29 Eylül 2013 Pazar
MEME KANSERiNDE TiROiD SAĞLIĞININ ÖNEMi
Bir kadın için hayatının herhangi bir sürecinde tiroid fonksiyonunun optimal seviyelerde bulunması oldukça önemlidir. Hipotiroid ya da tiroid otoimmün durumu ise (örneğin ; haşimoto tiroidi) bir sağlık sorununa meydan okurken size gerekecek olan enerji, kilo kontrolü, uyku ve toparlanma gücünüzü olumsuz yönde etkileyecektir.
Meme kanseri cerrahi müdahale ve tedavi öncesi tiroid sağlık testi yaptırmanın önemi kadar tedavi sonrasında metabolizmanın birçok farklı noktasının sağlığı üzerine odaklanırken tiroid fonksiyonalitesini ihmal etmemek de bir o kadar önemlidir.
Radyoterapi ve kemoterapinin toksisitesi tiroid fonksiyon ve bezleri ters yönde etkileyerek Haşimoto hastalığını tetikleyebilmektedir. Hormonal bir bez olmasının dışında tiroid aslında bir kan filtresidir ve kanda bulunan kimyasallar ile toksinler çalışmasını büyük ölçüde etkilemektedirler. Rutin kan testlerinizi yaptırırken doktorunuzun da onayı ile TSH, T4, T3, rT3 ve TPO antikor testlerini ilave ettirerek tiroid kontrolü yaptırtmanız tedavi sonrası optimal sağlığınız açısından yarar getirebilmektedir. Testler sonrasında görülebilecek hipertiroid, hipotiroid, otoimmün veya guatr benzeri durumlarda doktorlarınız uygun tedavi şeklini belirleyecekler ve tiroid sağlığınızı optimal düzeye çıkartacaklardır.
SiZ TiROiD SAĞLIĞINIZA NASIL KATKIDA BULUNABiLiRSiNiZ
Beslenmenizde yaratacağınız değişiklik ilk ve en önemli adımdır. Gluten içeren besinlerden uzak durmak ve mümkünse mandıra ürünlerini oldukça azaltmak gereklidir. Buharda pişirilmiş brokoli, Brüksel lahanası, karnabahar ve lahana tiroid fonksiyonalitenizi destekleyecektir.
Bağırsak mukoza bariyeri ve florası hormonlar, bağışıklık sistemi ve sağlıklı kan üretimi açısından koruyucularımızdandır. İlaç tedavisi, radyoterapi, stres ve uyku sıkıntıları gut üzerinde olumsuz etki oluşturarak bazı besinlerin içeriye sızmasını kolaylaştırırlar. Bunun sonucunda ise enflamatuar özelliklere sahip olan gluten ve mandıra ürün molekülleri tiroide meydan okumaya başlar ve bağışıklık sistemini de gereksiz yere meşgul ederler. Halbuki bağışıklık sisteminizin tamamı sizlere medikal görüntüleme sistemlerinin tesbit edemeyeceği boyutlarda kanınızda dolaşıyor olabilecek kanser hücrelerinin yok edilmesi için HAYATi anlamda gereklidir. Doktorlarınızın onayı ile kullanabileceğiniz probiyotikler, aloe vera ve selenyum gibi takviyeler ile bir sağlık destek uzmanı yardımı ile deneyebileceğiniz homeopatik detoksifikasyon yöntemleri bu koşullarda yardımcı olabilmektedir.
Sonuç; Kanserin stres yükü ve kimyasal toksisitesi adrenal bezlerinizle de iletişimde olan tiroid fonksiyonlarınızda karmaşa yaratabilmektedir. Tiroid sağlığınızın en üst seviyelerde tutulması ise sizlere enerji, ruh hali, toksinlerden arınma, uyku ve hafıza/mental güç açısından büyük destek sağlayabilmektedir. Fizyolojik sağlığınıza yeniden denge getirme sürecinde rutin kontrol ettirdiğiniz metabolik noktalar arasına tiroidi katmanız tahmin etmediğiniz kadar yarar sağlayabilmektedir. Unutmayınız; kanser enflamasyon ile yakın ilişkilidir.
Zindelikler Dileriz…
28 Eylül 2013 Cumartesi
KANSER VE iŞ PSiKOLOJiNiZ; YENiDEN iŞ SÜRECiNE UYUM
İş
hayatından ne kadar uzak kalırsanız kalın, tedaviniz bittiği andan
itibaren her şeyin bir an önce normale dönmesini isteyeceksinizdir.
Patronunuz ve iş arkadaşlarınız da sizden aynısını bekleyeceklerdir.
Fakat kanserin ağır ve hayat-değiştirici etkileri nedeni ile birçok kişi
gibi sizde iş davranış ve önceliklerinizin değişmiş olabileceği gerçeği
ile yüzleşebilirsiniz. Eğer işinize kaldığınız yerden devam etmek için
hala duygusal ve fiziksel olarak yetkin olmadığınızı düşünüyorsanız
aşağıdaki önerilerimizi dikkate alabilirsiniz;
YAVAŞLAYINIZ
Çılgın tempolu işiniz size meydan okumaya başlıyorsa multi-task (çok
görevli) işler yerine tek anda tek bir işin sorumluluğunu almaya
çalışınız. Acil olmayan e-mail ve telefonlara geri dönüşünüz normalden
uzun sürüyorsa bu durumu normal karşılayınız. Bu geçiş periyodu
süresince kendinizi eski “siz” ile kıyaslamadan işinizi yeniden
yapabileceğiniz konusunda kendinizden emin olmanız üzerindeki stresi
azaltacaktır.
MOLALAR ALINIZ
Kendinizi kesinlikle
zorlamayınız ve vücudunuzu dinleyiniz. Rutin öğle yemeği molanız dışında
ufak ek molalar almaya çalışınız. Mümkünse 10 dakikalığına bile olsa
yapacağınız bir yürüyüş süresince alacağınız taze hava zihninizi
berraklaştıracak ve enerji seviyelerinizi yükselterek dönüşte masanızda
bekleyen işlere daha iyi odaklanmanızı sağlayacaktır.
ÖNCELiKLERiNiZi YAZINIZ
En önemli görevleri bir liste halinde yazınız ve üst sıradakileri
bitirmeye odaklanınız. Çalışma ortamınızda iyi hissetmediğinizde
öncelikleri tekrar okuyunuz ve “BAŞKA KiŞiLERiN HAYALi YA DA
GÜNCEL,GERÇEKDIŞI BEKLENTiLERiNi YAŞAMAK ZORUNDA DEĞiL, SADECE
LiSTENiZDEKiLERi BiTiRMENiZ GEREKTiĞiNi” kendinize hatırlatınız.
ALIŞTIĞINIZ ORTAMA ODAKLANINIZ
Tedavi sürecinde işiniz ile ilgili hedeflerinizin değiştiğine ve artık
yeni bir kariyer planı yapmanız gerektiğine inanıyorsanız bile yine de
bir müddet eski pozisyonunuzu korumaya çalışınız. Yeni bir ortam yerine
alışık olduğunuz bir işyeri içerisinde kazanacağınız özgüven gelecekte
yapacağınız yeni bir potansiyel iş görüşmesinde size meydan okuyabilecek
konuları azaltacaktır.
Zindelikler Dileriz.
26 Eylül 2013 Perşembe
METASTATiK KANSERDE YENi BiYOPSiNiN ÖNEMi
METASTATiK KANSERDE YENi BiYOPSiNiN ÖNEMi
Kanser gibi medikal bir durumun varlığını gösteren fizyolojik
karakterleri belirleyen maddeye “marker” adı verilir. İlk tanıdaki meme
kanseri tümör reseptörü (markeri) ile nükseden metastatik oluşumun
tümör reseptörü arasında gözlemlenen farklılıklar ise yeni tedavinin
şekillenmesinde büyük fayda sağlarlar.
Metastatik teşhisin
biyopsisinde östrojen reseptörünün pozitiften negatife veya HER2
reseptörünün negatiften pozitife dönüşebildiği gözlenmiştir. Bu
değişime yol açan nedenler arasında ilk görüntülemedeki hata ve
yanılgıların yüzde kaçlık bir bölümü oluşturduğu kesin olarak
bilinmemekle birlikte San Antonio Meme Kanseri Sempozyumundaki sunumlar
değişimin tahmin edilenden fazla olduğunu kanıtlamıştır. Bu nedenle
metastatik bölgeden alınacak tümörün biyopsisi kesinlikle önemlidir ve
doktorlarınızın yeni tedavi planında yararınıza bir farklılaşma
yaratabilmektedir.
Zindelikler Dileriz
Kaynak : Nakamura R, et al. Cancer Res. 2010; 70 (Suppl.); 296s
25 Eylül 2013 Çarşamba
KANSERiN UZUN KUYRUĞU VE “YENi NORMAL” HAYATA YOL HARiTASI
Kemoterapi sonrası aile, arkadaşlar ve iyi bir dilek dilemek isteyen dostlardan duyulan söz genellikle şudur; “Şükürler olsun.. Artık bitti.. Hayatına kaldığın yerden devam edebilirsin...”
Evet kemoterapi bitmiş olabilir fakat tedavi edilen kişi bilir ki; sonraki yol çok da düz ve belirgin değildir. Arkadaşlar ve yardımcı olmak isteyen hasta yakınlarının hiç unutmaması gerekenler ise artık bazı değişiklikler oluşmuş olduğudur...
ENGEBELi HAYATA GPS
Cerrahi müdahalae, kemoterapi ve radyoterapi sonrasındaki “Yeni Normal” kavramı nedir? Kanserin tipine ve tedavi bölgesinin lokasyonuna bağımlı olsa da bu kavramı tam olarak anlayabilmek için tedavinin bazı geri tepkilerine göz atmak gereklidir;
KEMO BEYiN
Uzun yıllardır önemsiz gibi gösterilmiş olsa da yakın zamanlı araştırmalar “kemo beyin” kavramının kanser tedavisi sonrası deneyimlenebildiğini kanıtlamıştır. Kentucky Üniversitesi Chandler Tıp Merkezi ve Moffit Kanser Merkezi kemoterapi veya radyoterapi tedavisi gören 313 kadın üzerinde araştırma yapmışlar ve bu araştırma sonuçlarını yaşlara göre ayrıştırarak kanser dışı hastalık tedavisi gören bir kontrol grubu ile kıyaslamışlardır. Her iki grup tedavi sonrası 6. ve 36. aylarda beyin işlev hızı, yönetimsel fonksiyonalite ve kelime ile ifade etme becerisi açısından değerlendirilmiş ve kemoterapi grubu sonuçlarının daha olumsuz olmasının yanı sıra radyoterapi grubunun da yakın olumsuz sonuçlara sahip olduğu açıklanmıştır. Kanser dışı hastalık tedavisi gören kontol grubunda bilişsel fonksiyonlar zaman içerisinde tekrar gelişim gösterirken her iki kanser tedavi grubunda ise gelişme görülmemiştir.
Diğer araştırmalarda ise bazı tiürde MEME KANSERinin kemoterapi kombinasyonunda kullanılan cyclophosphamide, methotrexate, and 5-fluorouracil’ in “kemo beyin” etkileri gözlemlenmiştir.
FARKLI KEMOTERAPİ KOMBiNASYONLARININ FARKLI ORGANLARA ETKiSi
Kemoterapi kanser hücrelerini yok etmek için uygulanıyor olsa da değişik organların hücreleri üzerinde de zararlı etkileri bulunmaktadır. Örneğin meme kanseri ve daha pek çok benzer tedavi için kullanılan Adriamycin kalp kası hücrelerine hasar verebilmektedir. Uzun zamanlı etkileri arasında zayıf bir kalp ve ortalama % 10 luk bir grupta infertilite sonuçları görülmüştür.
Bir başka kemoterapi ajanı Cisplatin işitme sistemi, böbrekler ve mesane bölgelerine zarar verebilmektedir. Cytoxin veya cytophosphamide ise ikincil kanser yaratabilme riski taşımaktadır.
Birçok kemoterapi şekli el ve ayaklarda uyuşukluk, hisssizlik ve yanma yapabilmekte, uzun süreli kabızlık ve kronik yorgunluğa sebep olabilmektedir. Diyabet riski ise oldukça yükselmektedir.
DEPRESYON VE KORKU
Kanser tedavisinden sadece vücut değil düşünce ve akıl sistemi de etkilenmektedir. Birçok kişide nüksetme korkusu uzun süre yok olmamakta, diğerlerinde ise depresyon oluşabilmektedir. Dolayısı ile bir aile bireyi, arkadaş veya dosta kanser süreci ve tedavisi sonrasında destek olmak ya da destek bulmasına yardımcı olmak o kişinin iyileşme sürecinde hayati bir anlam taşımaktadır.
NASIL DESTEK OLMAK GEREKiR?
Siz, sevdiğiniz kişi için herşeyin eskisi gibi olmasıni istemekte çok hevesli olabilirsiniz fakat anlamanız gereken en önemli nokta artık bir “değişim” olduğudur. “Yeni Normal”e ulaşmak öncelikle yeni bir normalin olduğunu kabul etmekle başlamaktadır. Hayat değişmiştir ve sevdiğinizin iyileşme sürecine destek bu değişikliği görmek ve ona göre davranmaktır. Yeni normali kabulleninceye kadar kanser tedavi darbesinin uzun süre sevdiğinizle ve sizinle birlikte olabileceğini bilmek ve yeni hedefinize ulaşacağınız yolu mümkün olduğunca düz ve engelsiz hale getirmek verebileceğiniz en büyük hediye olacaktır. Evet... “Kanserin Uzun Bir Kuyruğu Vardır.”
Zindelikler Dileriz...
20 Eylül 2013 Cuma
MEME KANSERi RADYASYON TEDAViSi TERS YÖNEMi DÖNECEK?
Radyasyon
terapisi yüksek enerjili ışınlar ile meme kanseri hücrelerine karşı
savaşmakta fakat bu ışınların kalp ve akciğerlerin sağlıklı dokularını
hedef alabildikleri de görülmektedir. Kronik kalp hastalıklarından
öksürüğe kadar uzanan yan etkileri engellemek için ise araştırmacılar
tedavi şekillerini geliştirme üzerine çalışmalara devam etmektedirler.
“Journal of the American Medical Association” da 5 Eylül 2013 tarihinde
yayınlanan araştırmada New York Üniversitesi Tıp Fakültesi NYU Kanser
Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Direktörü Dr. Silvia Formenti, % 79’ u
invazif meme kanseri tanısı almış (yarısı sol, diğer yarısı sağ meme) ve
yaş ortalaması 56 olan 400 hasta üzerinde (her iki pozisyonda da)
yaptıkları BT simülasyonlarında yüzleri üzerine yatan hastaların akciğer
ve kalplerini sırt üzeri yatanlara göre radyasyondan daha fazla
koruduklarının belirlendiğini açıklamıştır. Tüm hastalarda akciğerler
radyasyondan daha fazla korunurken, sol tarafından tedavi gören
hastalarda ayrıca kalbin de korunduğu belirtmiştir. Nispeten daha ufak
meme boyutuna sahip olan % 15 oranındaki hanımlarda ise pozisyon
değişimlerinde belirgin bir fark görülmemiştir.
Duarte,
Kaliforniya’ da bulunan “City of Hope” İleri Kanser Kliniği Radyasyon
Onkolojisi Profesörü Dr. Nayana Vora ise araştırmaya katılanların sadece
% 15 lik bir bölümünün lenf nodu problemleri olduğunun altını çizerek
sırt üzeri pozisyonlamanın kanserin lenf nodlarına sıçramadığı
durumlarda daha iyi sonuç vereceğini düşündüğünü belirtmiştir.
Daha fazla katılımlı yeni araştırmalar ile kanıtların
sağlamlaştırılması ve bu pozisyonda da hastalara sırt üzeri yatmanın
konforunun sağlaması için çalışmalara başlanması gerekliliği çalışma
yazarları tarafından not edilmiştir.
Zindelikler Dileriz…
19 Eylül 2013 Perşembe
SOĞUK ALGINLIĞI, GRiP VE MEME KANSERi TEDAViSi
Yılın
bu zamanı burun çekme, öksürük, ateş, kırgınlık ile başlayan
problemleri getirmektedir. Bunun yanısıra aynı zamanda kemoterapi de
alıyorsanız gerçekten dikkatli olmanız gereken noktalar da var demektir.
Kemoterapi bağışıklık sisteminizi farklı şekillerde etkiler. Bilinen
etkilerinden biri olan kırmızı ve beyaz kan hücrelerindeki belirgin
düşüş yüksek ateşe yol açabileceği gibi bazen hospitalize edilmeyi de
gerektirebilir. Eğer çevrenizdeki soğuk algınlığı ve grip taşıyan
kişiler ile temasınız oluyorsa ciddi bir şekilde hastalanmayı da göze
almanız söz konusudur.
Neler yapabilirsiniz?
* EN ÖNEMLi konulardan biri grip aşısıdır. Kemoterapi tedavinizin hangi
bölümünde olursanız olun onkoloğunuz ile aşı olmanız konusunu MUTLAKA
konuşunuz.
* Çocuklardan kesinlikle uzak durunuz çünkü sağlıklı göründükleri halde soğuk algınlığı veya grip taşıyor olabilirler.
* Bebekler ve tanımadığınız kişiler ile yakın temasınız oluyor ise mutlaka maske takınız.
* Uçak yolculuklarında çevrenizde öksürebilecek, hapşırabilecek
kişilerden korunmak için de maske kullanınız ve yakın koltuklarda
gözlemlediğiniz bu tip bir yolcu bulunuyor ise uçak personelinden
yerinizin değiştirilmesini talep ediniz.
* Ellerinizi takıntılı, saplantılı bir kişymiş gibi devamlı YIKAYINIZ, YIKAYINIZ, YIKAYINIZ.
* Bazı kemoterapi ilaçları ile etkileşimde bulunabileceği için C
vitamini tabletleri kullanmayınız fakat mutlaka C vitaminini doktorunuza
danışarak sağlıklı ve vitamin zengini yiyeceklerden yeterli miktarlarda
almaya çalışınız.
* Evinizdeki ecza dolabınızda antibiyotik stoğu
tutmak gibi bir alışkanlığınız varsa ve kemoterapinin herhangi bir
sürecinde kendinizi soğuk algınlığı kapmış gibi hissederseniz SAKIN bu
antibiyotikleri kullanmaya kalkışmayınız ve HEMEN onkoloğunuzu arayınız.
Antibiyotiklerin bakterilere karşı kullanıldığını fakat grip gibi
hastalıkların virüsler tarafından oluşturulduğunu ve gereksiz yere
kullanacağınız antibiyotiklere karşı vücudunuzun direnç kazanmasının
ilerideki bir zamanda bu ilaçların sizde işe yaramamasına yol
açabileceğini unutmayınız.
* Bütün gün uzanıp yatmaya kalkışmadan yeterli derecede dinlenerek metabolizmanızın kendisini tekrar şarj etmesini sağlayınız.
* Sağlıklı ve fit olmak için egzersiz yapmaya mutlaka vakit ayırınız.
Zindelikler ve hastalıksız bir kış dileriz...
©1996-2012, Johns Hopkins University & License agreement with Yahoo! Inc. http://health.yahoo.net/ ‘ ten özetlenerek tercüme edilmiştir.
HASTA BiR ARKADAŞINIZ SiZDEN DÜŞÜNDÜĞÜNÜZDEN FARKLI KELiMELER BEKLiYOR OLABiLiRMi?
Kronik bir hastalık ile savaşan bir arkadaşınıza “savaş, bırakma, sen bu hastalıktan güçlüsün, kazanmasına izin verme.” gibi basit cesaret verici kelimeler ile ulaşmaya çalışmak kolay bir yaklaşım örneğidir. Fakat böyle bir hastalık ile yaşayan kişiler için kelimeleriniz aslında rahatsız edici de olabilmektedir.
Şöyle bir düşünüldüğünde hastalığa duygusal olarak uyum sağlamanın en az fiziksel değişikliklere alışmak kadar zor olduğu anlaşılabilmektedir. Genellikle verilen tavsiyeler hayatın karmaşasını yargılamak ile kişiyi acı, kaygı ve fiziksel değişimin ritmine alıştırmak arasında konumlandırılsa bile şefkat ve endişe paylaşımından yoksun seçilmiş kelimelerin farklı işitilebileceği unutmamalıdır.
Genellikle arzu edilenleren biri karşıdaki kişinin verilen çabanın ve elinden gelenin yapıldığının farkına varması ve onaylamasıdır. Başka bir hastanın benzer sorunun üstesinden değişik metodlar ile kolayca geldiğinin örnek verildiği sorunu küçümseyici klişe cevaplar yerine çekilen acıyı ve harcanan hertürlü eforu onaylayarak endişe ve kaygıları paylaşmak daha akılcı bir çözümdür.
Bazı hastalıklar toplumda sadece yaşlılara mal edilir ve “Bunu yaşamak için çok gençsin !” gibi cümleleri duymak karşınızdaki kişinin hayal kırıklığını arttırıcı etki yapabilir. Rahatsız edici olabilen bir başka tavsiye de karşınızdaki kişiyi kendisini meşgul edecek birşeylerle uğraşmasının ona iyi geleceği hakkındaki yorumlarınızın zamanlamasına dikkat etmemenizdir çünkü bazı durumlarda karşınızdaki kişinin enerjisi bir süreliğine azalabilir, dinlenmesini gerektirebilir ve bu zaman dilimi o kişinin denge sürecidir.
Her ne kadar cesaret verici olduğunu düşünseniz de söylediğiniz cümlelerin kronik bir rahatsızlık geçiren arkadaşınızın uzun zaman boyunca birçok kez duymuş olabileceği cümleler olduğunu da göz önünde bulundurmanız gereklidir. Hakkında konuştuğunuz konunun karşınızdaki kişi tarafından daha iyi bilinmediği ya da önceden denenmediği konusunda emin olmadan bir konferans tonu kullanmanız sadece negatif duygular uyandıracaktır.
BiR ARKADAŞINIZI NASIL CESARETLENDiREBiLiRSiNiZ?
Öncelikle kendi hayatınızda karşılaştığınız travma, kayıp, yas gibi olaylar sürecinde arzu ettiklerinizi bir düşünün... Eğer size “başedebilmek” ile ilgili bir kitap uzatan arkadaşınız olsaydı muhtemelen kitabı kendisine fırlatmak isterdiniz. Oysa yanınızda olan, duygularınıza ve yaşadıklarınızın gerçekliğine inanan bir arkadaşınızın değeri ölçülemeyecektir.
Fiziksel olarak zayıf olduğu zamanların üstesinden gelmek için sebat etmesi gereken arkadaşınızın duygusal olarak çok güçlü kalması gereklidir. Başı dik ve umut dolu olarak hastalıkla savaşmaya çalışan bir kişiyi sadece dinlemeye çalışınız ve herzaman yanında olacağınızı hissettiriniz. Hiçbir şey yapmadan sadece oturmak istiyorsa birlikte oturunuz, test sonuçlarını birlikte bekleyebileceğinizi söyleyiniz, kendisi dinlenirken çocuklarına bakabileceğinizi hissettiriniz, birlikte yemeğe çıkınız fakat konuşurken lütfen dikkatli olunuz ve incitebileceğinizi unutmayınız.
Zindelikler Dileriz...
12 Eylül 2013 Perşembe
BESiN TÜRLERi VE ALKALi / ASiT DEĞERLERi BÖLÜM 1 – MEYVELER VE ÇiÇEK POLENLERi
BÖLÜM 1 – MEYVELER VE ÇiÇEK POLENLERi
Meyveler, bitkilerin üreme için gerekli tohumlarının bulunduğu
yenilebilir bölümleridir. Kesinlikle besinler içerisindeki en büyüleyici
tür olan meyvelerin asit ve alkali değerleri çok büyük değişiklikler
gösterir. İçerdiği mineral dereceleri baz alınarak bir kısmı alkali, bir
kısmı nötr ve bir kısmı da asidik olarak sınıflandırılırsa da hiçbir
meyvenin asit değeri bir et, tahıl yada fıstık gurubu kadar yüksek
değildir.
ALKALi MEYVELER
Bir çelişki oluşturacak şekilde bazı alkalik meyvelerin sitrik asit
gibi kuvvetli asidik içeriğe sahip olduğu bilinse de aslında bu meyveler
vücutta nötralize edilerek ortaya alkali mineraller çıkartırlar.
Alkali meyvelere örnek gösterebileceklerimiz olarak;
Keçiboynuzu,
zeytin, incir, papaya, ananas, rambutan, greyfurt, limon, lime,
portakal, mandalina, üzüm (çekirdekleri ile), kiraz, vişne, nar,
böğürtlen, çitlembik, ahududu, frenkinciri, kızılcık, kivi, bamya ve acı
şili’ yi sayabiliriz.
NÖTR MEYVELER
Kavun, karpuz,
elmalar, dolmalık biber, salatalık, domates, mango, çilek, yaban
mersini, şeftali, kayısı, nektarin, guava, balkabağı ve noni bu gruba
dahil olanlardan bazılarıdır.
HAFiFÇE ASiDiK MEYVELER
Muz, avokado, hurma, üzüm (çekirdeksiz), kuru meyveler, dut, erik ve şerimoya sayılabileceğimiz bazı asidik meyve türleridir.
ÇiÇEK POLENLERi
Çiçeklerden gelen besinlerin üstün besleyici özellikleri buılunmaktadır
ve salatalar üzerinde mükemmel sonuçlar verirler. Örneğin çiçek
polenleri içerdiği iz mineral ve ultra yüksek kaliteli protein ile taze
tüketildiğinde bir süper besindir. Genellikle sağlık ürünleri satan
mağazalardan temin ettiğimiz polenlerin çabuk bozulma ihtimali yüksek
olduğundan tüketilmeden önce bir bardak suya atılarak tazeliğinin test
edilmesi önemlidir. Eğer bir bardak suya atılan polen örnekleri su
içerisine batar ise taze, eğer su üzerinde yüzüyor ise bayat kabul
edilir.
Devam edecek...
10 Eylül 2013 Salı
DÜZENLi CHECK-UP’ LARNIZI iHMAL ETMEMENiZ VE YENi SEMPTOMLARI DOKTORLARINIZA RAPORLAMANIZ METASTATiK MEME KANSERiNiN ERKEN TEŞHiSiNDE ÖNEMLiDiR
Bütün kanser türlerinin yayılma potansiyeli ve metastatik oluşuma etki eden birçok faktör vardır. Örneğin; meme kanserinin kemik, karaciğer, akciğer ve beyinde metastaza yol açmasına benzer şekilde farklı kanser türlerinin belirli bölgelere yayıldığı görülmektedir. Bazen metastatik tümör ana tümörden daha önce belirti vererek ilk önce de teşhis edilebilmektedir.
Kanser hücrelerinin agresiflik derecesi, kanserin bünyede bulunma süresi , tümör oluşumu kan desteği olmadan gelişemeyeceği için kanser hücresinin yeni tutunduğu lokasyonda kolay kan bağlantısı sağlayabilme kapasitesi ve ilk tümörün bulunduğu bölge gibi faktörler metastaz oluşumunda etkilidir.
Birçok kişide metastazı belli eden semptomlar erken görülmeyebilir veya farkına varılacak şiddette ve sayıda olmayabilir. Bu nedenle metastatik kanser genelde rutin kontrol ve testler sırasında ortaya çıkmaktadır ve doktorlarınızın öngördüğü kontrollere tamamen uymanızın hayati önemi bulunmaktadır. Yine de metastaz alanının ebadı ve lokasyonuna bağlı olarak aşağıdaki semptomlar dikkatinizi çekip erken teşhis şansı oluşturabilmektedir;
* KEMiKLERDE METASTAZ : Kemik ağrıları (genellikle sürekli hafif donuk bir ağrının aralıklarla keskin acı vermesi şeklinde), kırılma, çatlamalar, kanda yüksek kalsiyum seviyeleri ve sinir yada omurilikte baskıya bağlı batın bölgesi ve bacaklarda uyuşukluk, hissizlik ve güçsüzlük şeklinde fark edilebilir.
* BEYiNDE METASTAZ : Başağrısı, odaklanma, denge ve koordinasyon problemleri ile nöbet veya felç gibi kendisini belli edebilir.
* KARACiĞERDE METASTAZ : Batın ağrısı, bu bölgede şişme veya sarılık şeklinde hissedilebilir.
* AKCiĞERLERDE METASTAZ : Öksürük ve nefes kesikliği şeklinde belirti verebilir.
Bir semptomu doktorunuza raporlarken mümkün olduğunca detaylı tarif etmeniz önemlidir. Karşılaşılan semptomların sıklığı ve şiddeti hakkında notlar tutmak doktorunuzla tartışırken yardımcı olabilmektedir.
Zindelikler Dileriz…
ÜÇLÜ NEGATiF TÜRDE “iKiNCiL” KANSER TANISINDA TAMOKSiFEN UMUDU
Bilindiği
gibi meme kanserlerinin ortalama olarak % 15’ ini oluşturan “Üçlü
Negatif” türde meme kanseri hiçbir reseptör (östrojen, progesteron ve
HER2) bulundurmamaktadır ve tedavi olarak kemoterapi hedeflenmektedir.
Yeni araştırmalar ise “Üçlü Negatif” türde bulunmadığı düşünülen
östrojen reseptörünün iki farklı formu bulunduğunu göstermiş ve
araştırmacılar Şubat 2013 tarihi itibari ile 20 mg tablet tamoksifenin
üçlü negatif türdeki meme kanserinin metastatik ya da ikincil oluşum
riski üzerindeki etkilerini incelemeye alacak klinik denemelere
başlamışlardır.
İki değişik
formdaki östrojen reseptörleri; Östrojen Reseptör Alfa (ER α) ve
Östrojen Reseptör Beta (ER β) dır. Araştırmalar sonucunda üçlü negatif
meme kanserlerinin % 20’ sinin ER β (+) pozitif olarak bulunması uzun
yıllardır hormon pozitif meme kanseri terapisinde kullanılan
tamoksifenin ER β pozitif reseptörü bulunan üçlü negatif meme kanseri
türünde de efektif olabileceği teorisini oluşturmuştur.
İkincil
kanser tanısı konulan üçlü negatif meme kanseri hastalarından tümör
örnekleri yeniden patalojik incelemeye alınarak ER β + olarak
değerlendirilen gurupta yer alan ve kemoterapi ve/veya radyoterapi uygun
görülmeyen kadınlar 10 değişik hastanede ilk klinik denemelere
alınmıştır. Daha geniş guruplar ile çalışılması ve ayrıca ER β +
(pozitif) erken evre üçlü negatif meme kanseri tedavisi üzerinde de
araştırmalara başlanması için (SORBET) klinik deneme sonuçları
beklenmektedir.
Zindelikler Dileriz…
9 Eylül 2013 Pazartesi
MODERN BUĞDAYI NEDEN TÜKETMEMELiYiZ BÖLÜM – 1 -
Modern buğday toksik bir maddedir. Buğday endüstrisi tarafından içerikleri açısından faydalı olduğu iddia edilse de buğday sofralarımıza birçok sağlık riski ile birlikte gelmektedir. Nörolojik bozukluk, bunama, kalp hastalıkları, katarakt, diyabet, arterit, iç organlarda yağlanma ve diğer birçok toleranssızlığa yol açan buğday, mısırdan sonra 700 milyon ton üretim ile dünyada ikinci sıradadır. Fakat dünya üzerindeki ticari yiyecek ürünlerinde bulunması açısından ana yemeğimiz sayılabilir.
Tarihte buğdayın farklılaşmasına bir göz atarsak aslında antik buğdayın besleyiciliğine saygı duymamız gerekir. Bununla beraber modern hayatta “buğday” diye tükettiğimizin bu antik atası ile pek fazla bir ilgisi yoktur. Modern tarımın üründen en fazla verimi elde etme gayretleri ile hibritleşmiş modern buğday tamamen değiştirilerek prehistorik genetik konfigürasyınundan kopartılmış, en naturel ve rafine edilmemiş hali bile genetik çizgisinin besleyiciliğine göre % 30 dan fazla değer kaybetmiştir. Doğanın buğday için yarattığı denge ve oranlar modifiye edilmiş, insan sindirim ve fizyolojisinin kolaylıkla adapte olamayacağı bir çerçeveye oturtulmuştur. Buğdayın yararlı olduğunu savunan sağlık uzmanlarının birçoğu da modern buğdayın yetiştirilmesinden tüketilmesine kadar geçen süreçteki evrimden habersizdir.
Buğdayın çoğunluğu % 60 ekstraksiyona uğramış ve ağartılmış beyaz undur. % 60 ekstraksiyon standardının anlamı buğdaydaki orijinal tohumun % 40 lık bölümünün ayrılması işlemidir. Yani zaten modifiye ve hibridize edilmiş buğdayın kalan besleyiciliğinin de % 40 ı alınmaktadır. En üzücü aynı ise bu ayrılan kısmın aslında en fazla besleyici vitamin ve mineralleri içeren tane ruşeymi ve kepek bölümleri olmasıdır. % 60 ekstraksiyon işleminde B1, B2, B3, E, folik asit, kalsiyum, fosfor, çinko, bakır, demir ve lif içeriğinin de % 50 si kaybolmaktadır.
Bazı uzmanlar eğer % 100 tam buğday ürünleri tüketirseniz kepek ve tanelerininde içerisinde kalacağını ve sağlığa “daha” faydalı olacağını söylemektedirler. Bu tanımlama da buğday endüstrisi tarafından benimsetilmiş olup % 100 tam buğday ürünleri buğday tane ruşeymi ve embriyolarının kimyasallar, gama ışınları ve mutasyonları tetikleme görevindeki x-ışınları ile deformasyonu ile üretilmektedir.
Buğdayda bulunan küçücük bir kimyasal olan WGA (BRA-Buğday Ruşeymi Aglutinin) günümüz buğdayında antik atalarından çok farklılaşmış halde ve buğdayın baş edilmesi zor etkilerinden sorumlu olarak bulunur. Pro-enflamatuar, kardiotoksik, nörotoksik ve imünotoksik etkileri bulunan modern BRA'nın en önemli sorunu hayat kalitemiz ile yaşam uzunluğu beklentimizi biz farkına varmadan düşüren “lektinler” dir. “Eşsiz” özelliklere sahip bir diğer bileşen olan Amilopektin sayesinde de iki dilim modern “tam buğday” ekmeği kan şekerimizi birçok şekerli bardan daha fazla yükseltebilmektedir.
Devam edecektir…
8 Eylül 2013 Pazar
METASTATiK KANSERDE VERECEĞiNiZ KARARLARDA FARKINDALIK
Metastatik kanserde geleceğinizi etkileyen birçok karara imza atmanız gerekecektir. Zor olan bu kararları vermenizde size yardımcı olacak bazı ipuçlarına göz atmak faydalıdır;
* Doktorunuz sizin için en uygun tedavi seçeneklerini sunacaktır. Emin olmadığınız bir nokta olduğunda anlamadığınızı ifade ederek farklı şekilde anlatılmasını isteyiniz.
* Kendi vakanız ile diğer bir kişinin durumunu kıyaslamayınız. Unutmayınız ki; kanser aynı tanıya sahip olsa bile her kişide farklıdır.
* Araştırmalar ilk ve son duyduğunuz seçeneklerin akılda en fazla kalanlar olduğunu göstermektedir. Seçenekleri düşünüp karar verirken tüm opsiyonlar için eşit zaman ayırmaya dikkat ediniz.
* Doktorunuzun hem yetenekli hem de sizi önemseyen bir kişilikte olup olmadığına karar veriniz. İkinci bir görüş veya farklı bir medikal profesyonel arayışından korkmayınız.
* Verdiğiniz kararlar bir taş tablet üzerine yazılmayacaktır. Yanlış bir karar verdiğinizi düşünüyorsanız tedavinizin herhangi bir parçası hakkında fikrinizi değiştirebileceğinizi unutmayınız.
* Tedavi hedeflerinizi iyi anlayınız. Her spesifik tedaviyi hayat riskiniz, ağrılarınız ve yan etkiler açısından detaylı değerlendiriniz.
* Eğer detayları bilmek istemiyor ve kararları doktorunuz ya da sevdiğiniz bir kişiye bırakmayı tercih ediyorsanız bunu yapınız fakat sonradan fikrinizi değiştirebileceğinizi de aklınızda tutunuz.
Zindelikler dileriz…
KANSER KEMiKLERiNiZi RiSKE ATTIĞINDA KEMiKLERDE METASTAZ iŞARETLERiNi OKUMAK
Kanser tanısı ile baş edebilmek zordur fakat bu tanıyı yaşayan hanımların belirli bir yüzdesinin istastistiki olarak yeni bir meydan okuma ile karşılaşacağı kesindir. Kemik metastazı da bunlardan birisidir.
Kemik metastazı ana meme kanseri tümöründen ayrılan kanser hücrelerinin kan ve/veya lenf kanalları yolu ile vücudun diğer noktalarına yolculuk etmesi ile oluşur. Tedaviden sonra ortalama olarak % 0.001 lik kısmının yaşamaya devam ettiği öngörülen kanser hücrelerinin genellikle kümelenip yeni tümör oluşumunu başlattığı bölgelerin en başında ise kemikler gelmektedir. Sürecin uzunluğu kişiden kişiye büyük farklılıklar göstermekte; bazen ilk meme kanseri teşhisi sırasında bazen de tedaviden yıllar sonra ortaya çıkabilmekte, belkemiği ve leğen kemiği ise en fazla etkilenen bölgelerin başında gelmektedir.
Kemik metastazının kendisini belli ettiği bazı semptomlar şunlardır;
* Kemik ağrıları, (genellikle sürekli hafif donuk bir ağrının aralıklarla keskin acı vermesi şeklinde)
* Kırılma, çatlamalar,
* Kanda yüksek kalsiyum seviyeleri,
* Batın bölgesi ve bacaklarda uyuşukluk, hissizlik ve güçsüzlük.
Kemikler vücudumuzda düzenli olarak kendisini yenilemektedir. Osteoblast adı verilen hücreler yeni kemik oluşumunu sağlarken osteoklastlar ise eski kemik dokusunu parçalayarak yok ederler. Kanser hücreleri her iki hücre türünü de etkileyebilmekte ve sonucunda ise ya anormal kemik oluşumu ya da kemiklerde delikler ve parçalanmalar ortaya çıkmaktadır. Doktorlarınız kemik metastazından şüphelendiğinde MR, kan testleri, film ve ölçüm istemleri ile tanı konulma aşaması başlamaktadır.
Kemik metastazının genellikle tedavisi bulunmamakta ve tedaviler tümör gelişimini durdurmaya veya tümörü küçültmeye yönelik uygulanmaktadır. Kemoterapi, hormon terapisi ve radyoterapi dışında doktorlarınız semptomları hafifletmek amacı ile diğer bazı terapatik opsiyonları da (kemiklerde incelme yada fazla kemik oluşumuna bağlı olarak) göz önüne alabilmektedir.
Kemik metastazının geniş bir alana yayılmaması, kemiklerinizin kırılması riskinin oluşmaması ve gereksiz ağrılar ile başa çıkmak zorunda kalmamanız için tedavinizin veya tedavi sonrasının hangi zaman diliminde olursanız olun doktorlarınızın hedeflediği kemik yoğunluğu ölçümleriniz ile kan mineral seviye testlerinizi ihmal etmediğiniz ve kırılma, çatlama yaşamadığınız hallerde bile yukarıda belirttiğimiz ağrı, uyuşukluk ve güçsüzlük gibi semptomları fark ettiğiniz anda vakit kaybetmeden yeniden doktorlarınız ile görüşmeniz son derece yararınıza olacaktır.
Zindelikler dileriz…
7 Eylül 2013 Cumartesi
“KENDi KENDiNE MEME MUAYENESi “ iÇiN EK BAZI BiLGiLER
“Pembeye ve Hayata” projesi A.B.D. National Breast Cancer Coalition (NBCC) çalışmaları ve “Breast Cancer Deadline 2020” projesindeki gelişmelerin takipçisi olarak bazı hassas konulara NBCC önerileri doğrultusunda yer vermeye çalışmaktadır.
NBCC önerilerinin baz alındığı kurumlardan biri kısaca USPSTF kısaltması ile tanınan U.S. Preventive Services Task Force (Birleşik Devletler Koruyucu Hizmetler Çalışma Kolu) dur.
USPSTF edinilmiş bulunan kanıtların değerlendirilmelerinin ışığında BSE “Breast Self Exam” yani kendi kendine meme muayenesinin hanımlara öğretilmesini tavsiye ETMEMEKTEDiR.
Konu üzerindeki en büyük araştırma laboratuvarı olan Cochrane Collaboration ve diğer araştırmalardan elde edinilen kanıtlar ikna edici bulunmamış ve 2009 senesi Aralık ayından itibaren tavsiye kaldırılmıştır. Tavsiyenin kaldırılmasının amacı kesinlikle “öğretmeyiniz” anlamında değil, aşağıdaki konulara dikkat çekmek içindir;
1. Standart klinik muayene / tarama prosedürü ile kontrol altında tutulan çok büyük katılımlı iki grup kadın arasında bir gruba “Kendi kendine meme muayenesi” öğretilmiş, diğer gruba öğretilmemiştir. Araştırmalar sonucunda iki grup içerisinde tanı konulan kanserlerin evrelerinde hiçbir fark bulunmayacağı, kendi kendine muayenenin erken teşhisi destekleme yönü üzerinde yeterli derecede kanıt bulunmadığı görülmüştür.
2. Bunun yanında kendi kendine muayene de yapan grup kadınlarda çok büyük bir oranda “YANLIŞ POZiTiF” tanı hissi ve buna bağlı “gereksiz” biyopsiler ve taramaların oluşturduğu riskler (psikolojik sorunlar, gereksiz radyasyon ve ağrı/acı v.b.) ortaya çıkmıştır. Bu risklerin zararının kendine kendine kontrolün yararından fazla bulunması tavsiyenin kaldırılmasındaki etkenlerdendir.
3. Kadınların kendi hassas bölgelerini iyi tanıdıkları fakat el ile kontrolde bulunan kitlelerin büyük bölümünün aslında öğretilmiş bulunan “Kendi kendine meme muayenesi” sırasında değil giyinme yada duş alma gibi günlük aktiviteler sürecinde hissedildiği belirlenmiş, öğretinin gereksizliği kaydedilmiştir.
Doktorlarınızın yapacağı klinik muayenelere ağırlık vermeniz, genetik riskinizi de göz önünde bulundurarak doktorunuzdan rutin taramalarınızın zamanlarını öğrenmeniz ve kesinlikle aksatmamanız yararınızadır.
Birçok hekimimizin de önerdiği şekilde “Kendi kendine meme muayenesi” yapmanızın hiçbir sakıncası yoktur ve yazımız sadece bazı riskler hakkında NBCC’ nin Ağustos 2013 ek bilgilendirmesinin paylaşımı amaçlıdır.
Zindelikler Dileriz...
6 Eylül 2013 Cuma
ŞEKERLi YiYECEKLER VE PET (POZiTRON EMiSYON TOMOGRAFiSi) TARAMASI
Çok uzun yıllardan beri kanser hücrelerinin beslenmesi ile şeker (glikoz) arasındaki ilişki bilinmekte fakat şekerli yiyeceklerin yenmesindeki sakınca yeteri kadar dikkatle anlatılmamaktadır.
Bu ilişkiyi farklı ve akılda kalıcı bir noktadan açıklamak gerekirse en iyi yöntem “Acaba kanser bir başka bölgeye metastaz yaptımı?” diye heyecan içerisinde sonucu beklenen PET taramasının aslında “neyi” taradığını açıklamak olacaktır;
PET taraması vücutta kanser bulunup bulunmadığına karar vermek için oldukça efektif bir 3 boyutlu nükleer tarama yöntemidir. Bu taramalar sırasında vücuda verilen biyolojik aktif molekül FDG adı verilen bir glikoz analoğudur. Metastaz ya da kanserli hücre tanısı dokunun absorbe ettiği radyoaktif glikozun yoğunluğuna göre verilir. Taramadan önce saatler boyunca aç kalmanızın istenme nedeni tarama sırasında kan şekerinizin düşük olması gerekliliği ve şeker olmadan büyüyerek yaşayamayan tümörlerin kimyasal olarak glikoza tutturulmuş radyoaktif maddeyi kaparak ışımasının daha kolay anlaşılabilmesidir. Sonuç olarak ana hatları ile; eğer kanser var ise, şeker vardır. PET budur…
Zindelikler Dileriz…
5 Eylül 2013 Perşembe
MiNERALLERiN ALKALi / ASiDiK DENGEYE ETKiLERi ve DENGELi BESLENME - BÖLÜM 2 -
Resimde bir “Asit / Alkali” tablosu görmektesiniz. Bu tablo aslında bir “ilkel bilgi” tablosudur çünkü ilk insanlar bu tabloda bulunan dengeye göre yaşamışlardır.
Eğer bir asidize edici besin yenilirse (örneğin; çekirdekler gibi) ardından dengeyi korumak için alkalize edici bir besin takviyesi (örneğin; yeşil yapraklı sebzeler) gerekmektedir. Yemekte tercih edilen bir pilavın yanında yeşil bir salata sindirim sisteminin verimini arttırır ve asit/alkali dengesini korur. Bu tablo ile günümüzün beslenme stilinin neden asidize edici olduğunu da kolayca anlayabiliriz. Modern hayatta tercih ettiğimiz yiyecekler genellikle kök bitkiler, taneler ve hayvansal kaslardır. Örneğin bir burgerde ekmek buğday tanesinden, eti kaslardan, yanında verilen kızartma ise kök patatesten yapılır. Standart bir kurufasülye – pilav ikiliside asidize edici tane ve tohumlardan başka birşey değildir.
Bu dengenin farkındalığına vardığınızda beslenme stilimizdeki yeşil yapraklıların eksikliğinin de farkına varabiliriz. Tabiki bu yeşil yapraklı çoğunluğun kolayca tercih ettiği ve yetersiz mineralli topraklardan gelmiş ticari bir aysberg de olmamalıdır. Asidik metabolizmayı dengeye getirmek için günde en az 2 adet ORGANiK yeşil salata veya 1 salata + 1 yeşil sebze suyu tercih etmek gereklidir.
Asidize olmanın kesin işaretlerinden biri de kahve, alkol, sigara v.b. bağımlılıklarımızdır. Bu tip ürünler alkoloidler adı verilen alkali uyarıcılar içererek bir süreliğine alkali hissini simüle ederler. Asidik olan bir kişi bu hisden geçici bir mutluluk duyabilir fakat sonrası esansiyel minerallerimizin tükenmesi, böbreküstü bezlerimizin boşalması, cildimizin, ciğerlerimizin ve diğer organlarımızın irite olarak kalınlaşması şeklinde bize geri döner. Asit/Alkali dengesinin korunduğu bünyelerde ise bu tip bağımlılık yapan ürünler artık sizi kısa süreli etkilememeye başlarlar ve bırakmanız oldukça kolaylaşır.
Sonuç; Unutmayın her bağımlılıkta mutlaka duygusal, ruhsal veya fiziksel zorluklar bulunur. Bir bölümü klorofil zengini de olan yeşil yapraklı çiğ sebzeler size ihtiyacınız olan tüm hayati alkalikliği ve bağımlı metabolizmanızı değiştirmeniz için gerekli ilk adımları sağlar.
Zindelikler dileriz...
4 Eylül 2013 Çarşamba
** TAMOKSiFEN KULLANMAYI BIRAKINCA GELEN ÖLÜMLER ** iNGiLTERE’ DE BUGÜNÜN (4 EYLÜL 2013) BAŞLIKLARI **
Tamoksifen hormon pozitif türde meme kanseri hastalarında tedavi ve korunma amaçlı kullanılan bir ilaçtır. Östrojen hormonunu bloke etme prensibi ile en az 5 yıl (son bazı araştırmalara göre 10 yıl) süre ile kullanılması gereken tamoksifen, meme kanserinin geri dönmesini engellemek ve hayat kurtarmak için reçetelendirilmektedir. İngiltere’ de günün gazeteleri ise bu ilacı kullanmayı bırakmanın yol açtığı “yüzlerce” ölüm üzerine başlıklandırılmıştır.
“British Journal of Cancer” da yayımlanan ve “British Cancer Campaign” tarafından fonlanan araştırmada 1263 kadının tedavi planlarına uyumu ve sonuçları araştırılmıştır. Araştırma sonuçları 10 kadından 4’ ünün planın % 80’ inden azına sadık kaldığını ve bu grup içerisinde kanserin geri dönüşünün çok daha fazla olduğunu göstermiştir.
Tamoksifenin sahip olduğu yan etkilerin tedavi planını terk etme üzerinde çok etkili olduğu düşünülmektedir. Östrojeni durdurduğu için oluşturduğu menopoz-benzeri semptomlar ve diğer dayanması zor olabilen yan etkiler dışında ilacı hergün kullanmanın kanseri hatırlatması ve uzun dönemli bir ilaç olduğu için içilmesinin unutulabilmesi veya aksatılması tedavi planına uyulmamasının başlıca nedenlerindendir.
Başlıklar tedaviyi aksatan kadınları uyarmak ve hormon terapisini bırakma riskinin önemini belirtmek için atılmıştır. Eğer kendi kararınız ile tamoksifeni bırakmış ya da aksatmış durumdaysanız lütfen en kısa sürede sağlık profesyoneliniz ile temas kurarak yeni bir plan oluşturunuz.
Zindelikler dileriz…
HAYATINIZDAN PATATESi ÇIKARTABiLECEK OLAN KÖK KEREViZ - KARNABAHAR PÜRESi
MALZEMELER
* Bir büyük karnabahar, yıkanıp ayıklanarak küçük parçalara bölünmüş
* Bir kök kereviz, soyulmuş ve küp parçalara bölünmüş
* 4 diş sarımsak, soyulmuş
* 2 yemek kaşığı süzülmüş tereyağı
* İsteğe göre tuz ve karabiber
HAZIRLANIŞI
* Karnabahar, kök kereviz ve sarımsağı büyük bir tencereye yerleştirerek örtecek kadar su ilave ediniz
* Tüm sebzeler yumuşayıncaya kadar kaynatıp, süzünüz.
* Mutfak robotu ile terayağını da ilave ederek homojen bir püre kıvamına getiriniz. Servis etmeden önce istenirse tuz ve karabiber ilave ediniz.
* Yaklaşık 6 kişilik bir servise yetecek kadar elde edeceğiniz bu pürede kişi başı besin değerleriniz ise yaklaşık olarak; 93 kalori, 4.4 gr total yağ, 10 mg kolesterol, 106 mg sodyum, 529 mg potasyum, 12.5 gr karbonhidrat, 3.4 gr lif, 3 gr şeker ve 3.2 gr protein olacaktır.
Zindelikler dileriz…
2 Eylül 2013 Pazartesi
KANSER ve CiNSELLiK
Kanser ile tanışmak, herzamanki seks hayatınızı, arzularınızı ve kendiniz hakkında hissettiklerinizi değiştirebileceği halde artık seksi bir kişi olmadığınız anlamına gelmez.
Kanser ve tedavisi;
* Cinsel tepkiler için gerekli olan önemli hormonların üretiminde,
* Seks’ ten zevk almak ve vermek için gerekli fiziksel performansta,
* Kendi vücudunuzu nasil gördüğünüz hakkındaki kişisel fikirlerinizde,
* Korku, üzüntü, kızgınlık ve mutluluk duygularınızda,
* Ve ilişkiniz içerisindeki rollerinizde değişiklik yaratabilir.
Yine de kansere ve tedavisinin yan etkilerine rağmen cinselliğinizi geliştirmeye veya yenilemeye çalışmalısınız. Duygularınızı, endişelerinizi ve partnerinizle yapmak istediklerinizi tartışmak seks hayatınıza yardımcı olacaktır. Konuşmamak ise sadece hüsran ve karmaşa yaratacaktır.
* Cinsel aktiviteye devam etme ile ilgili korkularınızı partnerinizle açıkça konuşun. Partnerinizin ne düşündüğünü tahmin etmek zorunda kalmamak için dürüst ve açık tartışabilmek önemlidir.
* Partnerinizin ne hissettiğinizi bilmesini sağlayın – kendinizi sekse hazır hissettiğiniz zamanları, tercih edeceğiniz seviyeyi, değişiklik istediğiniz zamanı ve size mutluluk verebilecek şeyleri,
* Partnerinizin sizi incitmekten korkması veya çok istekli gözükmek istemeyebileceği gibi duygularını anlamaya çalışın,
* İlk başlarda sadece sarılmalar veya duygusal masajlarla başlanabileceğini unutmayın,
* Geleceği planlamaktan korkmayın, bu kendiliğinden oluşacak romantizmi azaltır gibi gözükse de doğru zamanı seçmek halsiz zamanlarınız ve ağrılı zamanlarınız konusunda yararlı olacaktır,
* Partnerinize hangi bölgelerinizin dokunmaya hassas ve hangi bölgelerinizin acı verici olduğunu anlatın ya da gösterin.
* Eviniz, partnerinizle birlikte kanser ve tedavisi için çokca vakit geçirdiğiniz bir yer ise, bazı ”randevu”larınız için dışarıda farklı bir yer rezerve edin. Tedaviniz bitti ise, yatak odanızı yeniden dekore edin veya biraz değişiklik yaratmayı düşünün,
Ama en önemlisi.. Sabırlı olun, kendinize ve partnerinize zaman tanıyın. Sizi seven ve sabırlı bir partner ile zaman içerisinde yapacağınız pratiklerle yeni rollerinize alışarak bu “yeni normal” yaşantınızda kendinize güveninizin yerine geleceğini hiçbir zaman unutmayın.
Kaynak: Cancer Council Victoria: Melbourne 2010, Sexuality and Cancer
MiNERALLERiN ALKALi / ASiDiK DENGEYE ETKiLERi ve DENGELi BESLENME - BÖLÜM 1 -
Vücut aktivitelerimizin % 95 kadarı vitaminler ile değil mineraller ile beslenir, yani biyokimyamız mineral bağımlıdır.
Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi vücudumuzun her hücresi
4,000’ in üzerinde enzim içerir ve bu enzimler sadece beslenme stilimiz
yeterli miktarda ana ve iz mineraller içeriyor ise tam anlamııyla aktive
olur.
Hangi besinlerin alkali
etkiye, hangilerinin asidik etkiye sahip olduğunun ana belirleyicisi de
yine besinlerin mineral içeriğidir. İçerisinde kalsiyum, magnezyum,
silisyum, demir, sodyum ve mangan içeren besinler vücudumuzu alkalize
ederken , fosfor, klor, iyot, nitrojen ve bir dereceye kadar sülfür
içerenler ise asidik bir ortam oluşturur.
Bizler dengeli bir
sağlıklı bir yaşam tarzı için hem alkali hem de asidik etkiye sahip olan
besinlere ihtiyaç duyarız. Asidik bir ortam oluşturan besinler tek
başlarına kötü olarak kabul edilemezler fakat asit fazlasının kısa ve
uzun zamanlı etkileri kesinlikle kendisini hastalık, doku dejenerasyon,
enflamasyon gibi şekillerde kendisini gösterir.
İdeal kan pH
dengemiz 7.35 ile 7.40 arasında değişir. Vücudumuzda bulunan diğer
dokular ise daha asidiktir; örneğin kas ve cilt dokularımızın ortalama
pH seviyesi 6.8 dir. Birçok beslenme uzmanının görüşü vücudun ortalama
pH dengesininin 7.0 dengesinde bulunması üzerinedir fakat hayatı boyunca
asidik özellikleri fazla olan yiyeceklere yönelmiş olan kişilerde bu
dengenin 6.2 ye kadar düştüğü belirlenmiştir.
Vücudumuz
stoklarının yetebildiği belirli bir seviyeye kadar pH seviyesini kontrol
etmek için elektrolit minerallerini kullanır. Elektrolit mineraller,
bir solüsyon içerisinde elektrik iletebilen mineraller olan sodyum,
potasyum, kalsiyum, magnezyum, lityum ve fosfordur. Stoklar bittiğinde
ise kaçınılmaz asidik ortama doğru adım adım yönelme başlamış olur. Peki
hayvansal ve bitkisel besinler mineral duumunu nasıl etkileyebilir?
Mineraller hayvansal ve bitkisel besinlerin farklı bölgelerinde
üretilirler. Besin kaynaklarının bazı bölgeleri asit-üretici olabilirken
bazı bölgeleri alkali-üretici formda olabilirler. Örneğin; olgun bir
buğday bitkisi % 67 düzeyinde alkali-üretici bir mineral olan silis
içerir fakat tanelerinde hiç silis olmadığı gibi yerine asit-üretici
fosfor bulunmaktadır. Bir başka örnek ise lahanalardır. Bir lahananın
erişkin dış yaprakları iç bölümlerde kalanlardan 4 kat daha fazla demir
içermektedir.
Asit/Alkali tabloları yukarıda saydığımız
ndenlerden dolayı mineral içeriklerine bağımlı yapılmaktadırlar.
Alkalize etkiye sahip mineraller bitkilerin sap ve yapraklarında
bulunurken, asidik mineraller tohum, tane ve köklerinde
bulunmaktadırlar. Hayvansal besinlerde ise alkalize ediciler sadece
kemiklerde bulunurken, et, organ ile kaslar tamamen asidize edici veya
nötr değerdedir.
Devam edecek...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)