15 Ağustos 2014 Cuma

iMMÜNOTERAPi HAKKINDA BiLDiKLERiMiZ & BiLMEDiKLERiMiZ -3-


Şubat ayı içerisinde New York Memorial Sloan Kettering Cancer Center bilim insanları yayınladıkları araştırma sonuçlarında 16 nüksetme yaşamış lenfoblastik akut lösemi (ALL) hastasından 14'ünün deneysel immünoterapi tedavisine cevap verdiğini açıklamıştır. Takip eden yakın bir zaman içerinde de FDA tarafından CTL09 adındaki deneysel kanser immünoterapisine pediatrik ve yetişkin ALL hastaları için onay verilmiştir.
Kanserde immünoterapinin belirgin başarı potansiyelini milyonların duymasını sağlayan ise 18 Haziran tarihinde American Association for Cancer Research (AACR), Time magazine, the Mayo Clinic Cancer Center, ve the Cancer Research Institute tarfından organize edilen ve “The Promise of Immunotherapy,” adını taşıyan Twitter organizasyonu olmuştur.
İmmünoterapinin bu kadar heyecan yaratmasının altında yatan nedenlerden biri bazı hastalarda oldukça uzun dönemli ve dramatik etkiler yaratabildiğinin görülmesidir. Bunların içerisinde ilk dozunu 5 yıl önce almış ve iyileşmiş olan metastatik bir melanom hastası da bulunmaktadır ve FDA tarafından onay verilmiş bir immünoterapi ilacı olan “ipilimumab”(Ticari adı: Yervoy) kullanmaktadır. “Kontrolnoktası inhibitörü” adı verilen bu immünoterapi ilaçlarının çalışma prensibi ise T-Hücreleri adı verilen bağışıklık sistemi hücrelerindeki frenlemeleri kaldırması ve doğal yoldan bu hücrelerin kanser hücrelerine saldırmasını sağlamaktır.
Eylül ayı ortalarında yayımlanması planlanan the AACR Cancer Progress Report 2014’ de T-hücre frenlemelerini hedefleyen deneysel birçok immünoterapi ilacı hakkında daha bilgi verilecektir. Bunların arasında FDA tarafından incelenmekte olan “pembrolizumab” metastatik melanom ve Temmuz ayında Japonya’ da onay alan “nivolumab “ ise unresektabl melanom tedavisine odaklı olarak bulunmaktadır. Non-small hücre akciğer kanseri ve nonhodgkin lenfoma’yı da kapsayan diğer yeni umut verici sonuçlar ise “Tumor Immunology and Immunotherapy: A New Chapter” adı verilmiş olan AACR özel konferansında 1-4 Aralık tarihleri arasında Florida, Orlando’ da açıklanacaktır.
Zindelikler Dileriz...

11 Ağustos 2014 Pazartesi

iMMÜNOTERAPi HAKKINDA BiLDiKLERiMiZ & BiLMEDiKLERiMiZ -2-



Nesiller boyunca kanser tedavisinin dayanakları cerrahi müdahale, kemoterapi ve radyoterapi olmuştur. Kemoterapi ve radyasyon sağlıklı dokularda da hasar yaratan tedavi yöntemleri iken, cerrahi müdahale sonrası kanseröz hücreler kalabilmesi de ihtimal dahilindedir. Bilim insanları bu sebepler ile uzun zamandır vücudun kendi savunma mekanizması olan bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini bir düşman olarak tanıyarak yok edebilmesine odaklı olarak çalışmaktadırlar. İmmünoterapi olarak bilinen bu klinik yöntem ile bağışıklık sistemi güçlendirilerek hastalık ile sanki bir enfeksiyonmuş gibi savaşarak sağlıklı hücrelerin korunması hedeflenmektedir.

2013 Sonbaharında Seattle Fred Hutchinson Cancer Research Center’ dan onkolog Dr. David Maloney bir lenfoma hastasının kendi T-hücrelerinin genetik programlanması ile oluşturulan immünoterapi ile bağışıklık sistemi hücrelerinin bir kanser savaşçısı olmasını sağlamıştır ve 30 dakika süren bu işlemin total sürecinin haftalar boyu devam ettiği gözlemlenmiştir. Standart tedavilerde kullanılan antikorlar zaman içerisinde vücutta kaybolduğu halde Dr. Maloney’ in hücreleri çoğalmaya devam etmiş ve hastanın yaşamı boyunca geçerliliğini koruyabilecek bir “Yaşayan Terapi” olabileceği sonucuna ulaşılmıştır.

2014 Haziran ayında gerçekleştirilen American Society of Clinical Oncology yıllık toplantısındaki en büyük haberlerden biri immünoterapinin içlerinde böbrek, mesane, akciğer ve melanom’ u da kapsayan farklı kanserlerdeki etkileri olmuştur. Araştırmacıların sunduğu veriler arasında hastalığın en ileri evrelerinde bile yaşam beklentilerinin artabileceği bulunmaktadır.

Günümüzde FDA tarafından onaylı (2011) tek bir modern immüno-onkoloji ilacı bulunmaktadır. 2013 senesinde yapılan bir Bristol-Myers Squibb çalışmasında New York Memorial Sloan-Kettering Cancer Center’ dan Dr. Jedd Wolchok biri onaylı, diğeri deneysel iki immünoterapi ilacının kombinasyonunu 52 melanom hastasında uygulayarak tümörlerin standart tedaviden 3 kat daha hızlı gerileyebileceğini göstermiştir. Dr. Wolchok’ un açıklaması şu şekildedir: “ Tümörü daha iyi tedavi edebilecek yollar bulmak için onyıllarımızı harcadık. Şimdi hastayı tedavi etmeyi öğreniyoruz. Bağışıklık siteminin uzun bir hafızası vardır. Tümör değişebiliyorsa, bağışıklık sistemi de değişerek saldırabilir.”

Yale-New Haven da bulunan Smilow Cancer Hospital Center medikal onkoloji başkanı Yale Cancer Center profesörlerinden Dr. Roy S. Herbst bağışıklık sistemi ile ilgili en güzel dayanağın sürekliliği olduğunu vurgulamaktadır. Kemoterapinin tam tersine, bağışıklık sistemi bizi hasta eden hücreleri tanıyabilmekte, sadece onlara adapte olabilmekte ve yıllar boyu spesifik değişimler sağlayabilmektedir. Fakat Dr. Herbst immünoterapinin bir tam-tedavi olmadığını, standart kanser tedavi programlarının da devam etmesi gerektiğini de belirterek gelecekte standart ve immünoterapi kombinasyonlarının birlikte kullanılacağını açıklamıştır. Tahminlere göre hastaların % 20 kadarı sadece immüno-onkoloji ilaçlarından yarar sağlayabilecekken % 80 kadarı kombinasyonlara yönlendirilecektir.

“Geçmişte doktorlar kanser için ‘tedavi’ kelimesini kullanmakta daha tereddütlü davranmaktaydılar fakat günümüzde immünoterapide sağlanan gelişmeler ile artık bu kelimeyi daha rahat kullanabiliyoruz.” - Dr. Axel Hoos, GlaxoSmithKline İmmüno-Onkoloji Geliştirme Bölüm Başkanı.

Devam edecektir...

10 Ağustos 2014 Pazar

iMMÜNOTERAPi HAKKINDA BiLDiKLERiMiZ & BiLMEDiKLERiMiZ -1-


İmmünoterapinin geçmişi 1890 lara dayanmaktadır. İlk immünoterapik aşı yüzlerce terminal kanser hastası üzerinde daha sonradan adları New York-Presbyterian ve Memorial Sloan-Kettering olacak olan hastanelerde kullanılmış ve dönemin ünlü cerrahlarından Dr. William Coley tarafından keşfedilerek John D. Rockefeller Jr. tarafından fonlanmıştır.

Günümüzde önem verilen ve hastaların hayat beklentilerini ay ya da yıllarca uzatabilen ilaçların milyarlarca dolarlık bir sektör yaratmış olması ve ayrıca bu ilaçlar ile kemoterapinin yan etkilerini azaltan ilaçların da bir o kadarlık sektöre hükmetmesi immünoterapi ilaçlarının geliştirilme işini maalesef daha küçük ölçekli ilaç / biotek firmaları ile üniversitelere yönlendirmiştir. 

İmmünoterapi bütün solid-tümör bazlı kanserlerde potansiyel bir tedavi umududur. Örneğin UCLA nörocerrahi başkan yardımcısı Dr. Linda Liau 2003 senesinden beri Evre 4 beyin tümörlerinde gerileme kaydetmeyi başarmıştır ve 10 yılı aşkın süredir sorunsuz yaşayan hastaları bulunmaktadır. Benzer bir immünoterapötik aşının denemelerine de MD Anderson Cancer Center’ da başlanmıştır.

İmmünoterapinin başarılı olduğu dallardan biri de yetişkin ve çocuk lösemisidir. 2012 senesinde Children's Hospital of Philadelphia’ da 6 yaşında bir kız çocuğunda tüm tedavi yöntemlerinin başarısız olmasını takip eden süreçte deneysel bir aşı kullanılarak tüm bağışıklık sistemi hücreleri yeniden şekillendirilmiş ve yaşam süreci uzatılmıştır.

“Stand Up To Cancer” facebook kurucularından Sean Parker tarafından fonlanan bir immünoloji rüya takımına sahiptir. Birçok üniversitede de maalesef yeterli fona sahip olmayan araştırmalara başlanmıştır ve bu profesörler ile işbirliği bazı firmalar arasında pasif immünoterapi ilacı geliştirme yarışına da yol açmış görünmektedir.

Konuya meme kanseri açısından bakıldığında en güncel gelişme Haziran ayında Mayo Clinic tarafından yürütülen bir analitik araştırmanın açıklanan sonuçlarıdır. Açıklamada meme kanserinin en tehlikeli formlarından olan üçlü negatif ve BRCA1 kaynaklı meme kanserlerinde yeni bir açı yakalandığı belirtilmiştir. Burada “Mayo Kardeşler” in bir yüzyıl öncesinde Dr. Coley’ in destekçileri olduğunu da hatırlamak gerekecektir.

İmmünoterapötik aşıların kemoterapi ya da radyoterapinin yol açtığı ciddiyette yan etkileri bulunmamakta ya da çok hafif oldukları gözlenmektedir. Özellikle gittikçe artan kanıtlar sayesinde bağışıklık sistemi hafızasını yeniden programlamasına bağlı olarak ikincil kanser oluşumu ve nüksetme üzerinde etkili oldukları ve engelleyebildikleri de öngörülmektedir. 

The American Cancer Society’ nin 2014 kanser beklentileri 2013 den yüksektir. Son tahminler her 3 kadından 1’ i ve her 2 erkekten 1’ inin bu hastalık ile tanışabileceği üzerinedir. Kanser artık kalp hastalıklarını geride bırakarak insanlığın 1 numaralı katili haline gelmiştir. American Society of Clinical Oncology’ nin akademik kurumlarda yaptığı anket çalışmalarında ulaştığı çarpıcı sonuçlar sonrası kanser araştırmalarında yeterli fonlamanın bulunmadığı, genç araştırmacıların bu alanı terk ediyor olduğu ve yetenekli klinik personel ile yeterlikli laboaratuvar sayısında azalma oluştuğunun ortaya çıkmış olması bu savaşın kazanılması için artık yeni bir çağın başlaması gerektiğini göstermektedir.

Devam edecektir....

2 Ağustos 2014 Cumartesi

LÖSEMi iLACI MEME KANSERiNiN GERi DÖNÜŞÜNÜ ENGELLEYEBiLiRMi?


DailyMail, 12 Haziran 2014

Kanser, vücut bağışıklık sistemini p110 kod adlı bir enzim üreterek kısıtlayabilmektedir. Bu enzimi baskılayarak bağışıklık sisteminin kanser ile daha efektif bir şekilde savaşabilmesini hedefleyen ilaçlar ise lösemi tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır çünkü p110 enziminin kendisini en yoğun gösterdiği hücreler beyaz kan hücreleri de dediğimiz lökositlerin kanserojen duruma geçmesidir.

University College London, the Babraham Institute, Cambridge ve Queen Mary University of London araştırmacılarının Genentech, South San Francisco, bilim insanları ile birlikte yaptıkları, Cancer Research UK, the Biotechnology and Biological Sciences Research Council ile the Wellcome Trust tarafından fonlanan Haziran 2014 tarihli araştırmada ise şaşırtıcı olarak lösemi tedavisinde kullanılan ve vücudun bağışıklık sistemini kuvvetlendirmeyi hedefleyen bu ilaçların diğer kanser türlerinde de etkili olabileceği açıklanmıştır.

Laboratuvar ortamında gerçekleştirilen çalışmada aktif p110 enzimi bloke edilen meme kanserinde hayatta kalım oranının iki kat artabildiği, primer meme kanseri tümörünün cerrahi müdahale ile alınmasını takiben meme kanserinin nüksetmesi üzerinde de etkili olarak çok daha az ve küçük boyutta tümör gelişimi izlenebildiği belirtilmiştir. Araştırmacıların yorumu ise enzimin blokesinin bağışıklık sisteminin efektif bir şekilde hafızasını tazelemesine yol açarak kanseri tamamen silebilme üzerine yoğunlaşabilmesi üzerine odaklanmıştır.

Cancer Research UK biliminsanı ve Manchester Cancer Research Centre yöneticisi Prof. Nic Jones ve p110 enzimini 1997 de keşfetmiş olan UCL Cancer Institute’ dan Prof. Bart Vanhaesebroeck yaptıkları açıklamalarda iyi haberin araştırmadaki ilaçların zaten kliniklerde kullanılıyor olmasının hastaların yararına çok hızlı bir gelişime sağlayabileceğini belirterek pankreas kanseri gibi ciddi efektif tedavi ihtiyacı olan pekçok kanser türünde de potansiyel sağlama umudu taşıdıklarını açıklamışlardır.

Zindelikler Dileriz…

19 Temmuz 2014 Cumartesi

JEL TAMOKSiFEN; MEME KANSERiNE KARŞI YAN ETKiSi AZ YENi CEPHANE


The Wahington Post, 15 Temmuz 2014

American Association for Cancer Research tarafından Clinical Cancer Research’ de yayımlanan yeni bir araştırma makalesinde tamoksifen’ in aktif içeriği olan 4-OHT jel formunun östrojene duyarlı DCIS (duktal karsinom in situ) tanılı meme kanseri hastalarının meme cilt yüzeyine uygulanması ile hücre proliferasyonunun oral tablet tamoksifene eşdeğer azaltıldığı ve daha az yan etkiler oluştuğu açıklandı.

Tamoksifenin yan etkileri sıcak basması, vajinal kuruluk, ölümcül olabilecek kan pıhtılaşması ve rahim kanserine kadar ulaşmaktadır. Jel formunun meme cilt dokusunda konsantre olması nedeniyle kan dolaşımına fazla geçmemesi vücudun diğer bölgelerinde maruz kalım oranını minimize ederek özellikle pıhtılaşma ve rahim kanseri risk yükselmesini engelleyebilmektedir.

Araştırma yazarı Northwestern University Feinberg Chicago School of Medicine da cerrahi onolog olan Seema Khan, jel formunun cilde aplikasyonunu takip eden 10 hafta içerisinde meme dokusundaki kanser hücre büyüme markerinde oral tamoksifen ile aynı değerde azalma sağlandığını ve jel formundan hem nüksetme riskini azaltma yönünde hem de hastalıktan ilk korunmayı sağlama yönünde yaralanılabileceğini açıklamıştır.

Araştırma katılımcılarının sayısı arttırılarak çalışmalara devam edilmesi gündemdedir. Araştırmalar için jel formunu geliştiren firma şu an için ticari üretim yapmadığından Dr. Khan çalışmalara benzer bir metabolit olan Endoksifen üzerinden de devam etmektedir.

Zindelikler Dileriz...

18 Temmuz 2014 Cuma

EK CERRAHi MÜDAHALE iLE HER iKi MEMEYi ALDIRMAK YAŞAMI UZATMAYABiLiR


The Time, 17 Temmuz 2014

Minnesota Üniversitesi araştırmacıları meme kanserinin bazı formlarında ekstrem cerrahi müdahalenin hayatta kalım oranlarını değiştirmediğini açıkladılar.

Journal of the National Cancer Institute’ da yayımlanan araştırmada bilim insanları Evre I ve Evre II tanılı hastalarda nüksetmiş kanserlere ait veriler üzerinde bir modelleme geliştirip hayatta kalım beklentilerini hesaplamaya çalıştılar. Araştırmanın amacı bir memesinde kanser tanısı konulan hastalarda diğer memenin cerrahi müdahale ile alınmasının bu ‘meme’ dokusunda kanser tanısının % 90’ a kadar engellenebildiğinin bilinmesine rağmen diğer organlarda nüksetme ve bağlı total hayat beklentisine ait verilerin çok az oluşuna ışık tutmak olarak açıklandı.

Araştırmalar ve modellemelerin sonucunda yapılan açıklamada meme kanseri tanısından sonra diğer memesini cerrahi müdahale ile aldıran kadınlar ile aldırmayanlar arasındaki hayatta kalım farkı tanıdan 20 yıl sonra % 1’ den az olarak açıklandı. Araştırma bulguları aynı zamanda TIME’ ın daha önce hakkında yazmış olduğu metastatik hastalıktan sonra ek bir cerrahi müdahale ile meme ve lenf nodlarını aldıran kadınların sadece kemoterapi alan gruba dahil kadınlardan daha fazla bir hayatta kalım oranına sahip olmadığına ulaşmış olan araştırma ile de örtüşmüş oldu.

Mumbai Tata Memorial Hospital araştırmacıları 2005-2013 yılları arasında ‘metastatik’ hastalık tanısı almış ve 6 kür kemoterapiye cevap vermiş olan 305 kadını ele almışlardı. 173 kadına ek cerrahi müdahale (total ya da kısmi meme + lenf nodu) ve radyoterapi uygulanırken 177 kadın sadece kemoterapi ile sonlandırılmıştı. 2,5 sene sonra yapılan kontrollerde ise beklenenin tersine radyoterapi ve cerrahi müdahale gören grubun riskinin artmış olduğu sonucuna ulaşılmıştı. Bulgular sonrasında doktor ve hastalara hayatı uzatmaya çalışmak için ek bir bıçak altına yatma ve/veya radyasyon terapisi almanın daha fazla komplikasyonlara sebep olacağı hakkında uyarılar yapılmıştı.

İlk paragrafta bahsettiğimiz son araştırma sonrası görüş bildiren diğer araştırmacılardan bazıları ise profilaktik mastektomiyi (iki meme dokusunun da alınması) hayat kalitesi ve zihinsel huzura olan katkıları nedeniyle halen desteklediklerini belirtmişlerdir.

Zindelikler Dileriz…

7 Temmuz 2014 Pazartesi

YÜKSEK KALSiYUM DEĞERLERi OVER KANSERi HABERCiSiMi?


Gynecologic Oncology Ocak sayısında yayımlanan ve Wisconsin Üniversitesi Tıp Fakültesi ile The Comprehensive Cancer Center of Wake Forest tarafından fonlanan araştırmanın sonuçlarında kanda bulunan yüksek kalsiyum değerlerinin over kanseri habercisi olabileceği açıklandı.

Over kanseri ileri aşamaya gelinceye kadar tanısı zor olan bir kanser türüdür. Bu nedenle araştırmacılar başarılı bir tedavi sürecine destek olabilecek erken tanı yöntemleri üzerinde çalışmaktadırlar.

Kandaki kalsiyum seviyeleri iki farklı yol ile değerlendirilebilmektedir; total kalsiyum ve iyonize serum kalsiyum. Total kalsiyum bir litre kanda bulunan kalsiyum değerini, iyonize serum kalsiyum ise bir litre kandaki serum albumin proteinine bağlanmış olan kalsiyum değerini göstermektedir. Araştırma yazarları kanser epidemiyologları Dr. Gary G. Schwartz, PhD ve Dr. Halcyon G. Skinner, PhD, nin yola çıkışlarını da birçok over kanseri vakasında kalsiyum değerlerini yükselten paratiroid hormon-bağımlı protein salgılanması oluşturmuştur.

Kalsiyum değerleri ile over kanseri ilişkisini gösterebilecek olan iki büyük araştırmanın ilkinde over kanserinden hayat kaybetme riskinin total kalsiyum değerindeki 0.1 mmol/L lik yükselme ile % 52, iyonize serum kalsiyum değerindeki 0.1 mmol/L lik yükselme ile ise % 144 artış gösterdiği sonucuna ulaşılmıştır. İkinci araştırmada da benzer olarak total kalsiyum değerindeki 0.1 mmol/L lik yükselmenin over kanseri riskini % 63 arttırdığı belirlenmiştir.

Hiperkalsemi adı verilen yüksek kalsiyum değerleri kanserden farklı diğer medikal sorunların habercisi de olabilmektedir. Araştırmanın amacı basit bir kan testi ile over kanseri erken tanısına destek olmaktır ve yazarlar farklı araştırmalar ile sonuçların kesinleştirilmesi gerekliliğini belirtmişlerdir.

Zindelikler Dileriz...

26 Haziran 2014 Perşembe

FDA iLAÇ GÜVENLiK UYARISI; KEMOTERAPi iLACI DOCETAXEL ALKOL SARHOŞLUĞU SEMPTOMLARINA YOL AÇABiLMEKTEDiR


FDA, intravenöz kemoterapi ilacı Docetaxel’ in içeriğindeki etanol (alkol) nedeni ile tedavi süreci ve sonrasında alkol sarhoşluğuna yol açabileceği hakkında bir uyarı yayınladı.
Risk hakkında hastaların ve reçetelendirenlerin bilgilendirilmesi amacı ile tüm docetaxel ürünleri üzerindeki etiketlerin değiştirileceğini belirten FDA, alkole duyarlı hastaların ve/veya alkol etkileşimi gösterebilecek medikasyon uygulanan hastaların dikkatli olmaya çağrılmasını ve tedaviden sonraki 1 – 2 saat içerinde araç kullanma ve makine operatörlüğü yapılmamasını önerdi.
Docetaxel, Taxotere ve Docefrez gibi ticari isimler ile de tanınmakta olup meme, prostat, akciğer, mide kanseri kemoterapi ilaçlarından biridir ve her değişik kullanım kombinasyonu farklı alkol yüzdesi içermektedir. Bu nedenle sağlık profesyonelleri hastaların hassasiyetine göre bu kombinasyonların düzenlenmesi hakkında dikkali olmalıdır.
FDA, 20 Haziran 2014

9 Haziran 2014 Pazartesi

iŞ HAYATINDA SOLVENT VE KiMYASALLARA MARUZ KALAN KADINLARDA YÜKSELEN RiSK



NBC-News, 30 Mayıs 2014

Ortalamanın üzerinde meme kanseri riskine sahip olan ve iş hayatında organik solventler ile kimyasallara maruz kalan kadınların daha da yüksek risk grubuna girdiği açıklandı.

“Cancer Research” de yayımlanan araştırmada ilk doğumlarından önce organik solventlere maruz kalan fabrika çalışanları, laboratuar teknisyenleri, ev temizlik elemanları veya hiçmetçilerde % 40 ile iki kat arasında risk artışı gözlendiği belirtildi.

“Sister Study” araştırmasına katılan 50.000 kadından elde edilen verilerde kızkardeşi yada ablası meme kanseri tanısı aldığı halde kendisine tanı konulmayan fakat yüksek risk grubunda olan kişilerde ergenlik ile ilk doğum arasında kalan sürenin kimyasallar ve solventler açısından önemli olduğu belgelendi.

Araştırma, National Institute of Environmental Health Sciences tarafından kimyasallara maruz kalma zamanının meme kanseri ile ilişkisini göstermesi açısından önemli olarak vurgulandı.

Zindelikler Dileriz…

6 Haziran 2014 Cuma

MEME KANSERi VE SAĞLAM KEMiKLERE ULAŞMANIN DOĞRU YOLLARI



Meme kanseri tedavisi ve/veya menopoz sonrası sağlık kaygılarının başında osteoporoz gelmektedir.

Osteopeni (kemik yoğunluğu azalması) ve osteoporoz ölçümleri için klasik metod DEXA Scan olarak adlandırılan bir x-ray taramasıdır ve kemik densitesi ile mineralizasyon ölçümünde kullanılır.

Fakat, kemik yoğunluğu kesinlikle kemik “sağlamlığı” anlamına gelmemektedir ve bifosfonatlar diye adlandırılan ilaçların çoğu zaman işe yaramamasının nedeni de budur.

Kemikler kollajen matrix formunda minerallerden oluşmaktadır. Mineraller sağlamlık ve yoğunluk sağlarken kollajen kemiklere esneklik vermektedir. Esnekliğin olmadığı durumlarda yoğunluğu ne olursa olsun kemiklerin kırılganlık riski yükselmektedir.

Bazı ilaçlar birçok mineral oluşumları ile kemikleri yoğun (gibi) göstermekte fakat gerçekte bu ilaçları kullanan kişilerde de kemik çatlama ve kırılmaları yaşanmaktadır.

En yüksek kalsiyum tüketimi olan ABD, Kanada ve İskandinav ülkelerinde en yüksek osteoporoz oranları ölçülmüş ve “Kalsiyum Paradoksu” olarak adlandırılan tablo ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ulusal bilgi ve kuralların yanlış kemik mineralizasyon teorileri üzerine kurulmuş olmasıdır.

Kalsiyumun yanlış formunun bizlere (reklamlarda çocuklar da kullanılarak) işe yarıyor gibi gösterildiği hakkında daha önce çeşitli bilgiler paylaşmış olduğumuzdan dolayı bu yazıda kalsiyumun doğru adreslenmesi üzerine odaklanmaya çalışacağız. Sadece şunu belirtelim; bu yanlış ve kötü formdaki kalsiyumu kullanan nano-bakteriler bulunmaktadır ve bu bakteriler oluşturdukları kalsiyumfosfat kabukları ile vücudun bağışıklık sistemine karşı bile koruma sağlayabilmektedirler.

Vücudun kalsiyumu ihtiyaç duyulan bölgelere yönlendirebilmesi ve olmaması gereken yerde biriktirmemesinin başlıca destekçileriden biri K vitaminidir.

K (özellikle K2) vitamini kalsiyumu iskelet sisteminize yönlendirerek arterleriniz, eklem yerleriniz ve organlarınızda birikmesini engeller. K2 vitamini ile aktive olan osteoblastlar (olgunlaşmamış kemik hücresi) tarafından üretilen “osteokalsin” proteini, kalsiyumun kemik matriksinize bağlanabilmesi için gereklidir ve aynı zamanda kalsiyumun arterlerimizde birikmesini de engeller. Diğer bir deyiş ile “K2 vitamini desteği olmayan kalsiyum sizin için değil size karşı çalışır.” Kemikler yerine koroner arterlere yönelen kalsiyum damar tıkanıklığı ve kalp hastalıklarının başlıca nedenidir ve K2 vitamini kalsiyumun arterlerde “mobil” halde kalmasının ve kemik kütlesine yapışmasının en büyük destekçisidir.

O halde sağlam kemikler nasıl oluşturulabilirler? Sorunun cevabı “Ağırlık egzersizi ve sadece bitkilerden elde edilen mineraller yolu ile” dir. Örneğin; 150 gr. yeşil bezelye kalsiyumun kemiklerde kalması için gerekli K vitaminin % 44’ ünü içerir. Sahip olduğu protein kalitesi ise artık bir kısım ticari markaların bile yönlenmesine neden olacak kadar yüksektir. Bunun dışında tüm yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, keçi boynuzu ve buğdayçimi başlıca sayılabilecekler arasındadır.

Kemiklerde sadece kalsiyuma odaklanmak ise düşülen yanılgılardan birisidir. Kalsiyumun kemikler tarafından kullanılabilecek forma enzimatik olarak dönüşebilmesi için silis ve magnezyum gereklidir. Dolmalık biberler, salatalık, domates gibi sebzeler ile at kuyruğu, ısırganotu, yulaf sapı ve alfaalfa gibi önemli birtakım bitkilerdeki silis ve organik kakao’ da bulunabilecek magnezyum “doğru formda” kalsiyum kadar önemlidir.

Silis konusunda ek bilgi edinmek isteyenlerin altta bulunan linkler ile diğer bir blog sayfamızdaki yazıları okumalarını tavsiye edebiliriz;

http://rawfoodbeslenme.blogspot.com.tr/2013/11/elementlerin-teorisi-2-silikon.html

http://rawfoodbeslenme.blogspot.com.tr/2013/12/elementlerin-teorisi-2-silikon-bolum-2.html

Mandıra ürünleri ve soyanın yan etkileri/dezavantajlarını barındırmayan kalsiyum formları kullanmanız dileği ile zindelikler dileriz…

3 Haziran 2014 Salı

DiYABET İLACI MEME KANSERiNE KARŞI KORUYOR MU?



Sciencedaily, 02 Haziran 2014

Diyabeti kontrolde kullanılan en genel kullanımlı ilaçlardan biri olan metformin’ in kanser hücrelerinin proliferasyonunu engellemede etkili olduğu Meksika Center for Research and Advanced Studies (CINVESTAV) tarafından yürütülen klinik çalışmalarda ortaya çıktı.

José Eduardo Pérez Salazar tarafından gerçekleştirilen araştırmalarda özellikle meme kanseri hücrelerinin gelişimi ve migrasyonu (metastaz) üzerinde çalışıldığı ve metformin’ in koruyucu etkisinin görüldüğü belirtildi.

Yapılan açıklamada kanser hücrelerinin “insüline bağımlı” bir hale geldiği ve özellikle kilolu ve diyabet hastası olan hanımlarda meme kanseri ve metastatik kanser riskinin yükseldiği belirtildi.

“Yüksek insülin seviyeleri yalnızca kadınlarda malign meme kanseri tümör formasyonu ile indirekt bağlantılıdır.” - National System of Researchers.

“Metformin insülin direncini kontrol ederek vücudun kendi içerisinde en doğru şekilde metabolize edilmesini sağlamakta ve kanser hücreleri tarafından elde edilmesinin önüne geçilmektedir. İnsülin direnci olan kişilerde vücut bu hormonu çok daha fazla üretmekte ve yüksek seviyelere ulaşabilmektedir.” – Perez Salazar.

Araştırmalar hücresel dokular ile yapılmıştır ve yakın bir zamanda Juarez Hospital of Mexico City’ de ki hastalardan elde edilen biyopsi örnekleri üzerinde de çalışılarak daha net sonuçlar açıklanacaktır.

Çevirenin Notu (ç.n): Bu konu ile ilgili ilk yazıyı 25 Şubat tarihinde “NOBEL ÖDÜLÜ SAHiBi JIM WATSON iLE SÖYLEŞi; DiYABET iLACI METFORMiN ZOR KANSERLERE KARŞI” adlı yazı ile paylaşmıştık. Blog linkimizi http://pembeyevehayata.blogspot.com.tr/2014/02/nobel-odulu-sahibi-jim-watson-ile.html tekrar eklediğimiz yazı ve üstteki araştırma ile ilgili onkologlarınız ve diyabet uzman doktorlarınız ile konuşarak fikirlerini alabilirsiniz. Şu ana kadar olan bazı geri dönüşlerde konuya sıcak bakıldığı duyumunu elde ettik.

Zindelikler dileriz...

2 Haziran 2014 Pazartesi

PROTEiN VE VEGAN BESLENMEK



Alkali vegan beslenme tarzı insan sağlığı için gerekli tüm proteini karşılamaktadır. Bir çok kurum ve kuruşlar alkali vegan stilinin sağlığa geniş faydaları üzerinde hemfikir iken protein kelimesi her nedense kafamızda kalmakta, çünkü hayvansal ürün üreten ve satan endüstri her zaman insanları en iyi proteine sahip oldukları konusunda yönlendirmektedir ki; bu varsayım yanlış ve tehlikelidir.

Kaslarımız ve tırnaklarımız arasındaki fark gibi proteinler de birbirlerinden farklıdır. Bunun nedeni bir alfabedeki harflerin bileşimlerinin pek çok kelime yaratabilmesine benzer olarak 20 farklı aminoasidin kombinasyonlarının farklı proteinler yaratabilmesidir. Önemli olan kısım bu esansiyel aminoasitlerin 10 kadarı vücut metabolizmamız tarafından üretilebilirken diğer yarısının üretilememesi ve dışarıdan alınmasının gerekliğidir.

Bir bebek için anne sütündeki protein sağlıklı ve güçlü olması için yeterlidir. Katı beslenmeye geçtiğimiz andan itibaren de hayvansal-olmayan besinlerdeki protein onun yerini tutmaya yetecek seviyedir çünkü aldığımız kalorinin sadece % 10’ unun proteinlerden gelmesi idealdir. Günlük protein alım tavsiyesi ise kilogram başına 0.8 gr. olarak belirlenmiştir.

Kas yapmak için proteine yükleneceğini düşünen kişilerin bilmesi gereken kasların proteinden değil kandan oluştuğu ve sağlıklı kan üretimi için de yeşil meyve ve sebzelerden gelen klorofil ile poliunsatüre yağ, alkali su ve işlenmemiş alkalize edici mineral tuzlar gerektiğidir.

Vegan beslenmenin tam tersini düşündüğümüzde, yani çok fazla hayvansal protein tükettiğimizde beyin, meme, karaciğer, böbrek ve safra kesesi problemleri ile bazı kanserlere davetiye çıkartırız. Bunun nedeni ise hayvan etinden gelen nitrik, ürik, sülfirik ve fosforik asitlerin bağırsaklar, akciğerler, böbrekler ve cildimiz yolu ile yeterli oranda atılamamasından kaynaklanmaktadır.

Hayvansal-olmayan ana protein kaynaklarından bazı örnekler vermemiz gerekirse sayacaklarımız şunlardır;

1. Sebzelerden gelenler : Enginar, pancar, brokoli, brüksel lahanası, lahana, karnabahar, patlıcan, bezelye, yeşil biber, kale, kıvırcık salata, hardal otu, soğanlar, kırmızı patates (amerikan patatesi), ıspanak, şalgam yeşili, su teresi, yams kökü ve kabaktır.

2. Bakliyat kökenliler : Nohut, barbunya, lima fasulyesi, küçük beyaz (navy) fasulye, soya fasulyesi, mercimek ve kırık bezelyedir.

3. Tahıl kökenliler : Arpa, esmer (kahverengi) pirinç, karabuğday, darı (akdarı), kinoa, çavdar, ruşeymi, buğday ve hintprincidir.

4. Meyvelerdeki kaynaklar : Avokado, greyfurt, salatalık, limon, lime ve domatestir.

5. Çimlerden gelenler : Kamut, lemongrass ve diğer çimlerdir.

6. Çekirdek ve kabuklu yemişlere örnekler : Badem, fındık, kendir/kenevir tohumu, chia, kabak çekirdeği, susam, ay çekirdeği ve cevizdir.

Soya filizi ve kendir filizinde bulunan protein çok besleyici, kolay sindirilebilen ve glüten içermeyen bir protein olarak karşımıza çıkar. Her 100 gramda 35-40 gram proteine ve dengeli bir aminoasit yapısına sahiptir. En ideal oranda omega 3/6 yağ asitleri de barındıran bu filizler unsatüre/satüre yağ yüzdeleri, antioksidan kalitesi ve geniş vitamin/mineral yelpazesi ile ilk tercihlerimiz arasında olmalıdırlar. Yukarıda belirttiğimiz yeşil sebzelerinde kimi zaman % 70 lere varan oranda protein içerdiği de unutulmamalıdır.

Zindelikler dileriz…

1 Haziran 2014 Pazar

TANIDIK BiR iLAÇ GENÇ HASTALARDA FERTiLiTEYi KURTARIYORMU?



The New York Times, 30 Mayıs 2014

Over bölgesini geçici olarak kapatan bir ilaç olan goserelin’ in (Ticari ismi Zoladex) genç meme kanseri hastalarında overi kemoterapi hasarından koruyarak bebek sahibi olma şansını arttırdığı açıklandı.

Araştırmacılar tarafından genç meme kanseri hastalarının karşılaştığı en acı verici ikilemlerden biri kabul edilen hayatını kurtaramanın fertiliteye hasar verebilmesi konusunda yeni bir opsiyon olarak görülen goserelin, yapılan klinik çalışmalarda başarı sağlamış görünmekte ve kemoterapi sürecinde goserelin enjeksiyonu yapılan kadınlarda yalnızca kemoterapi gören gruba göre yüksek fertilite oranları kaydedilmekte.

Bugün (Cuma), ASCO (American Society of Clinical Oncology) yıllık toplantısında konuşan araştırma yazarı Cleveland Clinic’ den Dr. Halle Moore, premenopoz dönemdeki hastaların kemoterapiye başlamadan önce bu yeni opsiyonu değerlendirmeleri gerektiğini belirtti.

Şu anda genç meme kanseri hastalarının bebek sahibi olma şanslarını arttıran yöntem vitro-fertilizasyon ile yumurtaların alınarak dondurulması ya da embriyo yaratılarak dondurulması olup yüksek maliyetli bir işlemdir. Bazen de kadınların çok acil kemoterapiye başlaması gerektiğinden işlem için gereken 2 – 3 haftalık süre bulunmamaktadır. Aylık goserelin (veya benzer gonadotropin salıverici hormon agonisti) enjeksiyonu ise çok daha ucuz ve kolay bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır.

Araştırma NIH (National Institutes of Health) tarafından fonlanmış ve 49 yaşın altında premenopoz dönemde olan 257 hasta ile çalışılmıştır. Kemoterapi başlangıcından iki yıl sonra yapılan değerlendirmede goserelin kullanan grup içerisinde sadece % 8 lik bir oranda over problemi kaydedilmiştir. Kullanmayan grup içerisinde bu oran % 22 olarak ölçülmüştür. Araştırmada beklenmeyen bir bulgu da goserelin’ in 4 yıllık istatistik süreci içerisinde hayatta kalma oranını da yükselttiğidir. Yalnızca hormon reseptörü NEGATiF olan kadınlar ile çalışılmış, reseptörü pozitif olanların tamoksifen kullanımına bağlı olarak uzun yıllar hamile kalmayacağı düşünülmüştür.

Goserelin’ in overleri nasıl koruduğu hakkında tam bir açıklık yoktur fakat yapılan spekülasyonlar overlerin daha az aktif hale gelmesi ile kendisini kemoterapiden koruyabildiği üzerinedir. Dezavantajı goserelin’ in geçici bir post-menopoz koşul yaratarak sıcak basması ve diğer semptomları yaratabilecek olmasıdır.

Zindelikler Dileriz...

31 Mayıs 2014 Cumartesi

CERRAHi MÜDAHALE SONRASI YARA iZLERi



ABD’ de meme kanseri sonrası yardım hatlarına yapılan aramaların başlıca tartışma konularından biri cerrahi müdahaleden sonra oluşan olası yara izleri hakkında çözüm arayışlarıdır.

Her cerrahi müdahale mutlaka bir ız bırakır fakat bu izin doğası kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Yaranın dokusu (cilt tipi) olduğu kadar bulunduğu yer de önemlidir.

Bazı yara türlerinden bahsetmek gerekirse;

1. Hiperftrofik Yaralar : Yara izinin kırmızılaşmaşı, kabarması ve kaşıntılı olmasına verilen addır. Düz ve açık renkli bir hale dönmesi birkaç ay sürebilir.

2. Keloid Yaralar : Bu yara türü hipertrofik yara gibi başlasa da zaman içerisinde yükselmeye ve normal doku bölgesine de uzanmaya başlar. Bu tip yaraların tedavi edilmesi gereklidir.

Yara tedavisi konusunda ABD’ de ufak çaplı klinik araştırmalar yürütülmüştür ve uzun dönemde daha geniş kitleler üzerinde çalışılması planlanmaktadır.
Cerrahınız sizlere en doğru bilgiyi verecektir, bununla birlikte aşağıdaki genel tedavi tavsiyeler de dikkate alınabilir;

* Gliserin bazlı hidrojel yapraklar problem yaratan yaralardan korunma ve tedavide kullanılabilir. Dokuyu yumuşatır, düzleştirir, kaşıntı, yanma ve kırmızılığı azaltabilir.

* Silikon bant ya da jel de yaranın iyileşmesinde rol oynayabilir. Doktor veya cerrahınızın yazacağı reçete ile eczanelerden tedarik edilebilir.

* Keloid yaraların ufak boyutta olması durumunda steroid enjeksiyon kullanılarak yaranın düzleşmesi ve yumuşaması sağlanabilmektedir. Bu konuda doktorlarınız gerekli bilgiyi aktaracaklardır.

* Parmak masajı bir yaranın durumunun iyileşmesinde rol oynayabilir. Cerrahi müdahaleden yaklaşık 6 hafta sonra yara iyileşmeye başlayıp ve berelenmeler azaldıktan sonra parmak masajına başlanabilir. Basınç uygulayarak ve parfüm içermeyen bir nemlendirici kullanarak yara üzerinde uygulanacak dairesel hareketler iyileşme sürecine katkıda bulunacaktır. Bu konuda cerrahınız ya da bir uzmandan yardım istenebilir.

* Kişiye özel üretilen elastik bir kılıf/giysi ile basınç tedavisi türleri bulunmaktadır.

* Cerrahi müdahale ile yara dokusu alınabilir fakat bu yeni bir yaraya da neden olabilir.

* Kozmetik kamuflaj uygulanabilir.

Yaralar ile ilgili dikkat etmeniz gereken noktalar da özetle şunlardır;

* Yaralar, özellikle de yeni olanlar, güneşe karşı oldukça hassastır. Uygun bir güneş kremi kullanmaya dikkat etmeniz gerekir.

* Sauna gibi yüksek sıcaklıkta olan bölgeler yaralar için uygun değildirler.

* Bölgeyi sıkıca saracak giysiler yarayı zedeleyip irite edebilir.

* Egzersiz yapıyorsanız esneme ve ağırlık hareketlerinde cildin hassas olan yaralı bölgesine yük bindirmemeye özen göstermeniz gereklidir.

ABD’ de yardım hatlarını arayan kişlerin en fazla sorduğu soru kullanılması gereken kremler ile ilgilidir. Herhangi bir “emollient” ibareli tipte krem ya da yağ uygundur. Yaraya masaj ile yedirmeniz kurumayı engelleyerek yarayı yumuşatacaktır.

Zindelikler Dileriz…

29 Mayıs 2014 Perşembe

MEME KANSERi iLE iLiNTiLi KiMYASALLAR AÇIKLANDI


Meme kanseri, yaşları 30-55 arasında olan kadınlarda hayat kaybına neden olan en büyük etkenlerden birisidir ve bu oranlar gittikçe yükselmektedir. Peki Neden?

“Silent Spring Institute” tarafından tamamlanan ve “Environmental Defense Canada” tarafından yayımlanan yeni bir çalışmada bu hastalığı tetikleyen 102 kimyasal listelendi ve maalesef pekçoğu oldukça tanıdık…

Araştırmacılara göre ilintili pekçok kimyasal petrol bazlı; araç ya da bahçe ekipmanı kullanımı, sigara dumanı ve yanık pişirilmiş yiyecekler yolu ile zarar vermekte. Alev almayı geciktirici kimyasallar, standart temizlik malzemeleri, yapışmaz kaplamalı mutfak gereçleri, styrene ve leke tutmayan tekstil ürünlerinde bulunan kimyasallar da kansere yol açan nedenlerden.

Silent Spring çalışmasında laboratuar ortamında meme kanseri hücrelerinin gelişmesine yol açan bir başka tanıdık kimyasal ise Triklosan olarak belirlendi. Sabunlar, diş macunları ve birçok üründe anti-bakteriyel / anti-mikrobiyal olarak kullanılan triklosan 2012 yılında toksik ilan edildi ve sadece Kanada’ da 1600 üründe tescilli içerik olarak kullanımının yasaklanmasına da ayrıca çalışılmakta.

Bireysel olarak sesimizi yükselterek şirketleri ürünlerinin içerisine bu kimyasalları koymamaları konusunda uyarmaya çalışmamız fakat bu arada bazı basit adımlar ile kimyasallardan korunmaya da dikkat etmemiz gerekmektedir.

İşte çalışmanın bizleri meme kanseri konusunda dikkatli olmaya davet ettiği bazı noktalar;

* Her türlü petrol, dizel ve benzin buharından uzak kalmak, (özellikle sıkışık trafikte rolantide bekleyen araçların egzost dumanı)
* Yemek pişirirken mutfağı havalandırmaya çok özen göstermek, (özellikle kanola yağı buharı var ise)
* Poliüretan köpük ve alev geciktirici kimyasal içeren mobilya kullanmamak,
* Leke tutmayan kumaş kullanılan tekstil, mobilya ve dekorasyon ürünlerinden uzak kalmak,
* Kuru temizleme firmaları kullanıyorsanız PERC (perkloretilen) kullanılmadığından emin olmak,
* Evlerde HEPA (Yüksek Verimli Partikül Filtreli) elektrik süpürgesi kullanmak,
* Ayakkabıları dışarıda çıkartmaya ve ıslak paspasla temizleme ile evden tozları uzak tutmaya özen göstermek,
* Anti-bakteriyel, anti-mikrobiyal ürün kullanımında kimyasal içeriğine dikkat etmek,
* Yiyecekleri pişirirken fazla yakmamaya dikkat etmek,
* Kullandığınız tüm suları (duş dahil) tesisat girişine konulacak karbon blok su filtresinden geçirerek kullanmaya dikkat etmek.

Zindelikler Dileriz…

28 Mayıs 2014 Çarşamba

TAMOKSiFEN KULLANIM SÜRECi 10 YIL OLARAK REViZE EDiLDi



ASCO (American Society of Clinical Oncology) bugün ER/PR pozitif non-metastatik meme kanseri hastalarının tamoksifen kullanımı ile ilgili kurallarını yenilediğini açıkladı.

En son 2010 senesinde update edilen kurallarda hormon reseptörü pozitif hanımların pre-menopoz dönemde tanı alması durumunda kullanım sürecinin 10 yıl olabileceği, 5 yıl sonunda post-menopoz döneme geçen hanımlarda ise 5 yıl tamoksifen kullanımının bir 5 yıl daha tamoksifen ya da farklı bir aromataz inhibitörü ile 10 yıl endokrin terapisi olarak tamamlanabileceği önerilmişti.

Tanı aldığı dönem post-menopoz olan hanımlar için ise 4 seçenek belirlenmişti; A) 10 yıl tamoksifen, B) 5 yıl aromataz inhibitörü, C) 5 yıl tamoksifen + 5 yıl aromataz inhibitörü, D) 2 – 3 yıl tamoksifen + 2 – 3 yıl aromataz inhibitörü ile total 5 yıl.

Bugün ASCO tarafından yapılan basın açıklamasında ise önceki onyıllar boyunca standart adjuvan endokrin terapisi olarak 5 yıl süre ile hormon reseptörü pozitif hanımlar için önerilen tamoksifenin 10 yıl süre ile kullanımının standart terapi olarak tavsiye edilmesi için daha emin kanıtlar bulunduğu belirtilerek kuralların update edildiği belirtildi.

Post-menopoz ER/PR pozitif hanımların tamoksifene alternatif ya da devam süreci olarak aromataz inhibitörü kullanma opsiyonuna sahip olduğu ve pre-menopoz hanımlar için aromataz inhibitörlerinin tavsiye edilmediği ayrıca belirtildi.

Zindelikler Dileriz…

MEME KANSERi TEDAViSi ECZA DOLABINIZDA MI?



The New York Times, 21 Mayıs 2014
Yazı; Michelle Holmes & Wendy Chen @ Harvard Tıp Fakültesi

Kadınları en çok etkileyen kanser türü olan meme kanseri tedavisine olası bir desteğin hemen hemen her ecza dolabında bulunduğuna inanıyoruz: Aspirin.

2010 senesinde “The Journal of Clinical Oncology” de yayımlanan çalışmada çeşitli nedenlerle haftada en az bir tablet aspirin kullanan kadınların meme kanserine bağlı hayat kaybı riskinin % 50 düştüğü açıklanmıştı. 2012 senesinde ise İngiliz araştırmacılar farklı klinik araştırmalardan elde edilen sonuçları birleştirerek aspirinin kalp hastalıklarından korunma dışında meme kanserinden ölüm riskini de azalttığını açıklamışlardı.

Peki, şu ana kadar araştırmaların altın standardı olan “Randomize Klinik Araştırma” lara neden geçilmemiştir sorusuna cevap vermek ise hiç de zor değildir. Klinik araştırmalar laboratuarlar tarafından geliştirilen çok yüksek kar beklentili ilaçlar için gerçekleştirilirler, oysa ki hiç kimsenin aspirinden para kazanamayacağı ortadadır.

Bu arada teşekkür etmemiz gereken kar amacı gütmeyen bir kurum var; Cancer Research UK; ve bu kurum aspirin ile dört farklı kanser arasındaki ilişkiyi gösterebilecek olan randomize araştırmalara başladı ama maalesef 2025 yılında neticelenmesi planlanıyor.

Aspirin, Hipokrat zamanında bile ağrı kesici olarak kullanılan söğüt kabuğundan geliştirilmiştir. Kanser ile savaşta nasıl çalıştığı hakkında kesin bir bilgimiz bulunmamaktadır fakat enflamasyonu düşürmesinin tümör gelişimini baskılayabileceği, belki tümörü besleyen yeni kan damarı oluşumunu yavaşlatabileceği, belki de ölmesi gerektiği halde büyümeye devam eden yaşlı hücreler ile savaşta yardımcı olabileceği bize bunu düşündürmektedir. Tümü olmasa da bazı tür meme kanseri tümörlerine yakıt görevi yapan östrojeni baskılayabileceği de görünebilecek nedenlerdendir.

Eğer bir klinik araştırmada aspirinin etkili bir tedavi aracı olabileceğini kanıtlayabilirsek bunun yararı en çok düşük ve dar gelirli hasta grubuna yönelik olacak ve aspirinin minimal maliyeti dünya üzerindeki pekçok ülkede bulunan milyonlarca kadın için bir fark yaratacaktır.

Aspirin aynı zamanda sıklıkla kullanılan kanser ilaçlarının yan etkileri tolere edemeyen hasta grubu için de bir alternatif oluşturabilecektir. Columbia Üniversitesi araştırmacılarının tamoksifen ve/veya aromataz inhibitörleri gibi hormonal tedavi alan meme kanseri hastalarının yarısının ilaçlarını tavsiye edilen süreden önce bıraktıklarına yönelik araştırmaları bulunmaktadır. “Breast Cancer Action” adlı savunuculuk grubunun konuya yönelik yaptığı anketlere göre bunun en dominant nedeni eklem ağrıları olarak kaydedilmiştir. Aspirinin en tehlikeli ve ciddi görünen yan etkileri ise gastrointestinal kanama ve inmedir fakat oldukça nadir gözlemlenmiştir.

Eğer aspirin gerçekten iş görüyorsa tahminimiz gelişmekte olan dünyada senede 75.000 hayatın kurtulabileceğidir. Hipokrata atfedilen bir söz bulunmaktadır; “Ekstrem tedaviler, ekstrem hastalıklar içindir.” fakat belki de meme kanseri için en basit ilaçlar en güçlü silahlardır.

Çevirenin Notu (ç.n): The New York Times makalesinde bahsedilen 2012 tarihli araştırma Oxford Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiştir ve “The Lancet” da yayımlanmıştır. Araştırmaya göre 3 yıl boyunca günde 300 mg doz alan kişilerde herhangi bir kanser başlangıç riskinde % 25, minimum günlük 75 mg doz aspirini 6 ½ yıl boyunca kullanan hastalarda metastatik kanser riskinde % 36 – 46 azalma kaydedilmiştir. Araştırmada ve American Cancer Society yorumlarında ise aspirinin uzun dönemli kullanımının yan etkileri olabileceği uyarısı yapılarak doktorlarınızın onayı olmadan kullanılmaması gerektiği belirtilmiştir.

Zindelikler Dileriz…

21 Mayıs 2014 Çarşamba

MEME KANSERi ALT TiPLERiNE BAĞLI ORGAN METASTAZI ARAŞTIRMASI



Erken evre meme kanserinin moleküler alt tipleri tedaviye cevap için kullanışlı bilgiler versede uzak bölge metastaz tahmini konusunda yolu gösteremediği düşünülmektedir.

Bu konuda Erasmus MC, Josephine Nefkens Enstitüsü Medikal Onkoloji Bölümü, Rotterdam Kanser Genom Merkezi ve Veridex LLC San Diego destekli gerçekleştirilen “Subtypes of Breast Cancer Show Preferential Site of Relapse” adlı araştırmada nüksetme ile meme kanseri alt tipi arasında yeni ilişkiler ve bilgiler edinilerek paylaşılmıştır.

Meme kanserinin ana moleküler alt tplerini kısaca hatırlamamız gerekirse;
LUMINAL A = ER+ ve/veya PR+, HER2-, Ki-67<14
LUMINAL B = ER+ ve/veya PR+, HER2+ veya HER2- fakat Ki67>14
ÜÇLÜ NEGATiF / BAZAL = ER-, PR-, HER2-
HER2 = ER-, PR-, HER2+
NORMAL BENZERi = Hakkında yeterli klasifikasyon yapılmamış bazı küçük tümörler
olarak sıralayabiliriz.

Lenf nodu negatif olan 344 erken evre meme kanseri hastası üzerinde yürütülen araştırmalar sonunda yazarlar meme kanseri moleküler alt tiplerinin spesifik organlarda nüksetme üzerinde tercihler yapabileceğini belirleyerek oluşum yolları üzerinde çalışmaya başlamışlardır.

Resimde görmüş olduğunuz “Meme Ca Tipleri” kolonunda Koyu Mavi bölge Luminal B, Açık Mavi bölge Luminal A, Kırmızı bölge HER2, Turuncu bölge Üçlü-Negatif/Bazal tipi ve Yeşil bölge Normal-Benzeri tipleri göstermektedir.

Henüz netlik kazanmamış ve devamında daha geniş araştırmalara başlanmış olan bu makaleye göre östrojen reseptörünün kemik metastazı ile % 68 lere varan ilişkisi dikkati çekmektedir. Östrojen reseptörü negatif olan hastalarda ise kemiklerde nüks riski % 7 olarak ölçülmüştür.

Bu araştırmayı yayınlamamızın ana amacı meme kanseri tipinizi eğer biliyorsanız vücudunuzun bazı noktalarından gelen sinyalleri daha iyi takip ederek doktorlarınıza vakit geçirmeden raporlamanız ve doktorlarınızın öngördüğü takip prosedürlerine sıkıca bağlı kalmanızdır. Konu ile ilgili daha spesifik bilgiler edindikçe sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

Zindelikler Dileriz…

19 Mayıs 2014 Pazartesi

HAVUÇ VE MAYDANOZ KEMOTERAPi iLAÇLARINA DESTEK OLUYOR




Havuç ve maydanoz falkarinol adı verilen bir biyoaktif madde açısından zenginlerdir. Havuçları, ürünün depolanması sırasında sebzenin köklerinde kararmaya neden olan mantar hastalıklarından koruyan falkarinolun hücrelerimizin absorbe edeceği maddelerin taşınma mekanizmasını da etkilediği Yeni Zelanda Bitki & Beslenme Araştırma Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar ile açıklandı. Aynı mekanizmaların kemoterapi tedavisi sürecinde kullanılan ilaçlar ile de etkileşimde olması nedeni ile araştırmalarda bazı malign dokuların kemoterapiye direnç göstermesine sebep olan BCRP/ABCG2 Meme Kanseri Direnç Proteini’ ne karşı savaşan kemoterapi ilaçlarının falkarinol desteği ile daha iyi taşınabildiği belirtildi. Araştırmacı Arjan Scheepens, araştırmanın yediklerimiz ile vücudumuzun kimyasal absorbesi arasındaki ilişkiyi göstrdiğini ve standart tedavi planlarına destek olarak kullanılacak beslenme stili ile hastaların daha iyi tedavi sonuçları alabileceğini belirtti.

Doktorlarnıza danışarak kullanmanızı hatırlatır, zindelikler dileriz..
19 Mayıs 2014, Worldhealth / Functional Foods

14 Mayıs 2014 Çarşamba

GENiTAL BÖLGELERDE KULLANILAN BEBEK PUDRALARINDA KANSER RiSKi



Courthouse News, ST. LOUIS – 12 Mayıs 2014

Genital bölgelerde kullanılan bebek pudralarının over kanseri riskini % 33 oranında yükselttiği ve reklam kampanyalarının riskleri belirtmediği hakkında davalar açılmıştır.

Talk (hidroz magnezyum silikat) Mohs skalasına göre dünyada bulunan en yumuşak minerallerdendir ve madenlerden çıkartılmaktadır. 12 Ağustos 1982 tarihli NewYork Times makalesinde atıfta bulunulan 1982 Cramer çalışmasının sonuçlarında genital bölgelerinde hergün talk pudrası kullanan kadınların üç kat fazla over kanseri riski taşıdığının belirlenmesinden sonra üreticilerin 30 yıldır bu riski bildiği fakat kullanıcıları sadece göze direkt temas ve ciğerlere çekilmemesi konusunda bilgilendirerek yanlış yönlendirdiği iddia edilmiştir.

Sürtünmeyi azaltması ve cildin nemini alması ile ciltte serinlik ve konfor yaratabildiği temaları ile pazarlanılan bebek pudralarındaki bu iddialar sonucu Ekim 2013 tarihinde Güney Dakota Federal Mahkemesi’ nde başlayan duruşmalar Ocak 2014’ te devam etmiş ve etmektedir.

Davalar sonuçlanana kadar üreticilerin bebeklerde banyo sonrası ve/veya alt değişimleri ile kadınlarda yumuşak ve serin bir cilt için kullanımına cesaret verdiği bebek (talk) pudralarının kullanımında dikkatli olunması kanser riski açısından önem taşımaktadır.

Zindelikler Dileriz…

11 Mayıs 2014 Pazar

YERYÜZEYi iLE TEMASI iHMAL ETMEMiZ NELERE YOL AÇABiLiYOR?



Toprak üzerinde en son ne zaman çıplak ayak ile yürüdünüz?

Topraklama ya da yer yüzeyi ile temas her birimizi daha doğal ve dengeli bir konuma yerleştirir. Dünya yüzeyinden vücudumuza geçen negatif iyonlar günlük hayatımız süresince bizlerde birikmiş olan eşleşmemiş pozitif iyonlar ya da sebest radikallleri deşarj eder ve modern teknolojinin vücudumuza attığı elektromanyetik kirliliği sonlandırır.

California Üniversitesi Hücre Biyolojisi Bölümü, Earth FX Inc., Connecticut Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nature's Own Research Association, Polonya Bydgoszcz Askeri Hastanesi Amblatuar Kardiyoloji ve Nörocerrahi Bölümleri desteğinde Ekim 2011’ de tamamlanan araştırmalarda tıbbın hastalıkların oluşmasında çevresel faktörler olarak hava, su ve toksik kimyasallara odaklı olduğu fakat dünyanın topraklama potansiyelinin daha dengeli bir biyokimyasal çevre yaratarak tüm vücut sistemlerinin çok daha verimli çalışabilmesine destek yaratabildiği sonucuna ulaşıldı.

Biyolojik saatlerimizin dengesizliği, kortizol salgılarımızın yarattıkları, bağışıklık bozukluklarımız, kronik hastalıklar ve daha birçok artan sorunlarımızın nedenlerinden biri son onyıllar boyunca dünyadan yalıtımlı yaşamamız olabilirmi? Şimdilik (ileride tüm araştırmayı detaylı bir şekilde paylaşma sözü vererek) araştırmanın bazı sonuçlarına kısaca değinip, bazı grafiklerini veriyor ve yazının sonunda sizleri içerisinde Dr. Öz’ ün bazı anılarının da bulunduğu “The Grounded” filminin linki ile başbaşa bırakıyoruz;

YERYÜZEYiNE TEMAS iLE HANGi RiSKLERi AZALTABiLiYORUZ?

1. OSTEOPOROZ
Topraklama sonucunda idrarda daha az kalsiyum ve fosfor atığı oluştuğu ve bu kayıpların önüne geçilmesinin zaman içerisinde osteoporoz oluşum riskini azaltabileceği belgelendi.

2. ENFLAMASYON
Serbest elektronların birer anti-oksidan olarak rol alabilmesinden yola çıkılarak bir elektron yetmezliği durumda bağışıklık sisteminin enflamasyon ile yeterli derecede hızlı ve hedefe yönelik savaşmasının mümkün olamayabileceği belgelendi. Kanser dahil birçok kronik hastalığın nedenlerinden biri olan enflamasyon oluşumunda serbest radikallerin elektronlar ile nötralize edilmesinin önemine dikkat çekildi.

3. STRES, DEPRESYON, KAYGI, AĞRI
Tabiki hepsi daha az…baş ağrısı ve diğer ağrılar da dahil…

4. KALP SAĞLIĞI
Dünya ile temas ritm bozuklukları üzerinde etkili oluyor ve kanınızda bir incelme yaratıyor. Evet, daha iyi bir kan basıncı ve akışı ile koruyucu bir etki olduğu üzerinde araştırmacılar hemfikir…

5. UYKU KALiTESi
Topraklama sonrası kortizol seviyelerindeki kayda değer düşüşlerin çok daha düzenli ve kaliteli uykulara destek olduğu açıklandı.

NE YAPMAMIZ GEREKiYOR?
En kolay yolu ayakkabıları atarak çimlerde, kayalarda ya da toprakta yürüyüş yapmak, çimlerde kestirmek ya da dış alanlarda meditasyon, yoga yapmaktır. Bahçede çiçekler ya da meyve/sebze ile uğraşıyorsanız birkaç dakikalığına bile olsa çıplak elleriniz ile toprakta çalışmak fark yaratacaktır.

Lütfen araştırma grafiklerine de göz atınız ve 75 dakikanızı ayırarak gerçek bir hikaye olan filmi seyretmeye çalışınız; üstten üçüncü sıradaki video ile tüm filmi seyredebileceğiniz link ise http://www.mygroundedmovie.com/

Zindelikler dileriz…

5 Mayıs 2014 Pazartesi

UMUT VERiCi MEME KANSERi AŞISI iÇiN MÜKEMMELLiK ÖDÜLÜ



Askeri tıbbın gelişimi için kurulan Henry M. Jackson Vakfı ve Uniformed Services Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ nin (USU) ortak girişimleri ile geliştirilen umut verici meme kanseri aşısı NeuVax™ 2014 yılı “Teknoloji Transferi Mükemmellik Ödülü” sahibi oldu. (24 Nisan 2014)

Ödül, San Antonio Askeri Tıp Merkezi, Cerrahi Onkoloji Şefi Albay George Peoples, M.D., ve arkadaşlarının meme kanserinin nüksetme oranları üzerinde etki gösteren aşı çalışmaları için uygun görüldü.

E75 kod adı verilen (Ticari ismi NeuVax™ -nelipepimut-S) ve HER2/neu peptidi olan aşının hastaların doğal katil hücre olarak ta bilinen sitotoksik T-hücrelerini uyararak herhangi bir seviyede HER2 belirlenen hücreleri hedefleyerek yoketmesini teşvik ettiği belirtildi. E75 peptidi ise Texas M.D. Anderson Kanser Merkezi araştırmacıları tarafından keşfedilmişti.

USU tarafından 5 yıllık takipler ile sonuçlanan faz I ve faz II denemelerinde nüksetme oranlarının % 50 azaldığının belirlenmesi sonucunda FDA tarafından NeuVax™’ a özel bir protokol ile 2012 yılında faz III onayı da verilmişti.

Aşının çalışma sistemi hakkında detaylı bilgi almak isteyenler http://www.neuvax.com/how-neuvax-works/ linkine tıklayarak ilgili videoyu seyredebilirler.

Zindelikler Dileriz…

4 Mayıs 2014 Pazar

ANTiBAKTERiYEL SABUNLARDA MEME KANSERi TEHLiKESi



Bazı üreticilerin sabun, diş macunu gibi ürünlerde antimikrobiyal ajan olarak kullandıkları “triklosan” ve “oktilfenol” maddelerinin insanlarda meme kanserine hücrelerinin gelişimini teşvik ettiklerine dair yeni kanıtlar ortaya çıkmıştır.

American Chemical Society tarafından yayımlanan Chemical Research in Toxicology’ nin 24 Nisan 2014 tarihli makalesinde meme kanserine yol açan hormonal dengesizlikler üzerinde yapılan çalışmalarda EDC adı verilen endokrin bozucu kimyasalların da hormon gibi davranabildiği ve meme kanseri hücrelerini destekleyebileceği açıklanmıştır.

Bu EDC’ ler içerisinde antibakteriyel – antiseptik sabun ve kozmetik ürünlerinde ağırlıklı kullanılan triklosan ve boyalar ile plastik ürünlerde görülebilen oktilfenol üzerinde ciddi belirsizlikler oluşması ve araştırmalarda yer alan kişilerin % 75’ inin idrarlarında bu maddelere rastlanması sonucunda bazı üreticilerin ürünlerinde bu maddelerden vazgeçmeye başladıkları da belirtilmiştir.

Kullandığınız antibaktriyel ürünler ve özellikle sabunlarda bu maddelerin bulunmamasına özen göstermenizi hatırlatır, zindelikler dileriz...

29 Nisan 2014 Salı

GECE BANYODA KIRMIZI IŞIK? ÇALAR-SAATiN EKRANI? MEME KANSERiNDEN KORUNMADA YAĞ YAKIMI VE DÜZENLi UYKU HAKKINDA BiLMEDiĞiMiZ BAZI DETAYLAR



Yağ, hormonlarınızda tahribat yaratarak kendisini yakmanızı engeller. Melatonin, serotonin ve dopamin gibi motivasyonunuz, ruhsal durumunuz, uykunuz ve açlık hissinizi etkileyen hormonlarınız arasındaki denge ise gelişiminiz ve vücudunuzun yenilenmesi için gerekli şartlardandır. Bu dengenin oluşamaması ise yağ depolanmasını yaratan nedenlerden biridir.

Düzenli uyku, tüm bu hormonların regülasyonunda önemli bir role sahiptir. Uyku döngünüzü gözden geçirmek ve mışıl mışıl uyumanızı sabote eden suçluları bulmak istiyorsanız aşağıdaki önerilerimiz yardımcı olacaktır;

1# Gece yenilen yemek ve atıştırmalıklar vücudunuzun uyku esnasındaki soğuma döngüsünü bozar ve aynı zamanda insülin seviyelerinizi yükseltir. Sonuç olarak hem hücre destekçisi melatonin hem de büyüme hormonları daha az salgılanır.
Önlem: Kestirmeye gitmeden 3 saat önce yemek yemeyi bırakınız…

2# Çok küçük miktarda bir yapay ışık bile melatonin ve dolayısı ile büyüme hormonu salgısında baskılanmaya neden olur. Işığa maruz kaldığınız süre boyunca kortizol hormonunuz da normalden yüksek seyreder.
Önlem: Kuvvetlice perdelenmiş karanlık bir ortamda uyumanız gerekir. Alarmlı çalar-saatiniz var ise ekran ışığını size bakmayacak bir yöne doğru çevirmeniz yararlıdır... Ciddiyiz

3# Yatak odanızda bulunan ve elektromanyetik alan yayıcısı tüm elektrikli cihazlar epifiz bezinin çalışma sisteminde bozukluk yaratarak melatonin ve serotonin salgısını etkilerler. Araştırmalar elektromanyetik alanların (EMF) kanser riskini yükselttiğini de göstermiştir.
Önlem: Yatak odanızda elektrikli cihaz kullanmayınız. Eğer mecbursanız aranızda en az 90 cm’ lik bir mesafe bırakmaya dikkat ediniz.

4# Uykuya gitmeden önce içilen her sıvının gece sizi tuvalete taşıma olasılığı vardır. Tuvalete çıkmanın uyku düzeninizi bozması dışında yaktığınız her tuvalet lambasının melatonin salgınızı bloke edeceğini de unutmamanız gereklidir.
Önlem: Uyumayı planladığınız saatten 2 saat öncesinde sıvı alımını bırakınız. Tuvaletinizde ise gece için mutlaka bir kırmızı ışık kaynağı bulundurunuz ve standart ışığı açmayınız.

5# Düzenli egzersizin uyku düzenine faydası herkes tarfından bilinmektedir. Gece geç saatlerde uygulanan bir kardiyo antrenmanı ise vücut ısısını yükselteceğinden melatonin salgısının blokajına neden olmaktadır. Bu antrenman sonrası beyin aktivitelerinizi canlandıran noradrenalin, dopamin ve kortizol ile de etkileşim olacağı için uykuya dalmanız da zorlaşacaktır.
Önlem: Uyumadan 3 saat önce kardiyovasküler egzersiz programını bitirmiş olmaya çalışınız.

6# Tetikleyici hormonlar olan noradrenalin ve dopamin TV şovları seyrederken ya da internette surf yaparken yükselebilir. Oysa istenen serotonin’ in dominant hale geçmesi ve uykunuzu iyileştirmesidir.
Önlem: Uykudan önce meditasyon, kitap okumak veya yazı yazmak gibi aktiviteler zihninizi sakinleştirecektir, deneyiniz.

7# Birçok kişi uyuduğu ortamın ılık olmasını tercih eder. Fazla sıcak bir ortam ise uyku halinde olan vücudun doğal soğuma döngüsünü bozacağından dolayı melatonin ve büyüme hormonu salgılarının işi zorlaşır. Uyku süresince cildinizin, kemiklerinizin, kaslarınızın yenilenmesinin ve yağ yakımınızın azalması da cabası…
Önlem: Uyku ortam sıcaklığınızın en fazla 21°C olmasına özen gösteriniz. Benzer şekilde sizi sıkı sıkı saran, kalın ve vücut ısınızı yükseltebilecek pijamalar ile ağır yorganlar kullanmamaya dikkat ediniz.

8# Melatonin’in sabah saatlerinde düşmesini sağlamanız gereklidir. Uyandığınızda karanlıkta kalmaya devam ettiğiniz sürece vücudunuzun sabah olduğuna ve kalmanız gerektiğine adapte olması zorlaşır. Gün içerisinde yüksek seviyede melatonin ile dolaşmanız size yorgunluk hissi verebileceği gibi serotonin’in düşüşüne etki etmesi ise kaygı, depresyon ve açlık duygularına yol açabilmektedir.
Önlem: Uyandığınız anda perdeleri açarak ışığın girmesini sağlayınız veya aydınlık bir ortama çıkınız.

9# American Cancer Association (ACS) yaptığı araştırmalarda günde 6 saatten az ve 9 saatten fazla uyuyan kişilerde kanser riskinin arttığını belgelemiştir. Yeni araştırmalar ise günde 7 ½ saat uyuyan kişilerin daha uzun ömürlü olduklarını göstermiştir. Bireyler arasında farklılıklar olabileceği için herhangi bir çalar-saat kullanmadan kalktığınız ve kendinizi yenilenmiş hissettiğiniz uyku süresinin normal olduğu düşünülmektedir.
Önlem: Uyku sürenizin yeterli olmadığını hissediyorsanız kendinize 7 ½ saati hedef olarak koyunuz.

10# 2005 senesinde A.B.D. de tamamlanan Ulusal Uyku Anketi’ ne katılan kişilerin % 59’ u kendilerini “gün insanı”, % 41’ i ise “gecekuşu” olarak tanımlamıştır. Uykusuzluk ve uyku apnesinin daha sık görüldüğü “gecekuşu” grubunda ayrıca bu dengesizliğin neden olduğu fazla kilo alımı da görülmektedir. Uykuda geçmesi gereken zamanlarda uyanık kalmak kortizol’ü yükselterek leptin’ i azaltmakta ve büyüme hormonunu da etkileyen bir hormonal dengesizlik yaratmaktadır. Dengenin korunması için kortizol’ ün uykunuzun ikinci bölümüne denk gelen 02:00, 04:00 ve 06:00 saatlerinde bir hafif sıçrama yapmasını teşvik eden şartları yaratmanız yararlıdır.
Önlem: Kafanızı yastığa 22:00 – 23:00 saatleri arasında koymayı planlayınız.

Zindelikler Dileriz…

8 Nisan 2014 Salı

METASTAZ ÜZERiNDE ŞEFTALi ETKiSi



Sceinceblog, 25 Mart 2014

Bu ay Journal of Nutritional Biochemistry’ de yayımlanan bir çalışma şeftali ekstratında bulunan fenolik bileşik karışımlarının kullanımı ile meme kanseri metastazının önlenmesinde fareler üzerinde başarı elde edildiği sonucunu açıklanmıştır.

Texas A&M AgriLife Araştırma laboaratuarlarında gerçekleştirilen ve birkaç sene önce şeftali ile kırmızı erik polifenollerinin normal hücrelere dokunmayarak agresif meme kanseri hücrelerini baskıladığının bulgulandığı araştırmaların devamı olan çalışma, Texas A&M Universitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Fizyoloji Departmanı işbirliği ile gerçekleştirilmiştir.

Araştırmada, MDA-MB-435 (yüksek metastatik karsinom) tipinde agresif meme kanseri hücreleri verilen farelerde oluşan akciğer metastazlarına ait marker genlerin ve metastazın birkaç hafta süre ile şeftali ekstratı verilen farelerde baskılandığı görüntülenmiştir. Araştırmacılar Dr. Luis Cisneros-Zevallos, Dr. David Byrne ve Dr. Weston Porter tarafından farelere verilen ekstratın insanlar açısından anlamının günde yaklaşık 2 – 3 şeftaliye eşit olduğu ve insanlar üzerinde yeni çalışmalara başlanması gerekliliğinin önemine dikkat çekilmiştir.

Şeftali polifenollerinin metastazı baskılamasının altında yatan mekanizmanın metalloproteinazların gen ekspresyonunun hedeflenerek modüle edilmesi ile bağlantılı olabileceğini öneren araştırmada birçok şeftali meyve türünün benzer polifenolik özelliklere sahip olduğu ve moleküler mekanizmaların tam anlaşılabilmesi için araştımalara devam edileceği açıklanmıştır.

“Bulgularımız önemlidir ve bu çalışmada şeftalide bulunan doğal fenolik bileşiklerin meme kanseri ve metastaz üzerindeki baskılayıcılığı laboratuar ortamında ortaya çıkartılmıştır. Sonraki hedefimiz bunu insanlar üzerinde onaylayacak deneyleri tamamlamak ve standart tedavileri destekleyici bir beslenme programı fırsatı elde etmektir.” – Dr. Cisneros-Zevallos.

Zindelikler Dileriz...

1 Nisan 2014 Salı

MATEMATiKSEL ONKOLOJi VE ADAPTiF KEMOTERAPi iLE BEKLENTiLERi ARTTIRMAK



Newsweek, 28 Mart 2014

Matematik, aciliyet gerektiren konular için pek kullanılmıyor olsa da Tampa Moffitt Kanser Merkezi yöneticilerinden Robert A. Gatenby tarafından onkologlar ile birlikte çalışmaları için istihdam edilen matematikçiler, hesap analiz öğrencilerinin yıllardır kullandığı diferensiyel denklemler aracılığı ile kanserin kaosunu çözmeye çalışıyorlar. Umut ettikleri ise, matematiksel modelleme ile kanserin ilerleyişini bir kasırganın hareketlerini önceden tahmin etmeye benzer şekilde belirleyebilmek.

Araştırmada yer alan matematikçilere göre kanseri gerçekten bilmiyoruz ve öğrenene kadar da tüm çabalarımız karanlığa kılıç sallamak ile benzer olacak; sanki aeorodinamik bilgisi olmadan uçak üretmeye çalışmak ve uçana kadar kanat ilave etmek gibi... Modern onkolojinin değişkenlik gösteren ilerlemeleri ise kimsenin hatası değil fakat herkesin problemi gibi gözükmekte.

Gatenby, kaybettiğimiz savaştan yorgun düşmüş ve 30 yıl sonra hiç kolay olmayan bir karara varmış; “Kanser, bizden daha zekidir ve medikal silahlanma strajimizden kaçabileceği yollar bulacaktır.”

1977 senesinde radyoloji derecesini edinen Gatenby, 1981’ de Philadelphia Fox Chase Kanser Merkezi için çalışmaya başlamış ve insan genomunda kanserin doğuşu ile ilgili en büyük ipuçlarından olan Philadelphia kromozomu araştırmacılarının evinde olma şansını bulmuştur. Günümüzde de tamamen genomik – gen biliminin kölesi durumunda olduğunu düşündüğü ilaç sektörü Gatenby’ nin ilgisini çekmemiş ve hücrelerin neden patlarcasına büyüyerek onu besleyen vücudu öldürmeye çalıştığı ana fikri üzerine yoğunlaşmayı tercih etmiştir.

Newton’ un “Hareket Yasaları” dahilinde, matematik sanki bir anahtar gibidir. Matematik zaten finans ve hava tahmin modellemelerinde fazlasıyla hassas dış kuvvetlerin hesaplanmasında kullanılmaktadır. Diğer onkologların matematiksel modellemenin deney yapamayacak kadar aptal olanlar için olduğunu veya kanserin modellenemeyecek kadar karmaşık olduğunu söylemesi Gatenby’ i durdurmamış ve tıp sektöründe formal hiçbir deneyimi bulunmayan beş matematikçi eşliğinde “Entegre Matematiksel Onkoloji Departmanı”nı kurmuştur.

“Tabiki kanser karmaşıktır fakat çok karmaşık olduğunu nasıl söyleriz? Karmaşıklık bile altında basit kurallar barındırabilir ve biz herkesin kendi küçük kanser kasırga modeli olduğunu bulmaya çalışıyoruz.” – Sandy Anderson, Matematikçi

Anderson’ un bilgisayar modellemesinde meme kanserini görüntülüyoruz. Yeşil renk seçilerek modellenmiş hücrelerin bir bulut gibi ekrana yayılmasının ardından değişik tedaviler sonrasında neler olduğunu görüyoruz; bazen yavaşlıyor ama bazen bir patlama yaşanıyor. Hastalığa bir sezgisel rasyonel yaklaşım olarak düşünülecek bu modelleme çok da kolay değil çünkü FDA tarafından onaylanan bir düzine ilacın tanının evre ve tipine göre değişebilen birçok kombinasyonu olabiliyor ve doktorlar işe yarayacağını “düşündükleri” bileşimi seçiyorlar.

“Kanser birçok patikada yol alabilir ve biyolojinin duvara çarptığı yerlerde matematik bize cevaplar sunabilir.” – Donald A. Berry, M.D. Anderson Cancer Center Biyoistatistik Departmanı, Houston.

Denklemler, eğer hastalara yardımcı olamıyorlar ise bir anlam ifade etmezler. Gatenby, 2005 senesinde başına geçtiği Arizona Üniversitesi Radyoloji Departmanında sadece kasırganın yönünü tahmin etmekle kalmayıp rotası üzerindeki şehirleri de kurtarabilme amaçlı olarak kanserin evrimi ve karsinogenez üzerindeki rolünü anlamaya çalışmıştır. Darwin’ in doğal seleksiyon kurallarının yardımcı olabileceğini uman Gatenby, kanserin hareketlerini haritalamada matematiğin yardımını tasarlamış fakat evrime istemeden yardımcı olarak, kasırgaları kanserlere bizim çevirdiğimiz sonucunda karar kılmıştır. En kötüsü de bunu hayatları kurtarmak adına yapmamızdır.

1970’lerde tarım endüstrisi sentetik kimyasal ilaçların sınırını keşfetti fakat rastgele kullanımının böceklerin çoğunu öldürdüğü halde sağ kalan azınlığın daha da güçlenerek ve zehire direnç kazanarak ortaya çıkışına neden olduğu görüldü. “Sizi öldürmeyen daha güçlü yapar” klişesinin evrimsel versiyonu olan bu süreç 23 Aralık 1971’ de başkan Nixon’ un hayata geçirdiği “Ulusal Kanser Antı” çerçevesinde yürürlüğe giren “Entegre Haşere Yönetimi” ile tüm popülasyonun yok edilmeye çalışılması yerine akıllı bir kimyasal kullanım metodu yoluyla kontrol edilebilir bir kapsam tutulması hedefine yönlendirildi. Her zaman haşereler olacaktı ve hedef maksimum kimyasal dozu kullanmak yerine daha az doz ile yayılmayı önlemekti.

Günümüzde bir kemoterapi hastasının bitmek bilmeyen döngüsü kötü hücrelerin yanında iyilerinin de öldürülmesidir. Haşere uzmanları kanser uzmanlarının göremediğini görmüş olabilirlermi? Kanser tedavisi de kolay yok edilebilen hücreleri temizledikten sonra geride kuvvetli karsinojenik savaşçılar bırakıyor olabilirmi? Direnç gösteren hücrelerin proliferasyonunu şiddetlendirmeye daha az meyilli bir tedavi şekline matematiksel bir yaklaşım bulunabilirmi?

“Kemoterapiye yaklaşımımız kanser hücrelerini birer Rambo’ ya çeviriyor.” Ariosto S. Silva, Matematikçi.

Cancer Research’ de yayımlanan Gatenby makalesi; Uyarlanabilir Adaptif Terapi’ den:
“Tümör, niteliksel olarak hızla büyümeye meyilli ve kemoterapiye duyarlı hücreler ile gelişime isteksiz ve kemoterapiye dirençli hücrelerden oluşur. Standart tedavide maksimum tolere edilebilen kemo dozunu vermek duyarlı hücreleri yok eder fakat giden bu hücrelerin bariyerinin ardında mağaralarından çıkmaları için elverişli koşul ve alanı bulan uyuyan, saklanmış ve güçlü hücreler yaratılmış olur.”

Zindelikler Dileriz...

Newsweek, 28 Mart 2014 tarihli Alexander Nazaryan makalesinden adapte edilmiştir.

Yüksek çözünürlükte imaj için  http://www.pinterest.com/pin/390265123932014830/

28 Mart 2014 Cuma

OVER KANSERi BELiRTiLERi VE RiSKLER



Over kanseri göreceli olarak nadir görünen fakat ölümcül bir kanser türüdür. Over kanserini teşhis etmek için efektif bir görüntüleme metodu bulunmadığı gibi doktorlar tarafından overleri de kapsayan pelvik kontrolleri ile de tümörü belirli büyüklüğe gelmeden yakalamak mümkün değildir. Transvajinal ultrason ve CA-125 kan testinin de kesin bir tanı sağlayamaması erken teşhis için mutlaka olası belirti ve semptomlara dikkat edilmesi gerekliliğini göstermektedir.

Over kanserinin bazı ana semptomları şunlardır;

* Abdominal basınç ve şişkinlik, doluluk hissetme,
* Pelvik bölgesinde ağrı ve rahatsızlıklar,
* Sürekli hazımsızlık, gaz ve bulantı,
* Daha sık idrara çıkma veya kabızlık gibi bağırsak fonksiyon değişimleri,
* İştah kaybı veya çok çabuk tokluk hissetme,
* Abdominal çapın genişlemesine bağlı olarak kıyafetlerin bel çevresinde sıkması,
* Sürekli enerjisiz ve yorgun hissetmek,
* Yukarıdaki semptomların zamanla daha da kötüleşmesi.

Son araştırmalar, olgun kadınlarda ovülasyon (her ay Graaf folikülünden yumurtanın atılması) sürecinde yumurta ile birlikte overden çıkan sıvının içerdiği büyüme hormonu ve diğer moleküller sebebi ile fallop tüplerine yakın hücrelerin DNA’sının zarar gördüğünü göstermiştir. Bu nedenle en ölümcül over kanserlerinin overde değil fallop tüplerinin uçlarındaki hücrelerde başladıkları gözlemlenmiştir. Bu bulgular ışığında ovülasyon sürecinin azalmasını sağlayan hamilelik, emzirme ve doğum kontrol hapları gibi unsurların over kanseri riskini düşürebildiği söylenebilmektedir. Fertilite ilaçları, menopoz sonrası horman replasman tedavisi, obezite ve ilerleyen yaş ise riski yükseltmektedir.

Over kanseri riski birinci derece yakınlıkta olan anne ve kız kardeşlerde over kanseri tanısı olması halinde üç kat artmaktadır. Normal popülasyonda % 1.4 olan risk, aile geçmişinde BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonu olan popülasyonda ise hayat boyu % 15-40 aralığında seyretmektedir.

Çoğunlukla sindirim problemi olarak düşünülüp gözardı edilen over kanseri semptomlara karşı daha dikkatli olmanız dileği ile zindelikler dileriz...