3 Temmuz 2013 Çarşamba

KANSER OLUŞUMU VE pH DENGESi


Kanser Hücresi
Kanser hücreleri aslında vücudumuzdaki en basit yaşam formlarıdır. Sağlıklı hücrelerimizin yaptığı yüksek teknoloji diyebileceğimiz çalışma biçimini terk ederek gün boyunca “nefeslerini tutarak” sadece beslenip ve büyümeyi seçerler. Nefeslerini tutarak dememizin sebebi kanser hücrelerinin yaşamak için fazla bir oksijene ihtiyaç duymaması ve bu oksijensizliğin aslında onların varolma sebebi oluşudur.
Peki, sağlıklı bir hücrenin daha düşük bir yaşam formunu seçmesinin nedeni nedir? Bu soruya sadece ve sadece doğanın ilk kuralı olan “yaşamını devam ettirebilmek için” cevabı verilebilir. Eğer vücut hücrelerimiz yeteri kadar  oksijen alamazsa sadece iki seçenekleri olur; ya boğulup, zehirlenerek ölmek ya da az oksijenli bir ortamda yaşayacak şekilde kendilerini değiştirmek; yani bir kanser hücresi olmak.

pH Değerimiz
“Potansiyel Hidrojen“ sözcüklerinin kısaltması olan pH, herhangi bir solüsyon içerisindeki hidrojen iyon konsantresini gösterir. 1 ile 14 arasında bir skalası olan pH değerinde 7 nötr (yüksüz) kabul edilir ve H2O formülü ile bildiğimiz su molekülünündeki pozitif değerli “H+” ve negatif değerli “OH-“  iyonlarının eşit yüklerde (dengede) olduğu konumdur. Eğer “H+” iyonları fazlalık gösterirse solüsyon “asidik” olarak adlandırılır ve fazlalığına göre 1 – 6.9 arasında bir değer alır. Eğer “OH-“ iyonları fazlalık gösterirse (dolayısı ile oksijen) o zamanda solüsyon “alkali” olarak adlandırılr ve 7.1 – 14 arasında bir değer alır. pH değerinin 7,365 olması kanımızı “alkali” olarak değerlendirmemizi sağlar, yani yaşam formumuz “alkali” dir.

Ph Değeri ve Kanser
Vücudumuzdaki tüm hücreler bir pil gibi düşünülebilir. Bu pil ihtiyacı olan tüm yakıtları alıp artıklarını dışarıya atabilmek için yaklaşık 90 milivoltluk bir elektrik yüküne sahiptir. Bu elektrik yükünde hücrenin içerisine glikozu taşıyan potasyum ile oksijeni taşıyan sodyum, magnezyum ve kalsiyum birlikte girebilirler. Sağlıklı bir hücrenin güç istasyonu olan mitokondrisinde karbonhidratın oksijen yardımı ile yakılması ile enerji oluşur ve kalan artık maddeler atılır. Bu döngü aynı zamanda hücre pH değerini 7,365 olarak sabit tutar. Oksijen yakımı ile enerji üretimi döngüsünün verimliliği ise potasyuma dayalıdır. Hücresel zarda bulunan “pompa” lar ise düzgün çalışmak için magnezyuma ihtiyaç duyarlar. Bu pompalar içeriye potasyum pompalarken dışarıya da sodyum çıkartırlar.

Modern beslenme düzenimizdeki sodyum fazlası ve potasyum azlığı, yeterli magnezyum almamamız ile de birleşince  hücredeki enerji düşüşü hücremizin elektrik yükünü düşürerek artık sadece potasyum yani glikozun girişine izin vererek oksijeni taşıyan minerallerin yolunun kapanmasına sebep olur. Oksijeni olmayan bir hücre pH dengesini kaybederek asidik konuma geçer çünkü bu anormal metabolik durum glikoz ile bir fermentasyona yol açarak laktik asit oluşumuna da sebep olur. Laktik asit ise hücre pH ını 6.5 in altına çeker, DNA formasyonunu bozar ve RNA mesajlamasını değiştirerek hücrenin büyüme kontrol yeteneğini siler,  başka bir açıklama ile hücrenin enerji düşüşü, “P53” adı verilen ve enerji ihtiyacı yüksek olan DNA onarım geninin yetersiz enerjiden kapanmasına fakat “ras” adı verilen hücre çoğalma kontrol geninin düşük enerjide de çalışabilmesinden dolayı işleme devam ederek hücreyi kanser hücresine çevirmeye başlamasına sebep olur.

Beslenme ile Asitleşme
Vücudumuzda bulunan en kuvvetli asitler olan sülfirik asit, fosforik asit ve nitrik asit protein alımı fazlalılığından oluşur çünkü protein vücudumuzda bölünmeye uğradığında bu asitleri oluşturur. Günlük ortalama 40 gr. tüketimi önerilen protein fazlasının oluşturduğu asitlerin böbreklerimiz dışında vücudumuzdan atılma yolu yoktur çünkü yediğimiz limon ve sirkede bulunan asetik asit ve tartarik asit gibi zayıf asit türlerinde olduğu gibi vücudumuzun bu asitleri su ve karbondioksit olarak çözümlemesi mümkün değildir. Fakat sorun bu asitlerin kuvvetli asit formunda böbreklerden atılamayacağı çünkü yollarının üzerindeki tüm organları yakacağıdır. Bu nedenle vücudumuz en değerli minerallerinden vazgeçerek bu asitlerle birleştirip nötr tuzlar halinde dışarıya atar. Sodyum, potasyum, magnezyum ve kalsiyum gereksiz yere harcanır; örneğin kemiklerimizdeki kalsiyum sülfürik asit ile birleşerek kalsiyumsülfat oluşturur. Sonuç olarak anlıyoruz ki ne kadar fazla protein, o kadar fazla mineralsiz, zayıf ve “asidik” bir vücut. Takviye mineral tableti alıp sorunu çözebiliriz diye düşünebilirsiniz ama YANLIŞ !!! çünkü vücudumuz sadece “SEBZE ve MEYVE”lerden alınan mineralleri hücrelerimiz için kullanabilir, başka bir deyişle; ORGANiK mineraller vücudumuzun kullanabileceği tek mineral tipi olup, kayalardan elde edilen inorganik minerallerin kullanılmasına vücudumuz uygun değildir. Örneğin bir bitkiden alacağınız sodyum, sofra tuzundaki sodyumdan çok farklıdır ve bütün sofra tuzunu yeseniz bile hücreleriniz sodyum eksikliği çekebilir çünkü inorganik mineraller vücudumuzun tamamen değişik foksiyonlarına hizmet ederler.

Bağışıklık Sistemi ve Beslenme
Kanser hücrelerinin bir özelliği de bağışıklık sisteminin kendilerini tanımasını ve müdahale etmesini zorlaştırmak için etraflarını sağlıklı bir hücre zarının 15 katı kadar kalınlıkta “fibrin” adı verilen bir protein örtüsüyle kaplamış olmalarıdır. Hayatımız boyunca vücudumuzda oluşan ve her seferinde pankreasımız tarafından salgılanan bir enzim olan “pankreatin” tarafından yokedilen kanser hücrelerinin bu kalın duvarının yıkılması pankreatin içeriğindeki tripsin ve kimotripsin enzimleri sayesinde olur. Et yemenin bağışıklık sistemine hiçbir katkısı bulunmadığı gibi tam tersine zararları bulunmakta, et proteinleri bağışıklık sistemimizin kanser hücrelerine müdahalesi için gerekli olan kripsin ve kimokripsin enzimlerini kullanıp yoketmektedir. Sebze proteinleri ise bu enzimleri kullanmamaktadırlar.

Yediğimiz "organik" yiyeceklerimizde bulunan "canlı" enzimler ısı 41⁰ C sınırını geçtiği zaman canlılığını kaybeder ve ne pankreasımıza ne de bağışıklık sistemimize faydalı olamazlar. Ayrıca vücudumuz yaşamsal önemi bulunan asit/alkali balansını korumak zorunda olduğundan, 7.4 olan alkalik pH dengemizi kronik asitleşmeye doğru adım adım götüren işlenmiş gıdalar, fast food, kızartmalar, mandıra ürünleri ve tam pişirilmiş yiyecekleri hayatımızdan çıkartarak mümkün olduğunca çiğ veya canlı enzimleri kaybolmadan buharda ısıtılmış taze sebze, yeşil salata veya meyveye dayalı “Çiğ” (Raw Food) beslenme tarzı, kanser bakış açısından işte bu temellere dayanmaktadır.

Çiğ Beslenmeye İlk Adım
Çiğ beslenme tarzı ağırlıklı bir diet uygulamanın sözde “gelişmiş” toplum yapısının yarattığı “fast food” ve “yüksek fruktozlu mısır şurubu” merkezli bir tad alma duygusuna baskın gelmesinin zorluğu ortadadır. Sağlıklı olmadığı bilinse bile günlük hayatımızda gereken enerji ihtiyacının basit ve hızlı bir yolu olarak görülen şeker ve basit karbonhidrata dayalı bu sağlıksız sistemler vücudumuzun “acil” enerji ihtiyacını karşılar fakat çalışma sistemi olarak “alkali” beslenme düzeninden 15 kat daha düşük bir randıma sahiptir ve enerji ihtiyacımız için tükettiğimiz oranda da “asidik” olmamız kaçınılmazdır. Bu sırada vücudumuz kendini korumak için “umutsuz” savaşlar vermeye çalışır ve asidik toksinlerin zararlı etkilerinden korumak için “yağ” oranına güvenir. Yani asit ile “yağ” ı birleştirerek kendisini korumaya çalışır; sonuç ise yağ oranı yüksek ve uzun dönemde yağ/asit deposuna dönen sağlıksız bir vücut olur. Kanserin kendi kendine iyileşmemesinin bir nedeni de yayılmaya altyapı sağlayan bu asidik hücre çevre şartlarıdır.

Asit/alkali dengemizi korumak için eğer beslenme alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemiyorsak ne yapmamız gerekir? İlk adım içtiğimiz “Su” ve diğer sıvı içecekleri mümkün olduğunca düzene sokup, sonrasında da çiğ beslenme tarzına “Blender” veya “Juicer” ile başlamak olacaktır.

Su, Kahve, Çay, Kola ...
Su, öncelikle asit artıklarının vücudumuzdan yıkanarak atılması için “yeterli” derecede tüketilmesi gereken hayati bir sıvıdır. Doğal kaynaklardan içilen suyun alkali değeri yüksek olduğu halde günümüzde şişelenmiş olarak satılan suların pH dereceleri çok yüksek değil, genelde nötr veya asidik değerdedir. Öncelikle ilk hedefimiz en yüksek pH derecesine sahip olan şişelenmiş suları tespit ederek onların kullanımına yönelmek olmalıdır (yaptığımız araştırmalara göre en yüksek oran pH 8.22 ile SakaSu ve pH 8.05 ile Carrefour marka sulardadır, pH 8.0 değerinden yüksek diğer markaları bulabilenler lütfen bizi mail ile bilgilendirsinler).

Kola ürünlerinin ortalama pH değeri 3.0 dır ve tüketimi son derece sağlıksızdır (light, diet, olanlar dahil). Ayrıca sadece enerji ve şeker vermesi için genetik mühendisleri tarafından değiştirilmiş “Mısır ???” şurubu ile tatlandırılmış alkolsüz içecekler grubu sağlık sorunlarının başlıca kaynaklarıdır.

Kahvelerin içerisindeki asit miktarı kahve çekirdeğinin yetiştiği bölgenin asit oranına ve kavrulma derecesine bağımlıdır. Kahveden vazgeçemeyenlerin koyu kavrulmuş “Dark Roast” kahveleri tercih etmesi gerekir çünkü kahveler kavruldukça asit oranları da DÜŞMEKTEDiR. Yani sanıldığının aksine içimi kolay olan az ve orta kavrulmuş kahveler asidik oran olarak çok daha yüksektedir. Yeşil kahve çekirdeklerinin yetişme ortamlarındaki asidik şartlarda göze alındığında öncelikle Sumatra, Brezilya ve Hindistan kahveleri koyu kavrulmuş olarak (Dark Roast, French Roast, Italian Roast) tarzında tercih edilmelidir. Eğer süt ile içilecekse alkali değerlerine sahip olan soya sütü yada keçi sütü kullanılmalıdır.

Çayın pH değerleri 4.0 ile 6.0 arasında değişiklik gösterebilir. Çay içerisinde bulunan asidik tanin, çay demlendikçe daha da ortaya çıkar. Zencefil çayı ve Yeşil çay kullanamıyorsak, çayı az süreli demlemek ve limon ile içmek asidik değeri düşürmek açısından önemlidir.

Sebze Suları ve Kanser
Kanser tedavisi süresince ve sonrasında kolon bölgemizin mümkün olduğunca temiz olması ve vücudumuzun ihtiyacı olan destekleri mümkün olduğunca kolay alması gerekmektedir. Kolon bölgemizde kirli birikim yaratan, yani bağırsaklarımızda fermente edilen tüm yiyeceklerden sakınılmalıdır; özellikle Et ve Balık.. Gerekli mineral ve vitaminlerin çiğ ve/veya vegan beslenme tarzından en kolay alınabilme yolu ise “Blender” yada “Juicer” dan geçmektedir ve özellikle kanser tedavisi sonrası gerekli organik mineral ve canlı enzimlerin bir sünger gibi vücudumuz tarafından emilebilmesinin en doğru ve hızlı yoludur.

Çiğ sebze suları içildikten 10 – 15 dakika sonra sindirilir, asimile edilir ve yeni hücre, doku, bez ve organlarımızın yenilenmesi ve beslenmesi için kullanılır. Tüm sindirim işleminin maksimum hız ve minimum efor ile bitirilmesi anlamına gelen “Juicing” ile sindirim sistemimiz dinlenir ve bağışıklık sistemimiz vücuda yeni giren toksik maddeler olmadığından kendisini dokularda önceden birikmiş toksinleri elimine etmeye yöneltir. Yani anafikir bir müddet sadece organik sıkılmış sebze, meyve suları içerek sindirim sistemini kapatıp,  vücudu detoksa yönlendirmek olmalıdır.

Blender kullanılarak yapılan “smoothie” lerin ise farklı gerekliliği vardır. Sebze sularında ayrılmış olan “lif” ler blenderda yapılan smoothie lerde bolca bulunur ve kolon bölgemizde temizlik için gereklidir, özellikle yeşil sebzeler ile yapılmış olanlar.. Yine de “tokluk” hissi veren ve vücudumuzun sadece bir “alışkanlığı” olan bu liflere herzaman ihtiyacımız var denemez. 

Suyu için kullanacağınız en önemli sebzeler koyu yeşil yapaklı olanlar olmalıdır. Her ne kadar marketlerden tadına alıştıklarımıza benzemese de en yüksek alkali değeri oluşturun sebzeler bunlardır. İçerisine havuç, limon veya elma atılarak tadları kompanse edilebilir yalnız dikkat edilecek nokta bu sıvıları gereğinden fazla tatlı yapmamaktır. Vücudumuz hayat boyu işlenmiş ve tam pişmiş gıdalardan şeker almaya alışmış olduğundan dolayı meyve ve tatlı sebzeleri mümkün olduğunca az tutarak (kanser tedavisi süresince tamamen kaldırarak) doğru şeker metabolizmasına yönlenmesi için vücudumuza bir rehabilitasyon süresi vermek doğru olacaktır.
Karalahana, Pazı, Kıvırcık, Kereviz, Maydanoz (yüksek vitamin C, bioflavanoidler, demir, mineraller ve klorofil), Salatalık (kabuğu ile), Brokoli, Karnabahar, Brüksel Lahanası, Havuç (şeker içeriği için), Zencefil Kökü (anti-inflamatuar özelliğinden), Limon (Yüksek vitamin C & bioflavanoidler) gibi sebzeler “juicing” listenizden eksik olmaması gerekenlerdendir.

pH Denge Tablosu
Vücudumuzun pH dengesini alkali lehine korumaya yönelik beslenmeye ilişkin fikir yaratabilecek bir pH tablosunu da altta vermek istiyoruz. Gördüğünüz gibi yiyeceklerimizin vücutta yarattığı asit/alkali oluşturma kapasitesi yiyeceklerin kendi pH derecesi ile ilgili değildir. Örneğin bir limon oldukça asidik bir meyve olduğu halde sindirim ve asimilasyon sonrası oluşan son-ürünler vücutta alkali oluşturma potansiyelindedir. Benzer olarak, et sindirim öncesi alkali olarak ölçülebildiği halde vücutta oldukça asidik bir kalıntı bırakır ve hemen hemen tüm hayvansal ürünler gibi asit oluşturucu kabul edilir.

Yüksek Alkali
Alkali
Düşük Alkali
YiYECEK KATEGORiSi
Düşük Asidik
Asidik
Yüksek Asidik
Stevia
Akçaağaç (Maple) Şurubu, Pirinç Şurubu
Ham Bal, Ham Şeker
TATLANDIRICI
İşlenmiş Bal, Molas
Beyaz Şeker, Kahverengi Şeker
NutraSweet, Equal, Aspartame, Sweet 'N Low
Limon, Karpuz, Lime, Greyfurt, Mango, Papaya
Hurma, İncir, Kavun, Üzüm, Papaya, Kivi, Yabanmersini, Elma, Armut, Kuru üzüm
Portakal, Muz, Kiraz, Ananas, Şeftali, Avokado
MEYVELER
Erik, İşlenmiş %100 Meyve Suları
Vişne, Işgın
Karadut, Böğürtlen,Kızılcık, Kuru Erik
Kuşkonmaz, Soğan, Sebze Suları, Maydanoz, Çiğ Ispanak, Brokoli, Sarımsak
Bamya, Balkabağı, Ayşekadın, Pancar, Kereviz, Marul, Dolma Kabağı, Yerelması, Keçiboynuzu
Havuç, Domates, Taze Mısır, Mantar, Lahana, Bezelye, Patates Kabuğu, Zeytin, Soya Fasülyesi, Tofu
 SEBZELER, BAKLAGiLLER
Pişirilmiş Ispanak, Barbunya, Meksika Fasülyesi
Patates (kabuksuz), Benekli Fasulye, Kuru Fasülye, Lima Fasülyesi
Çikolata
   
Badem
Kestane
KURUYEMiŞ
Kabak çekirdeği, Ayçekirdeği
Fındık, Kaju Fıstığı
Yerfıstığı,   Ceviz
Zeytinyağı
Keten Tohumu Yağı
Kanola Yağı
YAĞLAR
Mısır Yağı
   
   
   
   
Horozibiği, Akdarı, Kara Pirinç, Kinoa
HUBUBAT, TAHILLAR
Ruşeymli Ekmek, Kızıl Buğday, Esmer Pirinç
Beyaz Pirinç, Mısır, Karabuğday, Yulaf, Çavdar
Buğday, Beyaz Un, Pastalar, Makarna
   
   
   
ETLER
Av Eti, Soğuk Deniz Balığı
Hindi, Tavuk, Kuzu Eti
Dana Eti, Sığır Eti, Kabuklu Deniz Ürünleri
   
Anne Sütü
Soya Peyniri, Soya Sütü, Keçi Sütü, Keçi Peyniri, Peyniraltı Suyu
YUMURTA,     SÜT ÜRÜNLERİ
Yumurta, Tereyağ, Yoğurt, Yayık Ayranı, Süzme Peynir
Ham Süt
Peynir, Homojenize Süt, Dondurma
Bitki Çayları, Limon Suyu
Yeşil Çay
Zencefil Çayı
iÇECEKLER
Çay
Kahve
Bira, Alkolsüz İçecekler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.