Kanser Hücresi
Kanser
hücreleri aslında vücudumuzdaki en basit yaşam formlarıdır. Sağlıklı hücrelerimizin
yaptığı yüksek teknoloji diyebileceğimiz çalışma biçimini terk ederek gün
boyunca “nefeslerini tutarak” sadece beslenip ve büyümeyi seçerler. Nefeslerini
tutarak dememizin sebebi kanser hücrelerinin yaşamak için fazla bir oksijene
ihtiyaç duymaması ve bu oksijensizliğin aslında onların varolma sebebi
oluşudur.
Peki,
sağlıklı bir hücrenin daha düşük bir yaşam formunu seçmesinin nedeni nedir? Bu
soruya sadece ve sadece doğanın ilk kuralı olan “yaşamını devam ettirebilmek
için” cevabı verilebilir. Eğer vücut hücrelerimiz yeteri kadar oksijen alamazsa sadece iki seçenekleri olur;
ya boğulup, zehirlenerek ölmek ya da az oksijenli bir ortamda yaşayacak şekilde
kendilerini değiştirmek; yani bir kanser hücresi olmak.
pH Değerimiz
“Potansiyel
Hidrojen“ sözcüklerinin kısaltması olan pH, herhangi bir solüsyon içerisindeki
hidrojen iyon konsantresini gösterir. 1 ile 14 arasında bir skalası olan pH
değerinde 7 nötr (yüksüz) kabul edilir ve H2O formülü ile bildiğimiz su
molekülünündeki pozitif değerli “H+” ve negatif değerli “OH-“ iyonlarının eşit yüklerde (dengede) olduğu
konumdur. Eğer “H+” iyonları fazlalık gösterirse solüsyon “asidik” olarak
adlandırılır ve fazlalığına göre 1 – 6.9 arasında bir değer alır. Eğer “OH-“
iyonları fazlalık gösterirse (dolayısı ile oksijen) o zamanda solüsyon “alkali”
olarak adlandırılr ve 7.1 – 14 arasında bir değer alır. pH değerinin 7,365
olması kanımızı “alkali” olarak değerlendirmemizi sağlar, yani yaşam formumuz
“alkali” dir.
Ph Değeri ve Kanser
Vücudumuzdaki
tüm hücreler bir pil gibi düşünülebilir. Bu pil ihtiyacı olan tüm yakıtları
alıp artıklarını dışarıya atabilmek için yaklaşık 90 milivoltluk bir elektrik
yüküne sahiptir. Bu elektrik yükünde hücrenin içerisine glikozu taşıyan
potasyum ile oksijeni taşıyan sodyum, magnezyum ve kalsiyum birlikte
girebilirler. Sağlıklı bir hücrenin güç istasyonu olan mitokondrisinde
karbonhidratın oksijen yardımı ile yakılması ile enerji oluşur ve kalan artık
maddeler atılır. Bu döngü aynı zamanda hücre pH değerini 7,365 olarak sabit tutar.
Oksijen yakımı ile enerji üretimi döngüsünün verimliliği ise potasyuma
dayalıdır. Hücresel zarda bulunan “pompa” lar ise düzgün çalışmak için
magnezyuma ihtiyaç duyarlar. Bu pompalar içeriye potasyum pompalarken dışarıya
da sodyum çıkartırlar.
Modern
beslenme düzenimizdeki sodyum fazlası ve potasyum azlığı, yeterli magnezyum
almamamız ile de birleşince hücredeki
enerji düşüşü hücremizin elektrik yükünü düşürerek artık sadece potasyum yani
glikozun girişine izin vererek oksijeni taşıyan minerallerin yolunun
kapanmasına sebep olur. Oksijeni olmayan bir hücre pH dengesini kaybederek
asidik konuma geçer çünkü bu anormal metabolik durum glikoz ile bir
fermentasyona yol açarak laktik asit oluşumuna da sebep olur. Laktik asit ise
hücre pH ını 6.5 in altına çeker, DNA formasyonunu bozar ve RNA mesajlamasını
değiştirerek hücrenin büyüme kontrol yeteneğini siler, başka bir açıklama ile hücrenin enerji
düşüşü, “P53” adı verilen ve enerji ihtiyacı yüksek olan DNA onarım geninin
yetersiz enerjiden kapanmasına fakat “ras” adı verilen hücre çoğalma kontrol
geninin düşük enerjide de çalışabilmesinden dolayı işleme devam ederek hücreyi
kanser hücresine çevirmeye başlamasına sebep olur.
Beslenme ile Asitleşme
Vücudumuzda
bulunan en kuvvetli asitler olan sülfirik asit, fosforik asit ve nitrik asit
protein alımı fazlalılığından oluşur çünkü protein vücudumuzda bölünmeye
uğradığında bu asitleri oluşturur. Günlük ortalama 40 gr. tüketimi önerilen
protein fazlasının oluşturduğu asitlerin böbreklerimiz dışında vücudumuzdan atılma
yolu yoktur çünkü yediğimiz limon ve sirkede bulunan asetik asit ve tartarik
asit gibi zayıf asit türlerinde olduğu gibi vücudumuzun bu asitleri su ve
karbondioksit olarak çözümlemesi mümkün değildir. Fakat sorun bu asitlerin
kuvvetli asit formunda böbreklerden atılamayacağı çünkü yollarının üzerindeki
tüm organları yakacağıdır. Bu nedenle vücudumuz en değerli minerallerinden
vazgeçerek bu asitlerle birleştirip nötr tuzlar halinde dışarıya atar. Sodyum,
potasyum, magnezyum ve kalsiyum gereksiz yere harcanır; örneğin
kemiklerimizdeki kalsiyum sülfürik asit ile birleşerek kalsiyumsülfat
oluşturur. Sonuç olarak anlıyoruz ki ne kadar fazla protein, o kadar fazla
mineralsiz, zayıf ve “asidik” bir vücut. Takviye mineral tableti alıp sorunu
çözebiliriz diye düşünebilirsiniz ama YANLIŞ !!! çünkü vücudumuz sadece “SEBZE
ve MEYVE”lerden alınan mineralleri hücrelerimiz için kullanabilir, başka bir
deyişle; ORGANiK mineraller vücudumuzun kullanabileceği tek mineral tipi olup,
kayalardan elde edilen inorganik minerallerin kullanılmasına vücudumuz uygun
değildir. Örneğin bir bitkiden alacağınız sodyum, sofra tuzundaki sodyumdan çok
farklıdır ve bütün sofra tuzunu yeseniz bile hücreleriniz sodyum eksikliği
çekebilir çünkü inorganik mineraller vücudumuzun tamamen değişik foksiyonlarına
hizmet ederler.
Bağışıklık Sistemi ve Beslenme
Kanser
hücrelerinin bir özelliği de bağışıklık sisteminin kendilerini tanımasını ve
müdahale etmesini zorlaştırmak için etraflarını sağlıklı bir hücre zarının 15
katı kadar kalınlıkta “fibrin” adı verilen bir protein örtüsüyle kaplamış
olmalarıdır. Hayatımız boyunca vücudumuzda oluşan ve her seferinde pankreasımız
tarafından salgılanan bir enzim olan “pankreatin” tarafından yokedilen kanser
hücrelerinin bu kalın duvarının yıkılması pankreatin içeriğindeki tripsin ve
kimotripsin enzimleri sayesinde olur. Et yemenin bağışıklık sistemine hiçbir
katkısı bulunmadığı gibi tam tersine zararları bulunmakta, et proteinleri
bağışıklık sistemimizin kanser hücrelerine müdahalesi için gerekli olan kripsin
ve kimokripsin enzimlerini kullanıp yoketmektedir. Sebze proteinleri ise bu
enzimleri kullanmamaktadırlar.
Yediğimiz
"organik" yiyeceklerimizde bulunan "canlı" enzimler ısı 41⁰ C sınırını geçtiği zaman
canlılığını kaybeder ve ne pankreasımıza ne de bağışıklık sistemimize faydalı
olamazlar. Ayrıca vücudumuz yaşamsal önemi bulunan asit/alkali balansını
korumak zorunda olduğundan, 7.4 olan alkalik pH dengemizi kronik asitleşmeye
doğru adım adım götüren işlenmiş gıdalar, fast food, kızartmalar, mandıra ürünleri
ve tam pişirilmiş yiyecekleri hayatımızdan çıkartarak mümkün olduğunca çiğ veya
canlı enzimleri kaybolmadan buharda ısıtılmış taze sebze, yeşil salata veya
meyveye dayalı “Çiğ” (Raw Food) beslenme tarzı, kanser bakış açısından işte bu
temellere dayanmaktadır.
Çiğ Beslenmeye İlk Adım
Çiğ beslenme
tarzı ağırlıklı bir diet uygulamanın sözde “gelişmiş” toplum yapısının
yarattığı “fast food” ve “yüksek fruktozlu mısır şurubu” merkezli bir tad alma
duygusuna baskın gelmesinin zorluğu ortadadır. Sağlıklı olmadığı bilinse bile
günlük hayatımızda gereken enerji ihtiyacının basit ve hızlı bir yolu olarak
görülen şeker ve basit karbonhidrata dayalı bu sağlıksız sistemler vücudumuzun
“acil” enerji ihtiyacını karşılar fakat çalışma sistemi olarak “alkali”
beslenme düzeninden 15 kat daha düşük bir randıma sahiptir ve enerji
ihtiyacımız için tükettiğimiz oranda da “asidik” olmamız kaçınılmazdır. Bu
sırada vücudumuz kendini korumak için “umutsuz” savaşlar vermeye çalışır ve
asidik toksinlerin zararlı etkilerinden korumak için “yağ” oranına güvenir.
Yani asit ile “yağ” ı birleştirerek kendisini korumaya çalışır; sonuç ise yağ
oranı yüksek ve uzun dönemde yağ/asit deposuna dönen sağlıksız bir vücut olur.
Kanserin kendi kendine iyileşmemesinin bir nedeni de yayılmaya altyapı sağlayan
bu asidik hücre çevre şartlarıdır.
Asit/alkali
dengemizi korumak için eğer beslenme alışkanlıklarımızdan kolay kolay
vazgeçemiyorsak ne yapmamız gerekir? İlk adım içtiğimiz “Su” ve diğer sıvı
içecekleri mümkün olduğunca düzene sokup, sonrasında da çiğ beslenme tarzına
“Blender” veya “Juicer” ile başlamak olacaktır.
Su, Kahve, Çay, Kola ...
Su, öncelikle
asit artıklarının vücudumuzdan yıkanarak atılması için “yeterli” derecede
tüketilmesi gereken hayati bir sıvıdır. Doğal kaynaklardan içilen suyun alkali
değeri yüksek olduğu halde günümüzde şişelenmiş olarak satılan suların pH
dereceleri çok yüksek değil, genelde nötr veya asidik değerdedir. Öncelikle ilk
hedefimiz en yüksek pH derecesine sahip olan şişelenmiş suları tespit ederek
onların kullanımına yönelmek olmalıdır (yaptığımız araştırmalara göre en yüksek
oran pH 8.22 ile SakaSu ve pH 8.05 ile Carrefour marka sulardadır, pH 8.0
değerinden yüksek diğer markaları bulabilenler lütfen bizi mail ile
bilgilendirsinler).
Kola
ürünlerinin ortalama pH değeri 3.0 dır ve tüketimi son derece sağlıksızdır
(light, diet, olanlar dahil). Ayrıca sadece enerji ve şeker vermesi için
genetik mühendisleri tarafından değiştirilmiş “Mısır ???” şurubu ile
tatlandırılmış alkolsüz içecekler grubu sağlık sorunlarının başlıca
kaynaklarıdır.
Kahvelerin
içerisindeki asit miktarı kahve çekirdeğinin yetiştiği bölgenin asit oranına ve
kavrulma derecesine bağımlıdır. Kahveden vazgeçemeyenlerin koyu kavrulmuş “Dark
Roast” kahveleri tercih etmesi gerekir çünkü kahveler kavruldukça asit oranları
da DÜŞMEKTEDiR. Yani sanıldığının aksine içimi kolay olan az ve orta kavrulmuş
kahveler asidik oran olarak çok daha yüksektedir. Yeşil kahve çekirdeklerinin
yetişme ortamlarındaki asidik şartlarda göze alındığında öncelikle Sumatra,
Brezilya ve Hindistan kahveleri koyu kavrulmuş olarak (Dark Roast, French
Roast, Italian Roast) tarzında tercih edilmelidir. Eğer süt ile içilecekse
alkali değerlerine sahip olan soya sütü yada keçi sütü kullanılmalıdır.
Çayın pH
değerleri 4.0 ile 6.0 arasında değişiklik gösterebilir. Çay içerisinde bulunan
asidik tanin, çay demlendikçe daha da ortaya çıkar. Zencefil çayı ve Yeşil çay
kullanamıyorsak, çayı az süreli demlemek ve limon ile içmek asidik değeri
düşürmek açısından önemlidir.
Sebze Suları ve Kanser
Kanser
tedavisi süresince ve sonrasında kolon bölgemizin mümkün olduğunca temiz olması
ve vücudumuzun ihtiyacı olan destekleri mümkün olduğunca kolay alması
gerekmektedir. Kolon bölgemizde kirli birikim yaratan, yani bağırsaklarımızda
fermente edilen tüm yiyeceklerden sakınılmalıdır; özellikle Et ve Balık..
Gerekli mineral ve vitaminlerin çiğ ve/veya vegan beslenme tarzından en kolay
alınabilme yolu ise “Blender” yada “Juicer” dan geçmektedir ve özellikle kanser
tedavisi sonrası gerekli organik mineral ve canlı enzimlerin bir sünger gibi
vücudumuz tarafından emilebilmesinin en doğru ve hızlı yoludur.
Çiğ sebze
suları içildikten 10 – 15 dakika sonra sindirilir, asimile edilir ve yeni
hücre, doku, bez ve organlarımızın yenilenmesi ve beslenmesi için kullanılır.
Tüm sindirim işleminin maksimum hız ve minimum efor ile bitirilmesi anlamına
gelen “Juicing” ile sindirim sistemimiz dinlenir ve bağışıklık sistemimiz
vücuda yeni giren toksik maddeler olmadığından kendisini dokularda önceden
birikmiş toksinleri elimine etmeye yöneltir. Yani anafikir bir müddet sadece
organik sıkılmış sebze, meyve suları içerek sindirim sistemini kapatıp, vücudu detoksa yönlendirmek olmalıdır.
Blender
kullanılarak yapılan “smoothie” lerin ise farklı gerekliliği vardır. Sebze
sularında ayrılmış olan “lif” ler blenderda yapılan smoothie lerde bolca
bulunur ve kolon bölgemizde temizlik için gereklidir, özellikle yeşil sebzeler
ile yapılmış olanlar.. Yine de “tokluk” hissi veren ve vücudumuzun sadece bir
“alışkanlığı” olan bu liflere herzaman ihtiyacımız var denemez.
Suyu için
kullanacağınız en önemli sebzeler koyu yeşil yapaklı olanlar olmalıdır. Her ne
kadar marketlerden tadına alıştıklarımıza benzemese de en yüksek alkali değeri
oluşturun sebzeler bunlardır. İçerisine havuç, limon veya elma atılarak tadları
kompanse edilebilir yalnız dikkat edilecek nokta bu sıvıları gereğinden fazla
tatlı yapmamaktır. Vücudumuz hayat boyu işlenmiş ve tam pişmiş gıdalardan şeker
almaya alışmış olduğundan dolayı meyve ve tatlı sebzeleri mümkün olduğunca az
tutarak (kanser tedavisi süresince tamamen kaldırarak) doğru şeker
metabolizmasına yönlenmesi için vücudumuza bir rehabilitasyon süresi vermek
doğru olacaktır.
Karalahana,
Pazı, Kıvırcık, Kereviz, Maydanoz (yüksek vitamin C, bioflavanoidler, demir,
mineraller ve klorofil), Salatalık (kabuğu ile), Brokoli, Karnabahar, Brüksel
Lahanası, Havuç (şeker içeriği için), Zencefil Kökü (anti-inflamatuar
özelliğinden), Limon (Yüksek vitamin C & bioflavanoidler) gibi sebzeler
“juicing” listenizden eksik olmaması gerekenlerdendir.
pH Denge Tablosu
Vücudumuzun
pH dengesini alkali lehine korumaya yönelik beslenmeye ilişkin fikir
yaratabilecek bir pH tablosunu da altta vermek istiyoruz. Gördüğünüz gibi
yiyeceklerimizin vücutta yarattığı asit/alkali oluşturma kapasitesi
yiyeceklerin kendi pH derecesi ile ilgili değildir. Örneğin bir limon oldukça
asidik bir meyve olduğu halde sindirim ve asimilasyon sonrası oluşan
son-ürünler vücutta alkali oluşturma potansiyelindedir. Benzer olarak, et
sindirim öncesi alkali olarak ölçülebildiği halde vücutta oldukça asidik bir
kalıntı bırakır ve hemen hemen tüm hayvansal ürünler gibi asit oluşturucu kabul
edilir.
Yüksek Alkali
|
Alkali
|
Düşük
Alkali
|
YiYECEK
KATEGORiSi
|
Düşük
Asidik
|
Asidik
|
Yüksek
Asidik
|
Stevia
|
Akçaağaç (Maple) Şurubu, Pirinç Şurubu
|
Ham Bal, Ham Şeker
|
TATLANDIRICI
|
İşlenmiş Bal, Molas
|
Beyaz Şeker, Kahverengi Şeker
|
NutraSweet, Equal, Aspartame, Sweet 'N Low
|
Limon, Karpuz, Lime, Greyfurt, Mango,
Papaya
|
Hurma, İncir, Kavun, Üzüm, Papaya,
Kivi, Yabanmersini, Elma, Armut, Kuru üzüm
|
Portakal, Muz, Kiraz, Ananas, Şeftali, Avokado
|
MEYVELER
|
Erik, İşlenmiş %100 Meyve Suları
|
Vişne, Işgın
|
Karadut, Böğürtlen,Kızılcık, Kuru Erik
|
Kuşkonmaz, Soğan, Sebze Suları,
Maydanoz, Çiğ Ispanak, Brokoli, Sarımsak
|
Bamya, Balkabağı, Ayşekadın, Pancar,
Kereviz, Marul, Dolma Kabağı, Yerelması, Keçiboynuzu
|
Havuç, Domates, Taze Mısır, Mantar, Lahana,
Bezelye, Patates Kabuğu, Zeytin, Soya Fasülyesi, Tofu
|
SEBZELER, BAKLAGiLLER
|
Pişirilmiş Ispanak, Barbunya, Meksika Fasülyesi
|
Patates (kabuksuz), Benekli Fasulye, Kuru Fasülye,
Lima Fasülyesi
|
Çikolata
|
|
Badem
|
Kestane
|
KURUYEMiŞ
|
Kabak çekirdeği, Ayçekirdeği
|
Fındık, Kaju Fıstığı
|
Yerfıstığı,
Ceviz
|
Zeytinyağı
|
Keten Tohumu Yağı
|
Kanola Yağı
|
YAĞLAR
|
Mısır Yağı
|
|
|
|
|
Horozibiği, Akdarı, Kara Pirinç, Kinoa
|
HUBUBAT,
TAHILLAR
|
Ruşeymli Ekmek, Kızıl Buğday, Esmer Pirinç
|
Beyaz Pirinç, Mısır, Karabuğday, Yulaf, Çavdar
|
Buğday, Beyaz Un, Pastalar, Makarna
|
|
|
|
ETLER
|
Av Eti, Soğuk Deniz Balığı
|
Hindi, Tavuk, Kuzu Eti
|
Dana Eti, Sığır Eti, Kabuklu Deniz Ürünleri
|
|
Anne Sütü
|
Soya Peyniri, Soya Sütü, Keçi Sütü, Keçi Peyniri,
Peyniraltı Suyu
|
YUMURTA, SÜT ÜRÜNLERİ
|
Yumurta, Tereyağ, Yoğurt, Yayık Ayranı, Süzme
Peynir
|
Ham Süt
|
Peynir, Homojenize Süt, Dondurma
|
Bitki Çayları, Limon Suyu
|
Yeşil Çay
|
Zencefil Çayı
|
iÇECEKLER
|
Çay
|
Kahve
|
Bira, Alkolsüz İçecekler
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.