.

Yukarıda belirtilen koşullara sahip ailelerin oranı istatistiklere göre % 2 civarındadır ve belirttiğimiz gibi mutasyon taşıma istatistiği ise % 1 dir. Bu tür ailelerde her kadının BRCA mutasyonu taşıyacağı düşünülemeyeceği gibi aile içerisindeki her meme kanseri vakası da mutasyona bağlanamaz. Bununla birlikte NCI’ a göre BRCA1 ya da 2 mutasyonuna sahip olduğu belirlenen her kadının meme ve/veya over kanseri tanısı alacağı da kesin değildir.

Testler sonrasında BRCA 1 pozitif sonuç alan bazı kadınların (meme kanseri tanısı alabilecekleri kesin olmasa da) koruyucu çift mastektomi operasyonuna yöneldiği görülmektedir. Araştırmalar yukarıda belirttiğimiz yüksek-risk grubundaki kadınlarda koruyucu mastektominin % 90 oranında etkili olduğunu göstermiştir fakat cerrahi müdahalenin de birtakım riskleri bulunduğu için böyle bir kararda doktorlarınızla tüm avantaj ve dezavantajlar ile diğer alternatiflerinizi de konuşmanız yararınızadır.

Yüksek risk grubunda olduğunuzu düşünüyorsanız Türkiye’ de – araştırma projesinin fonu devam ettiği sürece – doktorunuzdan istek götürmeniz şartı ile Çapa’ da bulunan İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Kanser Genetiği Bölüm Başkanlığı’ na başvurarak ücretsiz olarak testlerinizi yaptırtabilirisiniz.

Zindelikler Dileriz…

23 Ekim 2013 Çarşamba

BESiN TÜRLERi VE ALKALi / ASiT DEĞERLERi BÖLÜM 4 - ET VE KEMiKLER



Et, balıklar dahil tüm hayvanların kas bölgesidir. Fosforik asit içerdiğinden dolayı doğal olarak bir asidize edicidir.

Kemik iliği bir alkali yağ kaynağıdır ve bitkisel bazlı nadir alkali özellikli yağlardan olan zeytinyağı gibi ender rastlanan özelliktedir. Kemikleri yiyemeyiz fakat yiyebilecek olsak bile besin endüstrisi tarafından üretilen hayvanların kemiklerinde bulunan toksin ve kurşun gibi ağır metaller nedeni ile faydadan çok zarar görebileceğimiz öngörülmektedir. Tavsiye edilen ise asit özellikli et yeniliyorsa yanında mutlaka yeşil yapraklı sebzeler içeren bir salata takviyesine sahip olarak asit/alkali dengesini korumak gerektiğidir.

Tüm canlılar gibi insan vücudunda da ağır metallerin yoğunlukla depolandığı bölge kemiklerdir. Çiğ beslenme hayat stilini benimseyen kişilerde ilk birkaç ay sonrasında kan değerlerinde kurşun ve kadmiyum gibi metallerin yükselen oranı vücudun kendini temizleme sürecinin bir parçasıdır ve kalsiyum gibi sağlıklı mineraller ile yer değişiminin bir göstergesidir.

Zindelikler Dileriz…

22 Ekim 2013 Salı

EGZERSiZ SÜRECiNDE VÜCUDUMUZDA NELER OLUYOR ? (Bölüm 2)


BEYiN

Artan kan akışı beyin hücrelerimizin fonksiyonalitesini yükseltir ve egzersiz sonrasında beyin çok daha fazla odaklanabilir hale gelir. Eğer “düzenli” olarak antrenman yapıyorsanız bir süre sonra beynimiz bu kan döngüsüne alışarak bazı genleri kapatıp bazılarını açar ve Alzheimer, Parkinson ve inme gibi bir çok hastalık riskini azaltabilmemizi sağlar.

Egzersiz beynimizdeki nörotransmitterler adı verilen ve endorfinleri de kapsayan kimyasal mesajlama sistemini de tetikler ve modumuzu yükseltir. Burada pompalanan serotoninin etkiside büyüktür. Salgılanan dopamin ile glutamat kol ve bacak hareketlerimize destek olurken GABA yani gama-üminobutrik asit ise dengeli ve kontrollü hareket etmemizi sağlar.

Hippocampus adı verilen beynin bilinç ve duyum merkezi beyne pompalan oksijen ve yeni hücre gelişimi ile öğrenme ve hafıza yetilerini geliştirir. Beynin otonomik sinir sistemini kontrol eden bölgesi olan hipotalamus ise vücut ısısının artması ile terlemeyi sağlayarak vücut su ve tuz dengesinin yenilenmesini sağlar.

Beynimizde egzersizin bize en büyük faydayı sağladığı bölgelerden biri de hipofiz bezleridir. Bu bölge böbreküstü (adrenal) bezlerine hareket için gerekli hormonları salgılamasını mesajlarken büyüme hormonlarını da salgılar. Sınırlı glikojen stoklarını bitiren vücudumuz yeni yakıt aramaya başlar ve büyüme hormonu tam bu noktada devreye girerek metabolizmamıza egzersizde kaslara ihtiyacı olduğunu ve yağ stoklarımızı yakması iletir.

ADRENAL (BÖBREKÜSTÜ) BEZLERi

Egzersiz için kritik önemde olan stres hormonlarımız bu bölgede salgılanır. Kortizol vücudumuzun enerji stoklarının yakıt olarak kullanılmasını sağlarken, adrenalin kalbimizin daha hızlı atarak yüksek pompalama ve oksijen taşınmasını kolaylaştırır.

Zindelikler Dileriz…

University of Pittsburgh School of Medicine ve Mayo Clinic Sports Medicine Center tarafından hazırlanan makalelerden derlenmiştir.

21 Ekim 2013 Pazartesi

EGZERSiZ SÜRECiNDE VÜCUDUMUZDA NELER OLUYOR ? (Bölüm 1)



Kilo kaybetmek, daha fit olabilmek, bir hedefe ulaşmak ya da sadece eğlence amacı için bile olsa, egzersiz sizi değiştirir.
Hepimiz fiziksel olarak aktif bir hayat stili sürdürmenin sağlıklı ve üretken bir yaşamın anahtarı olduğunu bilsek de metabolizmamızın geri planında olan bitenler hakkında fazla bilgi sahibi değilizdir.
Şimdi egzersiz yaptığımızda vücudumuzda tepeden tırnağa oluşan değişiklikleri kısaca tanımaya çalışalım;

KASLAR

Kas hareketini tetiklemek için gerekli enerji glikojen formunda yediğimiz besinlerden depolanmış glikoz ile gerçekleşir. Kullanılan bir diğer yakıt ise ATP olarak bilinen adenozin trifosfattır fakat vücut hem ATP hem de glikoz stoklarını oldukça sınırlı tutmaya çalışır.

Egzersiz ile bu stokların çok çabuk bitirilmesi vücudu oksijen kapasitesini arttırarak yeni ATP üretimine yöneltir. Yük altında olan kaslara daha fazla kan pompalanarak oksijen kapasitesi arttırılır ve oksijen azlığında kaslarda oluşmuş olan laktik asit antrenman bitimini takip eden 30-60 dakika içerisinde vücuttan atılır.

AKCiĞERLER

Egzersiz antrenmanında vücudumuz normalden 15 kata kadar fazla oksijene ihtiyaç duyabilir ve sonucunda daha hızlı ve kuvvetli nefes alırız. Akciğerlerimizi çevreleyen kaslarımızın gücünün yetebildiği oranda bu nefes gücünü arttırabilir ve VO2max denilen maksimum oksijen kapasitemize ulaşırız. Literatürlerde yazılanlardan birisi şudur; Ne kadar yüksek VO2max, o kadar fit bir vücut.

DiYAFRAM

Her kas gibi diyafram da kuvvetli nefesler sonucunda yorulabilir. Diyafram konusunda değişik argümanlar bulunmaktadır. Bazıları diyafram yorulduğunda spazm ve neticesinde keskin bir ağrı ile kendini gösteren kramp oluştuğunu, bazıları krampa diyaframı çevreleyen bağların neden olduğunu bir diğer grup ise spazmların sırt bölgesinden karın boşluğuna giden sinirlere etki eden duruş bozuklukları nedeniyle oluştuğunu öne sürmektedir.

Derin nefes alma ve esneklik hareketleri bir egzersizin ortasında oluşabilecek bu rahatsız edici durumun etkilerini azaltabilmekte ve bir fitness merkezinde geçirilecek saatler gelecekte bu tür bir olasılığı en aza indirebilmektedir.

KALP

Egzersiz yaptığımızda kalbimiz yüksek bir atım hızı ile kan dolaşımını ve oksijen taşınmasını hızlandırır. Çalışan kalp daha verimli bir hale gelir ve uzun süreler boyunca fazla güç gerektiren antrenmanlara olan dayanıklılığı artar. Aslında bu süreç ve kalbin güçlenmesi egzersiz yapılmayan sakin durumlardaki kalp atım hızını düşürür ve günlük toplamda kalbimiz daha az atmış ve daha az yorulmuş olur.

Egzersiz aynı zamanda yeni kan damarları oluşumunu ve tansiyon dengesini düzenler.

BÖBREKLER

Böbreklerimizin filtreleme kapasitesi egzersiz şiddetine bağlı olarak değişir. Yoğun bir egzersiz sonrası idrarda bulunan proteinler daha yüksek seviyelerde filtre edilir. Bu durum su absorbesinin yenilenmesi ve vücudun kendi hidrasyonunu en yüksek düzeyde tutmasını sağlar.

(Devam edecektir…)

20 Ekim 2013 Pazar

BESiN TÜRLERi VE ALKALi / ASiT DEĞERLERi; BÖLÜM 3 – MANDIRA ÜRÜNLERi VE YUMURTALAR

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERi

İneklerden elde edilen süt ve süt ürünleri aslında alkali özelliklerdedir, yalnız “eğer” sindirilebilinirlerse. Bu önemli bir “eğer” dir çünkü çoğu insanın inek sütü ve ürünlerini sindirebilecek enzimleri bulunmamaktadır.Oysa kalın yapıdaki inek sütünü parçalayabilmek ve minerallerine ayırma işlemi yeterli enzimler bulunmadan gerçekleşememektedir.

İnek ürünleri, özellikle pastörize olanlar, yapışkan özellikli ve mukus yapıcıdırlar. Pastörizasyon ayrıca yararlı probiyotik kültürleri yani yararlı bakterileri de yok etmektedir.

Yoğurt pastörize edildikten sonra kültürlendiğinden bir kısım probiyotikleri içerse de aslında en kaliteli kültürler hiç pastörize edilmemiş olan kefirde bulunurlar.

78.000 kadını kapsayan 12 yıl süreli bir Harvard çalışması inek sütü tüketen kadınların çok daha fazla osteoporoz ve kırılgan kemik sorunları ile karşı karşıya kaldığını belgelemiştir. (Bkz; “Milk, Dietary Calcium, and Bone Fractures in Women: A 12-year Prospective Study” by The American Journal of Public Health) En yoğun inek sütü tüketen ülkeler olan Birleşik Devletler, Kanada ve Finlandiya’ da en yüksek osteoporoz oranları belirlenmiş ve “Diet for A New America” ve “The Food Revolution” gibi yayınlar ile halk uyarılmaya çalışılmıştır.

Pastörize edilmemiş keçi sütü, keçi peyniri ve keçi kefiri en doğru mandıra ürünü seçimleridir. Yüksek alkali mineral içermesi ve kolay sindirilebilmesinin yanında keçi sütü kompozisyon olarak insan sütüne en yakın üründür.

YUMURTALAR

Yumurtalar çiğ iken akları güçlü enzim inhibitörleri içerirler. Bunun anlamı sindirilebilmeleri için pankreastan iç enzim kullanmaları gerektiğidir. Pişirildiklerinde ise bu inhibitörler yok olmaktadır. Çiğ yumurta sarısı ise pişirildiğinde yok olan yüksek besleyici özellikte lesitin içermektedir. Yumurtalar her şekilde asidize edici özelliktedirler.

Devam edecektir...

MEME KANSERi GENÇ YAŞTA GELDiĞiNDE …



Meme kanseri yaşa bağlı olmaksızın herkesten bir şeyler çalmaktadır fakat 40 yaşın altında iseniz hayatınızın bazı kilometre taşları ve öncül bağımsızlıklarının tehdit ediliyor olması muhtemeldir.

İstatistiklere göre 40 yaşın altında hedef olmuş kadınların göreceli oranı % 7 civarlarında olsa da genç kadınlar daha belirgin endişeler ve daha düşük hayat beklentileri ile boğuşmak zorundadırlar.

Rahatsız edici bir biçimde yaşları 25 – 38 arasında bulunan genç kadınlarda ileri evre / metastatik meme kanseri istatistiklerinin yükseldiği bir dünyada ( American Medical Association rakamın 1970’ li senelere göre özellikle östrojene bağımlı olan türlerde iki kat arttığını raporlamıştır) bu kadınların tedavi süreci dahil kendilerine meydan okunan bazı konularda neler yapabileceği konusunda bazı bilgileri paylaşmak gereklidir.

Kanser tanısından sonra genç kadınların daha yüksek metastatik hastalık riski bulunması bu grup kadın üzerinde daha agresif tedavi metodlarının kullanılmasını düşündürtmüştür. Bu sertleşen tedavilerin uygulanması sürecinde ise aslında bir kadının adet döngüsü, fertilitesi ve bir çocuk sahibi olma hayalleri bazen göz ardı edilmektedir.

ABD’ de gerçekleştirilen anketlerde tanı alan genç kadınların yarıdan fazlasının tedavi sonrası fertilite hakkında ciddi kaygılar edindiğini fakat sadece % 29 unun bu kaygılarını doktorları ile paylaşarak tedavi opsiyonlarında değişiklik sağlayabildiği belirlenmiştir. Bu sürecin en büyük nedeni genç kadınların sahip olabilecekleri seçenekler hakkında bilgi sahibi olmamaları ve tedavinin fertilite üzerindeki etkileri hakkında medikal profesyonellerin sadece % 61’ inin yeterli ya da yetersiz danışma hizmeti verdiğinin gözlemlenmesidir. Sonuç olarak genç kadınların sadece % 4 ü fertilite koruması elde edebilmiştir. Bu paragraflardan çıkartılacak ilk ev ödevi şudur; Genç tanı konulan kadınlarda fertilite hakkındaki bilgilendirme en üst düzeye çıkartılmalıdır.

Genç kadınlarda ikincil kanser oluşumunu önlemeye yönelik olan kemoterapi menopozu tetiklemektedir. Genç kadınlar genelde kemoterapi sonrası adet döngüsüne devam edebilecek durumda olsalar da over bölgeleri çoğunlukla bir dereceye kadar hasar görebilmektedir.

Hormon pozitif genç kadınlarda tedavi sonrası 5 – 10 yıl süre ile tamoksifen kullanılarak kanser nüks oranlarının yarıya düşürülebilmesinin de bir bedeli bulunmaktadır. Tamoksifen doğum kusurları yaratabildiği için çocuk sahibi olma penceresini çoğu kadın için kapatmakta, çocuk sahibi olmak isteyen bazı kadınların tamoksifen kullanımında doktorlarının önerdiği standartın dışına kaymaları ise büyük hayat riski yaratmaktadır. Bu zor durum dışında Tamoksifen ayrıca bir uterus (rahim) kanseri riskini de birlikte getirmektedir ve genç kadınların erken teşhis konusunda jinekologları ile devamlı diyalog içerisinde olmaları kritik ve zorunludur.

American Cancer Society verilerine göre 40 yaş altında meme kanseri tanısı almış kadınların genetik geri planlarına bağlı olarak ikinci primer kanser riski 3 kat, takip eden ikinci bir meme kanseri riski 4,5 kat fazladır. Bu konuda bazı kemoterapi tedavilerinin olumsuz etkileri bulunsa da bu çok küçük oranlarda kalmaktadır. Yine de üst paragraflardan edinebileceğimiz ikinci hedef şu olmalıdır; Terapötik gayretler genelde orta ve üst yaş grubundaki kadınları hedeflemiştir ve genç kadınlar için yeni yaklaşımlar gereklidir.

Bir meme kanseri sosyal destek grubunun içerisinde bulunmanın faydaları büyüktür fakat genç kadınların kendilerini dışarıda hissedebildiği durumlar da gözlemlenmektedir. Çoğu çoktan anne olmuş, aile, çocuk, eş ve menopoz odaklı, üyelerinin finansal problemleri aştığı ve çoğunlukla emekli oldukları destek gruplarında değişen vücut imajları ile yeni bir ilişkiyi nasıl kontrol edebileceğini düşleyen, vücutlarına güvenerek ve severek ikinci bir şansı vermek isteyen, iş hayatlarını ve kariyelerlerini yaratmak ve/veya devam ederek başarılı olmak isteyen genç kadınların aynı mantaliteyi paylaşması ve destek bulması kolay değildir. Öyleyse üçüncü ev ödevimiz; Genç kadınların kendi sosyal dayanışma gruplarını kurmaya teşvik edilmesi ve bu grupların fiziksel aktivite / egzersiz ile vücut kompozisyonlarını yenileme, hayat kaybı risklerini en aza indirgeme, çevresel faktörlerin etkilerini azaltma, kariyer planlamaları ile ilişkiler gibi pek çok konuda da dışarıdan desteklenmesi olmalıdır. Genç kadınlar açısından birçok bilinmeyen bulunmaktadır fakat bilgiye ulaşılması ve paylaşılması kronik bir hastalıkla birlikte devam edebilecek bir yaşamın ilk kuralı olmalıdır.

Zindelikler Dileriz…

19 Ekim 2013 Cumartesi

MiNNETTARLIK GELECEĞE YÖNELiKTiR, GEÇMİŞE DEĞiL

Hayat size darbe vurduğunda, minnettarlık sıklıkla gereken bir duygu haline gelebilir. Muhtemelen değişik duygular yaşayacak, doğru kelimeleri bularak yardımcı olmayan çalışan kişilere teşekkür etmeye çalışacak ve her şey daha kötü olmadığı için şükredeceksiniz. Ama kalbinizde gerçekten minnettarlık mı hissedeceksiniz? Kelimeler ve duygular birbirlerine her zaman uyarlar mı?

Yanlış yönlendirilmiş bir bakış açısı ile minnettarlık geriye ve olan bitene bakmak ile ilişkilendirilir. Gerçekte ise minnettarlık bu değildir çünkü minnettarlık pasif bir düşünce tarzını ifade etmez, bir kendini toparlayarak iyileşme yöntemidir. Minnettarlığın konusunu çoktan olup bitmiş ve artık değiştirilemeyecek olaylar değil yarın, ertesi gün ve sonraki her gün minnettar kalabilecek bir şeyler yaratabilmek oluşturur.

Merhamet, şefkat, hayranlık, utanç gibi duygular davranışlarımızı başkalarına doğru yönlendirir. Kayıp, trajedi ve yıkım gibi olanlar ise kişisel gelişim kabiliyetinin yararına olan duygulardır. Geçmişte yardımı olan bir kişiye duyulan minnettarlık bu yardımın bu kişinin de yardıma ihtiyacı olabileceği gibi bir geri dönüş ihtimalini de yükseltir. Bu mantıken güzel bir his olsa da karşılaşılan pek çok meydan okuma şeklinde eski yardımseverler ve yardımı alanların tekrar buluşabilmesi kolay ve verimli bir süreç değildir. Hızlı iyileşme sürecinin mekanizması, yardımı pek fazla tanımadığınız hatta yabancı olan kişilere yönlendirmek ile çalışır ve minnettarlığın gücünün konumlandığı nokta tam da burasıdır.

Bütün umutlar kaybolmak üzere iken işbirliği ve destek oluşturabilme kabiliyeti yardım edebilecekleri kişileri sorgulamaya başlayan yepyeni minnettar bireyler yaratır ve bu güç kendileri için de yardımcı olur. Bu endirekt karşılıklı olaylar yani yardımın yeni kişilere doğru genişlemesi ise toplum içerisindeki işbirliğini bir üst çarka taşıyacak olan bilgidir.

Eğer bir kez daha “Teşekkür ederim” demeniz gerekirse, içi boş bir tını olmamasına özen gösterin, minnettarlığı kucaklayın, en derininizde hissedin ve gelecekte herkesin daha çok minnettarlık hissetmesi için olasılıkları arttırın. Unutmayın; içimizdeki en dip ve istemsiz seviyelerimizde minnettarlık henüz olmamış bir şey için minnet duygusu hissetmektir.

Zindelikler Dileriz…

Northeastern Üniversitesi Profesörü ve yazar David DeSteno tarafından ‘Boston Globe’ için yazılmış bir makaleden tercüme edilerek derlenmiştir.

17 Ekim 2013 Perşembe

BESiN TÜRLERi VE ALKALi / ASiT DEĞERLERi BÖLÜM 2 – SEBZELER, TAHILLAR, KURUYEMiŞ VE ÇEKiRDEKLER



BÖLÜM 2 – SEBZELER, TAHILLAR, KURUYEMiŞ VE ÇEKiRDEKLER

YEŞiL YAPRAKLI SEBZELER

Yeşil yapraklı sebzeler en önemli besin grubudurlar. En iyi alkalin mineral kaynağı olan yeşil yapraklarda aynı zamanda yüksek kalitede lif ve klorofil bulunmaktadır. Anti-stres etkisi ile rahatlatıcı da olan yeşil yapraklı sebzelerdeki klorofil bir kan yapıcıdır ve doğada bulunan en iyileştirici bileşenlerdendir. 1940 senesinde Temple Üniversitesi Deneysel Patoloji bölümü direktörü Dr. Benjamin Gurskin’ in 1200 hastayı kapsayan çalışmaları sonucu American Journal of Surgery’ de yayınladığı makalede hastaların tamamında gelişme gözlemlendiği belirtilmiş, 1950 senesinde de Dr. Howard Westcott beslenmeye ilave edilen 100 miligram klorofilin ağız, adet, vücut ve kötü idrar kokularını nötralize ettiğini bulgulamıştır.

KÖK SEBZELER

Kök sebzeler doğada nötr halden asidik duruma doğru değişim gösterirler. Turplar, soğanlar ve dulavratotu kökü nötr etki gösterirken patates ve havuçlar asidik özelliktedirler.

Toksik bileşenler solanin ve çakonin tüm patateslerde bulunmakta ve başlıca mahsul olarak patatese bağlı bir beslenme stili vücuttaki A vitaminini yok etmektedir. Yüksek oranda hibridize edilmiş olan patates “zayıfları ayıkla” mantığındaki çeşitli mantarların da ilgisini çektiği için mantar ilaçları kullanılarak yetiştirilmektedirler.

KURUYEMiŞLER, ÇEKiRDEKLER, TOHUMLAR

Kuruyemiş ve çekirdekler macadamia fındıklarından kabak çekirdeklerine kadar geniş bir yelpaze içerirler. Tahıl ve pirinçlerden üretilmiş ekmek, makarna gibi ürünler de bu gruba dahil sayılmaktadırlar.

Kuruyemiş ve çekirdekler genç bitkiye çabuk büyüme potansiyeli yaratan patlayıcı özellikte fosfor bileşeni içerirler. Tüm grup asidik özellikte kabul edilse de kendi aralarında asidik düzeyleri farklılıklar göstermektedir. Örneğin; buğday darıdan, ceviz bademden daha asidik özelliklerdedir.

Çekirdek, kuruyemiş ve tohumların su içerisinde bekletilmesi asit ve enzim inhibitörlerini deaktive eder, enzim inhibitörlerinin sindirimsel zorlukları aşılır ve alkalin özelliklere ulaşılır. Yine de filizlenip yeşil yapraklar oluşmadan tam olarak alkalin kabul edilmezler.

Bir kuruyemiş ya da çekirdeğin büyüme süreci fosforik bileşenlerin kalsiyum ve bazen de silikona dönüşmesidir (örneğin; olgunlaşmış otların bıçak keskinliğindeki yüzeyleri).

Hindistancevizi suyu eğer doğal ortamdan geliyor ise hafifçe alkalindir. Tayland gibi bölgelerden gelen tatlı hindistancevizi suyu ise asidik etki göstermektedir. Hindistancevizi eti ise diğer kuruyemiş ve çekirdekler kadar olmasa da asidik kabul edilmektedir.

TAHILLAR

Pişmiş tahıllar kaba ve ilkel ürünlerdir. Metabolizmanın ana yakıt olarak yağ ve/veya protein yaktığı koşullarda nişasta içeren ekmekler aşırı kilo alımına neden olurlar. Yakıt olarak karbonhidrat şeker kullanılan metabolizmalarda ise pişirilmiş yağlar kilo aldırırlar. Filizlendirilmiş tahıllar ise pişmiş tahıllardan daha kolay sindirilebildikleri için tercih sebebidirler.

Devam edecektir…

MULTiViTAMiN KULLANIMININ MEME KANSERiNDEN HAYAT KAYBI iLE iLiŞKiSi

MedPage, 11 Ekim 2013
Review: Robert Jasmer, MD; Associate Clinical Professor of Medicine, University of California, San Francisco and Dorothy Caputo, MA, BSN, RN, Nurse Planner

Women's Health Initiative (WHI) verilerinin analizi multivitamin ve mineral kullanan post-menopoz kadınlarda meme kanserinden hayat kaybı riskinin azaldığını göstermiştir.

Tanı konulduğu süreçte zaten düzenli vitamin kullanıcısı olan kadınlarda multivitamin ve mineral takviyesinin kullanımı % 30 düşük hayat riski olarak açıklanmıştır.

Albert Einstein College of Medicine, Bronx, N.Y., araştırmacılarından Sylvia Wassertheil-Smoller, PhD, ve diğer yazarların Breast Cancer Research and Treatment da yayınladığı araştırma sonuçları WHI verilerinin meme kanseri ilk tanısı ile multivitaminler arasında bir ilişki bulunmadığını göstermiş fakat analiz veri tabanını oluşturan yaşları 50 – 79 arasında değişen 161.608 kadın arasında takip edildikleri 7.1 sene boyunca meme kanseri tanısı konulan 8.048 kadından elde edilen veriler ile sonuçlara ulaşılmıştır.

Düzenli vizitler ile multivitamin ve mineral kullanmaya devam ettikleri belirlenen 2.239 kadının 3.358 kişilik multivitamin ve mineral kullanmayan kontrol grubu ile karşılaştırma sonuçları meme kanserinden hayat kaybı riskinde vitamin kullanıcılarının lehine % 30 oranında bir göreceli azalma göstermiştir.

Yazarlar, en büyük faydayı invaziv meme kanseri tanısı konulan post-menopoz kadınların gördüğünü belirterek tedavi sürecinde (kemoterapi ve radyoterapi) vitamin kullanımın kaydedilemediğini ve ilaçlar ile etkileşimlerinin belirlenemediğini bildirmişlerdir.

Kullanılan multivitamin ve mineral içerikleri ile kullanım sıklığı hakkında daha detaylı araştırmalar gerekmektedir ve tanı / tedavi süreci ile sonrasında doktorlarınızın onayı olmadan herhangi bir takviye kullanmamanız özellikle tavsiye edilmektedir.

The Women's Health Initiative araştırmaları National Heart, Lung and Blood Institute tarafından fonlanmaktadır.

Zindelikler Dileriz…

16 Ekim 2013 Çarşamba

PATATES, BUĞDAY VE BAKLİYATLAR NEDEN DOĞAL BESLENMEDE TERCiH EDiLMEZLER ?



Bakliyatlar inflamasyon yaratan rahatsız edici proteinler içerirler. Yerfıstıkları ve bakliyatlarda bulunan alkoloid toksinler doğal hayatta hayvanlar tarafından yenilmelerini de engellerler. Bu toksik siyanojenlerin bir tanesi olan siyanür lima fasülyesinde yüksek miktarlarda bulunmaktadır. Fasülye ve bezelyeler kan kümelenmesine sebep olan hemagglutinin ve protein sindirimini kısıtlayan bileşenler içerirler. Bakla içerisinde toksik visin, kovisin ve isauramil bulunur. Bu toksinleri metabolizmasında parçalayamayan kişilerde toksinler kırmızı kan hücrelerinin oksijeni taşımasında engel oluşturarak baş ağrısı, baş dönmesi, abdominal ağrı, bulantı ve ateşe sebep olurlar. Yerfıstıkları ise zararlı bir mantar olan aflotoksin içerirler. Pişirme esnasında bu toksinlerin bir bölümü yok olsa da doğal olarak insan tüketimine uygun kabul edilmezler.

Soya fasülyeleri proteinden fazla yağ içerirler. Soya yağlarının tiroid çalışmasını yavaşlatan bir anti-tiroid etkisi bulunmaktadır ve metabolizmayı yavaşlatarak kilo alımına neden olurlar.

Patatesler köpeküzümü adı verilen bir familyanın üyesidirler. Bu familya üyeleri birçok toksin içerirken tatula (şeytan elması) gibi ürünler ölümcül özelliktedirler.
Fırınlanmış patatesler sadece şekerli/nişastalı ve kilo aldırıcı değil aynı zamanda da sinirleri etkileyen solanin ve çakonin gibi alkoloid toksinler içerirler. Yumruların üzerinde yarım ay şeklindeki çıkıntılarda (gözler) ve filizlenmiş bölgelerde yoğunlukta bulunan solaninler , kabuk ve kök bölgelerinde yoğunluğunu kaybetmektedirler.

Buğday tanesi gibi hububatlar hibridize olduklarından dolayı yüksek miktarlarda gluten içerirler. Gluten bağırsakların hassas yüzeyini yakabilen bir inflamatuar maddedir ve glutenin aynı zamanda birçok araştırmada kanıtlanmış şişmanlatıcı bir etkisi de bulunmaktadır. Tüm nişastalı karbonhidratlar gibi ciltte soluk bir görünüm yaratırlar.

Zindelikler Dileriz…

iKi ARAŞTIRMA, TEK ÖNERi ; TAMOKSiFEN KULLANIYORSANIZ UYKUNUZA DiKKAT EDiNiZ !



Rochester Tıp Merkezi Üniversitesi araştırmacıları birçok kadın tarafından bir söylenti şeklinde raporlanan konuyu bilimsel olarak gözlemlemiştir; tamoksifen, merkezi sinir sistemi ve beyin hücrelerinde toksisite yaratarak “kemo-beyin” benzeri bir mental sislenme yaratmaktadır.

“The Journal of Neuroscience” 18 Eylül 2013 sayısında yayınlanan araştırmanın muhabir-yazarı olan UR Stem Cell and Regenerative Medicine Institute direktörü ve Biyomedikal Genetik Profesörü Mark Noble Ph.D, takımının öncelikle merkezi sinir sistemi (CNS) hücrelerinin tamoksifen toksisitesine maruz kaldığını belirlediğini ve myelin adı verilen, sinir hücrelerinin düzgün çalışması için gerekli yalıtım kılıflarının % 75 inin tamoksifen alımını takip eden 48 saat içerisinde kaybedildiğinin belirlendiğini açıklamıştır.

U.S. Department of Defense, National Institutes of Health, Susan Komen Race for the Cure, ve Carlson Stem Cell Fund tarafından desteklenen araştırmada Prof. Noble beyni korumak için güvenli tedavi metodları geliştirmenin kritik olduğunu belirtmiş ve bu konuda yükselen bir farkındalık ve araştırma süreci oluştuğu halde kısa-dönem hafıza kaybı, mental bulutlanma ve konsantrasyon problemi gibi süreçlerin yaşanmaya devam ettiğini vurgulamıştır. Birçok hastada etkiler zaman içerisinde azalsa da bazı kesimlerde semptomların iş kaybı ve depresyona varan ölçülerde artabildiği gözlemlenmiştir.

Madison, Wisconsin Üniversitesi bilim insanları ise yaptıkları ayrı bir çalışmada beyin ve omurilik sinir hücresi yalıtım kılıfı olan myelin’ in uyku ile artış gösterdiğini belirlemişlerdir.

Laboratuvar çalışmalarında myelin’ i oluşturduğu öngörülen oligodendrositlerin uyku süreci ve uyanık durumdaki gen aktivitelerinin analizi gerçekleştirilmiş ve uyku durumunda genlerin açık durarak myelin formasyonunu tetiklediği belirlenmiştir. Bir elektrik kablosunun etrafındaki kılıf benzeri çalışarak elektrik darbelerinin hücreden hücreye geçişini sağlayan myelin üretiminin hızlı göz hareketleri (REM) yani düş görme sürecinde tepe noktasına ulaştığını açıklayan Wisconsin Üniversitesi Uyku ve Şuur Merkezi araştırmacısı Dr. Chiara Chirelli daha detaylı araştırmalara ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.

4 Eylül 2013 tarihinde “Medical News Today” tarafından yayımlanan bu ikinci araştırma iyi ve düzenli bir gece uykusunun önümüzdeki yeni gün için gerekli enerjiyi yenilemesi dışında beyin tamiri için de etkili olabileceği sonucunu öngörmektedir ve ilk araştırmanın etkileri düşünüldüğünde tamoksifen kullanıcılarının uyku düzen ve sürelerine azami önem vermesinin yarar sağlayabileceği görülmektedir.

Elektron mikroskobu imajı: Courtesy of Chiara Cirelli, Beyin korteksinde myelin, sağda segmentasyon sonrası yeşil bölge.

Zindelikler Dileriz…

12 Ekim 2013 Cumartesi

EBEVEYNLERDE KANSERiN ERGENLiK ÇAĞINDAKi ÇOCUKLARA ETKiSi; 2 – BAŞKA KiŞiLER NELER DÜŞÜNECEK ? 3 - BU DURUMLA NASIL BAŞEDECEĞiM ?



(İlk Bölümün Devamı)

2 – BAŞKA KiŞiLER NELER DÜŞÜNECEK ?

Kişiler kanser hakkında çok farklı fikirlere sahip olabilirler. Bazıları çok anlayışlı ve yardım önerici olurken bir kısmı uzak durmayı tercih edebilirler. Bazı arkadaşlarınız annenizin kanser tanısı hakkında konuşmak istemeyebilir ve bunun nedeni de büyük olasılıkla ne söyleyeceklerini bilememeleri ya da sizi üzmekten çekinmeleridir. Aslında arkadaşlarınız bu ani durum karşısında konuşmanız gereken ilk kişiler olmayabilir ve sizden yaşça büyük veya bu süreci daha önce yaşamış bir kişi ile konuşmayı tercih etmeniz daha yararlı olabilir.

Siz ve anneniz için üzülenler olacaktır. Yapmaya çalıştıkları size yardımcı olmak olsa da konuşma tarzlarını sizi üzmeye başlar ise bunu hemen kendilerine söylemeniz en doğrusudur çünkü size yardım etmeye çalışırken üzdüklerini fark etmeyebileceklerdir.

Sonuç olarak; lütfen başka kişilerin düşünceleri hakkında kendinizi üzmeyiniz. Önemli olan siz, aileniz ve sizin konuşmayı seçtiğiniz kişilerin düşünceleridir.

3- BU DURUMLA NASIL BAŞEDECEĞiM ?

Her ergen gencin kendisinin yarattığı birçok baş etme metodu bulunmaktadır. Bunların bazıları bir üzüntü kutusuna koyacakları ufak kağıtlara düşüncelerini yazmak veya iyi hissedene kadar bağırmak gibi değişik yollar olabilir. Sizin kendiniz için uygun bulduğunuz metodların yanında bizim de sizlere sunacağımız basit birkaç öneriyi okuyabilirsiniz;

• Kendi sağlığınıza dikkat ediniz. Daha erken yatmaya çalışarak dinlenmek ve sağlıklı bir beslenme önemlidir çünkü duygusal bir stres altında iken vücudunuz fiziksel strese de girebilecektir. İyi hissetmiyorsanız bir doktor ya da büyüğünüze danışmanız gereklidir.

• Kendinize olan biteni daha iyi kavramanız için bir süre tanıyınız. Çok çabuk bir adım atmak zorunda değilsiniz. Bazı insanların duyguları ile başa çıkabilmesi yıllar alabilir. Lütfen bu konuda yazılmış bilgileri bulup okumaya ve duygularınızı ifade ederek paylaşmaya çalışınız. Emin olun; zaman içerisinde her şey daha anlaşılır bir hale gelecektir.

• Bir günlük tutarak hislerinizi ve duygularınız yazınız. Geçmişte yazdıklarınıza bakarak şu anda ne kadar yol aldığınızı görmeniz size çok daha iyi hissettirecektir.

• Fiziksel aktivitede bulunmaya çalışınız. Okulunuzdaki bir spor çalışması, yürüyüş, yüzme, koşma gibi her türlü egzersiz negatif enerjinizi dışarıya atıp size yaşadıklarınızın ağırlığını bir süre unutturabilecektir.

• Kreatif olmaya çalışarak, bir şiir, hikaye, resim, tasarım gibi yaratıcı aktivitelerde bulununuz.

• Yalnızlık size iyi gelmeyecektir. Ailesinde aynı süreci yaşamış ergenlik sürecindeki kişiler ile arkadaşlık kurunuz. Unutmayın; her zaman kanserden konuşmak zorunda değilsiniz ve aynı süreci yaşamış kişilerin birlikte eğlenmesinin duygusal katkısı çok büyüktür.

• Etrafınızda her şey değişiyor gözükürken “normal” hissetmek iyi gelebilecektir. Lütfen arkadaşlarınızla vakit geçirerek bir sinema ya da konsere gitme fikrine sıcak bakınız.

• Üzülmek istediğiniz anlarda çekinmeden üzüntünüzü gösteriniz. Üzüntü ve sıkıntılarını bastırarak içine atan kişilerde sonradan daha stresli bir süreç baş göstermektedir. Hiçbir üzüntü sonsuza kadar sürmez, lütfen aklınızda tutunuz.

• Okul hayatınıza eskiden olduğu gibi devam etmeye çalışınız. Daha sıkı çalışmak size kanseri fazla düşünmediğiniz ve başarabildiğinizi kanıtlayan bir süreç sunabilecektir.

Sevgilerimizle…

(Devam edecektir.)

10 Ekim 2013 Perşembe

EBEVEYNLERDE KANSERiN ERGENLiK ÇAĞINDAKi ÇOCUKLARA ETKiSi; 1 - ANNEM BANA BUNU NASIL YAPAR?



Ebeveynlerde ilk ya da ikincil bir kanser tanısı sonrası araştırmaları yaşları 15–18 arasında bulunan dönemdeki ergen çocukların 12-14 yaş grubunda bulunanlara göre belirgin derecede fazla sıkıntı, acı ve kızgınlık yaşadığını göstermiştir. Genel popülasyon içerisinde aynı yaş grubundaki ergenler ile kıyaslayınca da hissedilen kaygı oldukça yüksek olup şaşırtıcı bir biçimde yaşça daha küçük olan grupta bu farklılık fazla hissedilmemiştir. Eğer bir kanser tanınız sonrası bu önemli yaş grubundaki çocuklarınıza cesaret vermek ve duygularına yardımcı olmak istiyorsanız altta başladığımız yazı dizimizi okutarak başlayabilirsiniz.

Zindelikler Dileriz…

1 - ANNEM BANA BUNU NASIL YAPAR?

Annenizin kanser tanısı aldığını öğrendiğinizde “Annem bana bunu nasıl yapabildi?” diye hayret edebilirsiniz. Olan biten size ve hayatınıza tamamen bir haksızlık olarak gözükebilir ve annenize çok kızgın olabilirsiniz.

Anneniz sizin için daha önce yapabildiği şeyleri yapamıyor, farklı gözüküyor ve başka herkes hasta olduğunu biliyorsa belki bir utanma duygusu yaşıyor da olabilirsiniz. Belki de olan biteni hiç kimse anlamıyor ve benim hissettiklerim annemin umurumda değil diye düşünüyorsunuz.

Öncelikle anneniz ile konuşup duygularınızı anlatmanız çok önemlidir. Anneniz size kanser hakkında bilgi verecek ve şu anda yaşadıkları üzerinde fazla bir kontrolü olmadığını anlatmaya çalışacaktır. Eğer anneniz size duygusal ve fiziksel açıdan bel bağlamış durumda ise ve bu yükü ağır buluyorsanız , yine kendisi ile konuşup onu arkadaşları ve doktorlarından yardım istemesi konusunda cesaretlendirmek te sizin görevinizdir.

Annenizi kaybetme korkusu muhtemelen en büyük kızgınlık sebebinizdir. Fakat sessiz durmayıp hem anne hem de babanızla birlikte konuyu konuşmak istediğinizi söylerseniz aynı tedirginlikleri onların da yaşadığını duymak ve tüm olasılıklara yönelik ileriye dönük planları olduğunu öğrenmek belki de sizi çok şaşırtacaktır.

Eğer mutlaka kızgınlığınızı ifade etmeniz gerektiğini düşünüyorsanız, bu durum da normaldir ve sizin için en güvenli yollar şunlar olabilir;

* Çok kızgın olduğunuz bir başkası ile paylaşmak,
* Kızgınlığınızı bir kağıda çizmek, resmetmek,
* Kızgınlığınızı yazmak,
* Kızgınlığınız geçene kadar yastık gibi yumuşak bir objeyi yumruklamak,
* Hangi zamanlarda sert hangi zamanlarda yumuşak müzik türünün size iyi hissettirdiğini keşfederek dinlemek,
* Bir parça kağıdı mümkün olduğunca çok parçalara bölmek veya tam tersini yaparak mümkün olduğunca sıkı katlamak,
* Derin nefes almak, meditasyon gibi rahatlatıcı bazı teknikleri öğrenerek uygulamak,
* Kızgınlığı başka kişilere yardımcı olmak veya evi temizlemek gibi farklı yere yönlendirebileceğiniz bir enerji olarak kullanmak,
* Bir park ya da boş bir araziye giderek bağırmak,
* Farklı şeyler düşünerek, konuşarak veya seyrederek durumu aklınızdan uzaklaştırmaya çalışmak.

Belki hayatınızın yeni bir bölümünün tam başındaydınız; yeni ehliyet, bir üniversite olasılığı, ve sonra tüm bu olanlar.. Fakat bu bir kızgınlık ve suçlama sebebi değil, birlikte yaşamayı öğrenmeniz gereken ve gelecekte başa çıkabildiğiniz için kendi kişiliğinizden son derece emin olarak hayata bakabileceğiniz bir olgudur.

Sevgilerimizle...

(Devam edecektir.)

9 Ekim 2013 Çarşamba

KONSERVE GIDALAR VE METAL KUTUDAKi iÇECEKLERDEN GELEN BPA

BPA, bisfenol A, belirli polikarbon plastikler aracılığı ile maruz kaldığımız bir kimyasaldır ve meme kanseri, prostat kanseri, kilo alımı ile fertilite gibi pek çok sağlık probleminin sorumluları arasında gösterilmektedir. Östrojen hormonuna benzer kimyasal yapısı nedeniyle endokrin disrüptör (çevre bozucu) olarak tanımlanan BPA, vücudun doğal hormonal sistemi ile etkileşime girerek östrojen ile bağı bulunan meme ve prostat kanseri açısından risk oluşturabilmektedir.

BPA dan korunmak için elinizden geleni yapıyor, BPA-içermeyen ürün kullanmaya çalışıyor ve suyunuzu cam içerisinde içiyor olabilirsiniz fakat BPA hiç tahmin etmediğiniz bir ürün grubunun içerisinde de bulunmaktadır ve bunlar teneke/metal kutulardaki konserve ve içeceklerdir.

Metal konserve ve içecek kutularının iç yüzeyinde bozulma ve bakterileri önlemeye yönelik kullanılan epoksi kaplama yüksek oranda BPA içermektedir. Harvard School of Public Health araştırmacılarının Journal of the Medical Association (JAMA) Kasım 22, 2011 sayısında yayımlanan araştırmalarında taze yiyecek, içecek tüketen kişilere oranla günde tek öğün metal kutulanmış konserve veya içecek herhangi bir ürün tüketenlerin kan tahlilinde beş gün içerisinde % 1221 (yüzde binikiyüzyirmibir) oranında bir üriner-PBA artışı olduğu açıklanmıştır.

Bu geçici yükselme 2 günlük bir detoks süreci sonrasında düzeliyor gibi gözükse de hergün düzenli bir şekilde metal kutuda tenekelenmiş içecek veya konserve yiyecek tüketen kişilerde BPA oranının yüksek bir düzeyde kalacağı düşünülerek yeni araştırmalar ve üreticilerin kutu içi kaplamalarda BPA kullanımından vazgeçirilmesi hedeflenmektedir.

Zindelikler Dileriz…

7 Ekim 2013 Pazartesi

AYRILIK YA DA KAYIP SONRASI KANSERiN AKTiVATÖRÜ; STRESiN BiLiMi

Kortizol, ya da hidrokortizon, adrenal korteks tarafından üretilen, vücudun strese gösterdiği tepkiyle ilişkili bir steroid hormondur. Strese bir cevap olarak ya da düşük kan şekerini yükseltmek amacı ile salgılanan kortizolün ana görevleri arasında bağışıklık sitemini bastırma özelliğide bulunmaktadır.

Aşırı stres içeren bir hayat tecrübesinin -boşanma, ayrılık ve/veya büyük üzüntünün- hemen sonrasında kanser ile tanışmanın veya ileri meme kanseri hastası iken günlük kortizol seviyelerindeki anormalliğe bağlı olarak yaşam beklentisinin azalmasının bilimi aslında çok basittir; kortizol seviyelerindeki oynamalar insülin seviyesini etkileyerek inflamasyonu tetikler. Ayrıca kortizol nedeni ile NKC adındaki doğal öldürücü hücre sayısını kaybeden bağışıklık sisteminin ölümcül sonuçlara karşı durma gücü de azalır.

Araştırmalar bu sonuçlara gün boyu değişik aktiviteler süresince hanımlardan düzenli aralıklarla aldıkları salya örneklerindeki kortizol seviyelerini inceleyerek ulaşmışlardır. Sabah vakitlerindeki en yüksek seviyesinden düzenli olarak azalımla akşam saatlerindeki en düşük seviyesine inen kortizolün kontrol altında tutulan ileri meme kanseri hanımlar arasında rastlanan düz bir seviyede seyretmek ve/veya düzensiz ani tepe noktalarına sahip olmak gibi farklılıklarının daha kısa bir yaşam beklentisi ile ilişkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Kortizol, tümör hücrelerinin algılamadığı fakat sağlıklı hücrelerin sinyallenerek kana glikoz salgıladığı bir sisteme kontrol eder. Strese veya hissedilen bir tehlikeye karşı savunma enerjisi olarak kullanılması hedeflenen glikoz böylelikle istemeden tümör hücrelerinin beslenmesine katkıda bulunmuş olur. Enerjinin stres/tehlike beklentisi savunmasına yöneltilmesinin bir başka yan etkisi de vücudun esansiyel metabolik hareket olarak görülmeyen bağışıklık sitemi aktivitelerininde de bir kısıtlamaya gitmesi, yani ilk ya da ikincil kanser ile savaşmakta güç kaybıdır. Anormal kortizol seviyelerine bağlı olarak görülebilen uyku düzeni bozukluğu ise iyi bir uykunun yakalanamadığı gecenin ertesinde bir başka stres kaynağı olarak döngüyü desteklemektedir.

Stresten uzak bir hayatı yaşamanın zorlukları göz önüne alındığında stres yönetimini destekleyen alışkanlıklar edinmenin ve günde 15 dakika bile olsa bu planlamanın yapılması gerekliliğinin önemi ortaya çıkmaktadır. Stres hormonlarını dengede tutmak için yapılabilecek en güzel aktviteler egzersiz, meditasyon, yoga, masaj, tai-chi veya haftalık terapi grupları olarak gösterilmektedir. İçerisinde bulunduğumuz farkındalık ayında tedavi sonrasının hangi sürecinde olursanız olun kendi korunma bilgilerinizin arasına kronik ya da ekstrem stresden uzak kalmanız gerektiğini de yerleştirmeniz ikincil kanser riskinizi azaltacak ve/veya yaşam beklentinizi arttıracaktır.

Zindelikler Dileriz…

6 Ekim 2013 Pazar

METASTATiK HASTALIKTA EKSiK KALAN BiR EKiM AYINDAMIYIZ ?



Bütün destek ve farkındalığa adanmış olduğu iddia edilen Ekim ayı boyunca kadınların bir kısmının izole edilmiş ve yalnız hissettikleri gözlerden kaçan bir gerçektir ve metastatik meme kanseri ile savaşan kadınların konu dışında bırakıldığının farkındalığına henüz ulaşılamamıştır.

Büyük destek kuruluşlarının konu ile ilgili iddialı organizasyonları varken metastatik tedavi gören kadınların büyük bir bölümü kendilerini neden “dışarıda” hissetmektedir ve Evre IV tanısı zaten yeteri kadar izole edici olduğu halde terk edilmişlik hissini arttıran duygular nelerdir?

“Pembe Kurdele“ kültürü ve kampanyaları düzenlenen etkinlikler ile meme kanseri farkındalığına katkıda bulunmuş ve yıllar içerisinde gerçeklerin yüzeye çıkmasına büyük katkı sağlamıştır. Günümüzde ise pembe kurdele kültürünün temsil ettiği değerlerdeki bazı başarısızlıklar hoşnutsuzluklara yol açmaya başlamış ve metastatik hastalık ile yaşayan kadınlara yönelik ilgi eksikliği bu konudaki en önemli faktörlerden biri olmuştur.

Pembe Kurdele konsepti genelde iyi hissettiren hikayeler içermekte, medya açısından ise meme kanseri üzerine mutlu bir ifade yerleştirmek anlamını taşımaktadır. Bunda bir sorun yoktur, herkes mutlu hikayeleri sevmektedir fakat iyi hissettiren hikayeler mutlaka bir gerçeklik dozu ile takviye edilip denge sağlanmalıdır. Bunun anlamı yaşamının bir noktasında metastaz tanısı konulan ve tedaviler ile yaşamına devam etmesi gereken bir bölüm kadının Ekim ayı içerisinde “Yaşasın Pembe” hayat stilini hissedemeyeceğinin anlaşılmasıdır.

O halde Ekim ayı içerisinde başka hangi gerçeklerin farkındalığı oluşturulabilmektedir?

1* Meme içerisinde kalıp hiçbir hayati organa ulaşmayan bir meme kanserinden hiç kimsenin hayatı riske girmemektedir.

2* Metastatik meme kanserinin tedavi süreci hayat boyu devam etmekte ve hastalığı kontrol altına alarak hayat kalitesini yükseltmeye odaklanmaktadır.

3* Meme kanserinde erken teşhis bir garanti değildir ve istatistiki olarak erken evre meme kanseri hastalarının % 20-30 luk bir kesimin Evre IV olacağı belirlenmiştir. Çok başarılı bir tedavi ve takip süreci sonrasındaki 5 – 15 yıl içerisinde bile metastaz ortaya çıkabileceğinden tedavi sonrası hayat stiline HERZAMAN AZAMi dikkat etmenin farkındalığının arttırılması gerekmektedir.

* Metastatik meme kanseri tedavisi hakkında fazla istatistik bulunmamakta çünkü her hastada tedavi yöntemi ve ilerleme farklı olmaktadır. Bunun yanında metastatik tanı kesin bir hayat riski anlamını taşımamakta ve birçok kadın üretici ve uzun hayatlar yaşamaktadır.

* 13 Ekim günü A.B.D. de “Metastatik Meme Farkındalığı” günüdür ve ülkemizde de hem hastalığı yaşayanlar hem de yakınları için ulaşılabilen kaynakların arttırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Birçok kişi sessiz ve başka yöne bakıyor olsa da asıl gerçek Ekim ayının tüm meme kanseri farkındalığını yansıtmadığıdır. Metastatik farkındalığın ele alınmadığı bir farkındalık eksik bir farkındalıktır.

Zindelikler Dileriz…

4 Ekim 2013 Cuma

FDA, PERTUZUMAB (PERJETA) ENJEKSiYON ONAYI



1 Ekim, 2013

FDA tarafından HER2+, lokal ileri, inflamatuar ve lenf nodu pozitif ve/veya 2 cm den büyük tümörleri kapsayan erken evre meme kanseri için pertuzumab (PERJETA) enjeksiyonuna docetaxel (Taxotere) ve trastuzumab (Herceptin, Herclon) ile kombine edilerek neoadjuvan tedavinin bir parçası olması için hızlandırılmış onay verilmiştir.

http://pembeyevehayata.tumblr.com/post/63103353253/pertuzumab-injection-10-01-2013

KANSER SÜRECi VE SONRASI EGZERSiZ HAKKINDA PROF. DR. KATHRYN SCHMITZ' iN RADIOMD SÖYLEŞiSi

* Aktivitesizlikten sakının..
* Haftada 3 gün en az 20 şer dakika yürüyüş yapın..
* Radyoterapi süresince esneme hareketleri uygulayın..
* Ağırlık antrenmanlarını ihmal etmeyin..
* Yavaş başlayıp, vücut semptomlarınıza göre ağır ağır ilerleyin..

"Pembeye ve Hayata" gözetimli egzersiz programımızı oluşturan ACSM (American College of Sports Medicine) için kanser süreci ve sonrasında egzersiz kurallarının detaylandırılmasında görev alan Prof. Dr. Kathryn Schmitz' in radiomd söyleşisinden öne çıkanlar..

Söyleşinin tamamını (İngilizce olarak) tumblr bloğumuzda mp3 ses formatında bulabilirsiniz..

Zindelikler Dileriz...

http://pembeyevehayata.tumblr.com/post/62884244155/exercising-during-after-cancer-if-you-have

2 Ekim 2013 Çarşamba

ANA HATLARI iLE METASTATiK RiSK OLUŞTURAN MEME CA TANI EVRE VE TÜRLERi



Yüksek risk içeren veya metastatik meme kanserinin tanı kriterini tarif edebilecek farklı yollar bulunmaktadır. En geniş kapsamda kullanılan metod ilk teşhiste benzer öngörüler yapılan hastaların gruplandırılması olup “TNM” sistemi olarak adlandırılmaktadır. T = Tümör Büyüklüğü, N = Lenf Nodu Durumu, M = Uzak Bölgede Metastaz olan ana kriterler menopozal durum, östrojen reseptörleri, patolojik değişkenler ve tümör grade ile birleştirilerek doktorların tedavi planının ana hatlarını oluşturmaktadır.

Genel olarak Evre I kabul edilen küçük ve lokalize meme kanserleri metastatik nüksetmeden daha uzakta duruyor kabul edilirler. Daha büyük tümör ebadı ve/veya aksiler lenf nodlarında da görüntülenen Evre II ise daha yüksek bir risk grubunda kabul edilmektedir.
Evre I ve II tanısı almış meme kanserlerinin % 50’ den fazlası nüksetme yaşamamaktadır fakat bu istatistik tümör histolojisi ve seçilen adjuvan tedavi şekline göre farklılık ta gösterebilmektedir. Araştırmalara göre nüksetme oranları Evre I için % 20-30, Evre II için % 40-60 ve Evre III için % 90 aralıklarında kabul edilmektedir. Nüksetmelerin % 75 lik bir kısmının tanıyı takip eden ilk 5 yıl içerisinde gözlemlendiği kabul görse de son araştırmalar adjuvan terapinin daha geniş kullanımının bu tarih sınırını gerilere attığını göstermiştir.

İlk teşhis anında meme sınırlarının dışına yayıldığı tesbit edilen meme kanseri ya Lokal İleri (Evre IIIA-B) ya da Uzak Metastaz (Evre IV) olarak derecelendirilir. Evre III tümörler; 5 cm’ den büyük veya herhangi bir ebatta olup göğüs duvarı ya da cilde ulaşmış veya herhangi bir ebatta olup birbirlerine ya da çevreleyen dokuya ya da internal mammaria lenf nodlarına yayılmış olan tümör grubudur.

Oldukça nadir olarak görülen fakat agresif ve hızlı yayılımıyla dikkati çeken inflamatuar meme kanseri meme dışına sıçrama yapmamış olsa dahi Evre IIIB ve metastatik oluşuma yatkın kabul edilmektedir. Ayrıca invaziv meme kanseri tümörlerinin %25-30’ unu oluşturan HER2 tür meme kanseri de agresif gruba dahildir.

Zindelikler Dileriz…

BRCA GEN TESTi SONUÇLARININ ÇOCUKLAR iLE PAYLAŞIMI

 
Georgetown Üniversitesi Lombardi Kapsamlı Kanser Merkezi tarafından BRCA1 ve BRCA2 mutasyon testleri sonuçlarının çocuklar ile paylaşımı konusunda anneler üzerinde gerçekleştirilen araştırma sonuçları Temmuz 2013 içerisinde açıklanmıştır.

Annelerin % 62 sinin sonuçları yaşları 8 ile 21 arasında değişen çocukları ile paylaştığının görüldüğü araştırmada çoğunlukla “negatif” çıkan sonuçların paylaşıldığı ve paylaşımlarda yaşı 13 üzerinde olan çocukların tercih edildiği belirlenmiştir.
Araştırmacı Kenneth Tercyak negatif sonuçların “iyi haber” olarak kabul edilip çocukların endişe ve üzüntülerini azaltacağı düşünülerek paylaşıldığını ve iletişim kurmayan annelerin ise çocukların yaşının henüz yeterince uygun olmadığını düşünerek bilgi vermeyi ileri bir tarihe bırakan çoğunluk grubunda olduğunun belirlendiğini belirtmiştir.

Söylenmesi her zaman çok da kolay olmayan sonuçların çocuklar ile paylaşılıp paylaşılmamasına etki eden bazı faktörler de görülmüştür. Bunlar arasında önceden kanser nedeni ile kaybedilmiş yakınlar, çocukların anneleri ve/veya kendi kanser riskleri hakkında sorabilecekleri sorular, çocuğun cinsiyeti ve geçmişte yapılan benzer konuşmalar gösterilebilmektedir.
Sonuçlar ne olursa olsun çocukları ile paylaşmak, anneleri, sonuçları açığa vurmayan gruba oranla daha çok tatmin etmektedir çünkü pozitif çıkan sonuçlarda KANSER RiSKi/RiSKLERi HAKKINDA KONUŞMAMAK KORUYUCU ÖNLEM ALINAMAYACAK İLERi BiR TARiHTE OLUŞABiLECEK DAHA ÜZÜCÜ BiR DURUM YARATABiLMEKTEDiR ve anneler bu konuda bilgi sahibidir.

BRCA mutasyonların meme ve over kanseri riski üzerinde bulunan etkisi ve çocukların ayrı mutasyonu miras edinme riskinin % 50 olduğu göz ardı edilmeden çocuk sağlığı/ebeveyn ilişkileri açısından bilgi edinmek ve paylaşımda bulunmak çocuklarınızın uzun dönemde daha sağlıklı bir hayat stili seçebilmelerinde de yönlendirici olmaktadır.

Zindelikler Dileriz…