28 Mart 2014 Cuma

OVER KANSERi BELiRTiLERi VE RiSKLER



Over kanseri göreceli olarak nadir görünen fakat ölümcül bir kanser türüdür. Over kanserini teşhis etmek için efektif bir görüntüleme metodu bulunmadığı gibi doktorlar tarafından overleri de kapsayan pelvik kontrolleri ile de tümörü belirli büyüklüğe gelmeden yakalamak mümkün değildir. Transvajinal ultrason ve CA-125 kan testinin de kesin bir tanı sağlayamaması erken teşhis için mutlaka olası belirti ve semptomlara dikkat edilmesi gerekliliğini göstermektedir.

Over kanserinin bazı ana semptomları şunlardır;

* Abdominal basınç ve şişkinlik, doluluk hissetme,
* Pelvik bölgesinde ağrı ve rahatsızlıklar,
* Sürekli hazımsızlık, gaz ve bulantı,
* Daha sık idrara çıkma veya kabızlık gibi bağırsak fonksiyon değişimleri,
* İştah kaybı veya çok çabuk tokluk hissetme,
* Abdominal çapın genişlemesine bağlı olarak kıyafetlerin bel çevresinde sıkması,
* Sürekli enerjisiz ve yorgun hissetmek,
* Yukarıdaki semptomların zamanla daha da kötüleşmesi.

Son araştırmalar, olgun kadınlarda ovülasyon (her ay Graaf folikülünden yumurtanın atılması) sürecinde yumurta ile birlikte overden çıkan sıvının içerdiği büyüme hormonu ve diğer moleküller sebebi ile fallop tüplerine yakın hücrelerin DNA’sının zarar gördüğünü göstermiştir. Bu nedenle en ölümcül over kanserlerinin overde değil fallop tüplerinin uçlarındaki hücrelerde başladıkları gözlemlenmiştir. Bu bulgular ışığında ovülasyon sürecinin azalmasını sağlayan hamilelik, emzirme ve doğum kontrol hapları gibi unsurların over kanseri riskini düşürebildiği söylenebilmektedir. Fertilite ilaçları, menopoz sonrası horman replasman tedavisi, obezite ve ilerleyen yaş ise riski yükseltmektedir.

Over kanseri riski birinci derece yakınlıkta olan anne ve kız kardeşlerde over kanseri tanısı olması halinde üç kat artmaktadır. Normal popülasyonda % 1.4 olan risk, aile geçmişinde BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonu olan popülasyonda ise hayat boyu % 15-40 aralığında seyretmektedir.

Çoğunlukla sindirim problemi olarak düşünülüp gözardı edilen over kanseri semptomlara karşı daha dikkatli olmanız dileği ile zindelikler dileriz...

26 Mart 2014 Çarşamba

JiNEKOLOJiK KANSERLERiN FARKINA VARILAMAYAN 5 BELiRTiSi



Pekçok kadın jinekolojik kanserlerin belirtilerinin, özellikle de sırt ağrısı, idrar artışı gibi üreme organları ile fazla ilgisi olmayan belirtilerin farkına varamamaktadırlar.

Beş değişik jinekolojik kanser tipi (Serviks-Rahim Ağzı, Over-Yumurtalık, Uterin-Rahim, Vajinal, Vulva-Dış Genital) olduğu halde tarama ve görüntüleme sadece serviks kanseri için önerilmektedir ve bu nedenle erken teşhis sadece kadınların belirtileri algılamasına bağlıdır.

“Centers for Disease Control and Prevention” araştırmacısı Cynthia Gelb tarafından yürütülen Eylül 2012 tarihli araştırmada jinekolojik kanserlere ait belirtilerin yer aldığı bir liste kadınlara verilmiş ve kendilerini en çok endişelendiren seçenekleri işaretlemeleri istenmiştir. Sonuç olarak kadınların en fazla vajinal akıntıdan endişelenerek, bir olası kanser belirtisi olarak gördükleri bulgulanmıştır.

Araştırmaya katılan bazı kadınlar vulva yüzeyindeki değişiklikler ile pelvik bölgesindeki ağrı ve baskının da önemli olabileceğini belirtmiş fakat kanser gibi ciddi bir durum ile bağlantılı olduğunu düşünmemişlerdir.

Kadınların farkındalığına tamamen varamadıkları beş semptom ise şunlardır;
1- Vajinal kaşıntı ve yanmalar,
2- Abdominal (karın bölgesi) ve sırt / bel ağrıları,
3- Sürekli yorgunluk hissi,
4- İdrara sık çıkma ve zorlanmalar,
5- Şişkinlik ve gaz.

Araştırmada, olası bir problemin potansiyel belirtileri olarak sıralanan bu gibi durumların kadınlar tarafından yeterince ciddiye alınmadığı ve doktor randevusu düşünülmediği görülmüştür. Kadınların büyük çoğunluğu zaten her zaman yorgun hissettiklerini, adet döneminde şişkinlik yaşadıklarını ve post-menopoz dönemde sık idrara çıktıklarını belirtmişlerdir.

Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta kadınların kendileri için “normal” olan koşulları; dönemlerinin döngüsünü, şiddetini, bir sofraya oturduklarında hangi şekilde tokluk hissettiklerini ve hangi sıklıkla sırt/abdominal ağrılar hissettiklerini bilmeleridir. Süresinde gerçekleşmeyen ve/veya normalden şiddetli bir akıntı doktorunuza acilen başvurmanız gereken bir semptomken, şişkinlik ve diğer semptomlar iki haftadan fazla sürmesi halinde bir doktor randevusu nedeni sayılmaktadır.

Jinekolojik kanserlerin en erken tanısı en efektif tedaviyi sağlamaktadır ve belirtiler pekçok kadın tarafından gözardı edilebilmektedir. Bu yazımızın, sizlerin meme kanserinden sonra ortaya çıkabilecek olası problemlerin farkındalığına varabilmenize yardımcı olması dileği ile zindelikler dileriz...

25 Mart 2014 Salı

BiR KiTLE BULDUĞUNUZDA BiLMENiZ GEREKENLER



Memenizde bir kitle bulmanız sizi soğuk terler içerisinde bırakabilir fakat güven verici bir gerçek onun genelde bir kanser olmadığıdır. Cleveland Clinic Taussig Kanser Enstitüsündeki uzmanlar bakın semptomlar ve yapmanız gerekenleri nasıl özetliyorlar (tabiki oluşan tüm değişiklikleri mutlaka doktorlarınız ile paylaşmanız gerekliliğini hatırlatarak);

YUMUŞAK KiTLE YIĞINI:

Semptom: Yumuşak, pürüzsüz, dairesel, üzüm tanesi benzeri bir kitle. Üzerine basınç uygulandığında çok az hareket eder ve dokunulduğunda acı verebilir. Büyük ya da küçük olabilir.
Nedir?: Doğal sıvı ile dolu kist veya keseciklerdir.
Neden Oluşur?: Dönemlerinizdeki hormon değişimlerinden oluşur. 35-50 yaş arası kadınların % 30’unda görülebilir.
Ne Yapmalısınız?: Ultrason çekimi ile içinin sıvı dolu olduğu ya da katı kütle (kanseröz şüphesi) olduğu anlaşılabilir. Kist acı verici ise doktorunz bir iğne yardımı ile drenaj yapabilir. İlaçlar ile kistin yeniden oluşum süreci geciktirilebilir.

SIVI AKINTISI:

Semptom: Her iki meme ucundan da sıvı sızıntısı.
Nedir?: Süt drenajı olabilir.
Neden Oluşur?: Tiroid ya da hipofiz bezi problemi olabilir. Diğer belirli sebeplerinin arasında hamilelik, doğum kontrol hapları ve meme ucu dürtüleri bulunmaktadır.
Ne Yapmalısınız? Doktorunuz ile konuşunuz. Bezlerden oluşan bir problem ise ilaç tedavisi bulunmaktadır.

YUMUŞAK KÜTLE KÜMESi:

Semptom: Döneminizden önce bir ya da her iki memede hassasiyetin de eşlik ettiği yumuşak, ebatları 2,5 – 10 cm arasında değişebilen kitleye benzer bir kütle kümelenmesi.
Nedir?: Fibrokistik değişimler olabilir.
Neden Oluşur?: Meme dokusunda kalınlaşma da yaratabilen östrojen ve progesteron değişimlerinden oluşur. Kadınların yaklaşık % 50 sini etkileyen bu problem menopoz dönemine kadar aralıklarla devam eder.
Ne yapmalısınız?: Doktorunuz ile konuşarak ağrıyı azaltabilecek ilaçlar alabilir ya da destekleyici özellikte bir sutyen kullanabilirsiniz. Beslenmenizde yağ ve kafeini azaltmanız da yardımcı olabilir.

SERT KÜTLE KÜMESi:

Semptom: Düzgün kenarlara karşıt düzensiz ve sivrimsi yüzeyler hissedilir. Basınç uyguladığınızda hareket etmez ve tepki vermez.
Nedir?: Kanseröz tümör olabilir.
Neden Oluşur?: Kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik faktörler, aile geçmişi ve yaş risk faktörleridir. Araştırmalar günde iki alkollü içecek tüketiminin riski % 10 arttırabildiğini de göstermiştir.
Ne Yapmalısınız?: Doktorunuzu arayarak mamografi çekimi randevusu almanız gereklidir.

SERT KiTLE YIĞINI:

Semptom: Sert, yuvarlak hatlı ve kolayca tanımlanabilen bir kitledir. Yaklaşık 13 cm’ ye kadar her boyutta olabilir. Cilt altında acı vermeden hareket edebilir.
Nedir?: Fibroadenom; sınırları belirgin, yuvarlak ya da lobüle iyi huylu kitle olabilir.
Neden Oluşur?: Hormon seviyelerindeki değişimler nedenleridir. Benign tarzdaki bu tümörlere kistler kadar fazla rastlanılmasa da 20 li ve 30 lu yaşlardaki kadınlarda görülebilir.
Ne Yapmalısınız?: Bir mamografi çektiriniz. Doktorunuz muhtemelen biyopsi gerekmediğini söyleyecektir. Boyutu büyük ise cerrahi müdahale bir opsiyon olabilir.

Zindelikler Dileriz...
Kaynak: news.health.com - 25 Mart 2014

21 Mart 2014 Cuma

MAMOGRAFi NE KADAR GEREKLiDiR?



MAMOGRAFi NE KADAR GEREKLiDiR?
The Washington Post, 18 Mart 2014

Mamografi çekimi yaptırtma ya da yaptırtmama konusundaki kafa karışıklıkları geçen ay içerisinde geniş çaplı bir araştırmanın sonuçlarının açıklanması ile daha da artmış, 90.000 kadının 25 yıl süresince izlendiği araştırmada meme kanserinden ölüm oranlarının mamografi çektiren ve çektirmeyenler arasında aynı olduğunun açıklanmasının yanısıra tanı konulan her 5 kanserden birisinin aslında kadınların sağlığını tehdit edici olmadığı da bildirilmiştir.

ACR (American College of Radiology) gibi mamografi savunucuları ise araştırmada kullanılan mamografi cihazlarının son teknoloji olmadığı ve yeni cihazlar kadar fazla kanser bulgusuna rastlayamayacağını temel alarak araştırmanın yanlış yönlendirebileceği konusunda görüş bildirmişlerdir.

American Cancer Society medikal yöneticisi Otis Brawley’ in açıklaması ise şu şekildedir; “Mamografi hayat kurtarır... fakat insanların düşündüğü kadar değil... en iyi araştırmalar meme kanseri tanısı konulan kadınlar arasında ölüm riski yüksek olanların 3/2 sinin en kaliteli mamografi cihazını kullansalar bile hayatlarını kaybedeceğini göstermiştir.”

Kendisi de bir meme kanseri survivor’ u olan “National Breast Cancer Coalition” başkanı Fran Visco ise iki konuya dikkat çekmiştir; ilki, en ölümcül kanserler mamografide teşhis edilmeden önce yayılmış olabilirler; ikincisi, mamografide bulunan kanserlerin bir kısmı size hiçbir zaman zarar vermeyecek olanlardır. “Ölümcül kanserleri zararsız olanlardan ayırt edebilene kadar tümünün tedavi edilmesi için zorlanmaktayız. Bu nedenle bazı kadınlar kendilerine zarar vermeyecek kanserler için de cerrahi müdahale, kemoterapi ve diğer tedavileri almaktadırlar.”

Sonuçta bir mamografi kararının geldiği noktadaki soru şudur; Hayatınızın kurtulması şansına karşılık ne kadarlık bir potansiyel zararı kabul edeceksiniz?

Bu konuda bazı veriler içeren ve JAMA Internal Medicine’ da bu ay içerisinde yayımlanan analiz sonuçlarına göre;
40 yaşından itibaren 10 yıl süre ile yıllık mamografi kontrolünü yaptıran 1000 kadının 510-690 kadarı kanser olmayan bir bulgu için geri çağrılacak, 60-80 kadar kanser bulgusu ile sonuçlanmayan biyopsi yapılacak, 11 kadın kendisini öldürmeyecek bir kanser için tedavi görecek ve 2 kişinin altında bir oranda da hayat kurtarılacaktır.
50-59 yaş arası veriler; 490-670 geri çağırım, 10-100 gereksiz biyopsi, 3-14 gereksiz tedavi ve 4 kişiden az hayat kurtarılmasıdır.
60-69 yaş arası veriler ise; 390-540 geri çağırım, 50-70 gereksiz biyopsi, 6-20 gereksiz tedavi ve 49 a kadar kurtarılan hayat şeklinde bulgulanmıştır.

Fran Visco’ ya göre; “Eğer fayda ve zararlarını karşılaştırarak mamografiye karar verdiyseniz, bu kabul edilebilir. Eğer çektirmemeye karar verirseniz, bu da kabul edilebilir. Kendinizi zorunlu hissetmemeniz gerekir.”

Konuyu biraz daha karmaşıklaştıran iki büyük araştırma aylık “Kendi Kendine Meme Muayenesi” nin şüpheli kitlelerin bulunma oranını arttırdığı halde hayat kaybı riskinde bir azalma sağlamadığını göstermiştir. American Cancer Society 2006 senesinde kurallarını güncelleştirerek yüksek risk grubunda olan kadınlar dışındaki kadınlarda bu muayeneyi isteğe-bağlı olarak değiştirmiştir. U.S. Preventive Services Task Force ise mamografiyi 50-74 yaş aralığında her 2 senede bir önermekte ve neden olarak her yıl kontrole göre daha az yanlış-pozitif sonuç gösterdiğini öne sürmektedir. Michael LeFevre, task force başkanının ağzından açıklarsak; “ Mamografinin en büyük yardımı 60’ lı yaşlarınızdadır. 40’ lı yaşlarda mamografi kontrolüne başlayan kadınların yarısı yanlış-pozitif sonuç alacaktır. Endişeler doktorlarınız ile tartışılmalı ve bireysel risk faktörü ile değerleriniz baz alınarak karar verilmelidir.”

Dr. Susan Love Research Foundation başkanı ve bir meme cerrahı olan Susan Love ise kitlelerin kadınlar tarafından genelde kendi kendine muayene yaparken değil yatakta uzanırken ya da giyinirken bulunduğuna dikkati çekerek şu açıklamayı yapmıştır; “Memelerimiz bir gizli saatli bomba değildir ama eğer birşey bulursanız mutlaka kontrol ettirmeniz gereklidir.”

Zindelikler Dileriz...

Yazıda konusu geçen araştırmalara ait linkler;
http://www.bmj.com/content/348/bmj.g366
http://www.newswise.com/articles/bmj-article-on-breast-cancer-screening-effectiveness-incredibly-flawed-and-misleading
http://archinte.jamanetwork.com/article.aspx?articleid=1792915
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/12804462
http://www.uspreventiveservicestaskforce.org/uspstf/uspsbrca.htm
http://www.cancer.org/cancer/breastcancer/moreinformation/breastcancerearlydetection/breast-cancer-early-detection-acs-recs-bse
http://www.washingtonpost.com/national/health-science/making-sense-of-new-studies-questioning-mammograms-is-the-test-worth-having/2014/03/17/ac858abc-a862-11e3-b61e-8051b8b52d06_story.html

12 Mart 2014 Çarşamba

BESLENME, MiKRO-ORGANiZMALAR VE KANSERDEN KORUNMA



İnsan vücudu hücre sayısının yaklaşık 10 katı kadar mikro-organizma barındırmaktadır. Mikrobiyom biliminin gelişmesi ise bağırsaklarımızda yaşayan trilyonlarca mikro-organizma türlerine bağlı olarak kanser ile beslenme stili arasındaki ilişkiyi görmemize olanak sağlamaktadır.

Bağırsaklarımızdaki mikro-organizmalar (mikrobiyom) yaklaşık 1.5 kg toplam ağırlıkları ile sağlık için öncelikli öneme sahip birtakım fonksiyonları yürütmektedirler. Vitaminleri işlemek, toksinleri parçalamak ve gerekli metabolitleri üretmek ana görevleri olan bu mikro-organizmalar ile kanser arasındaki anahtar ilişki ise gelişen teknolojiler sayesinde anlaşılabilir hale gelmiş ve her bir bireyin farklı ve geniş bir mikrobiyom yapısına sahip olabileceği belirlenmiştir.

2010 senesinde “Nature” da yayımlanan bir çalışma bağırsak mikrobiyomunun 3.3 milyon mikrobiyal gen içerebileceğini ve bunun % 99 kadarının bakteriyel olduğunu bulgulamıştır. Mikrobiyomumuz doğduğumuzda oluşup yaşantımız süresince duruyor olsa da beslenme düzenimiz ile mikrobiyal topluluk ve metabolik aktiviteleri arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. Örneğin; sağlığa yararlı bakyeriler içeren probiyotikler tüketmek geçici olarak mikrobiyom kompozisyonunu değiştirerek sindirim ve bağışıklık fonksiyonlarında gelişme yaratabilmektedirler.

Aberdeen Üniversitesi, Rowett Beslenme ve Sağlık Araştırma Enstitüsü, Moleküler Beslenme Araştırma Başkanı Wendy R. Russell, PhD, tarafından yürütülen araştırma sonucunda beslenme ile manipüle edilen bir mikrobiyom ortamının kansere davetiye çıkarttığı bilinen enflamasyonu tetikleyen metabolitler üzerinde belirgin değişiklikler yaratabildiği açıklanmıştır. Protein ve karbonhidrat üzerine odaklanan Russell ve arkadaşları bir aşamada yüksek-protein düşük-karbonhidrat içeren Atkins diyetini incelemiş, diğer bir aşamada ise proteinini et tabanlı ve soya tabanlı alan iki farklı grubu araştırarak 4 hafta içerisinde et grubundaki enflamatuar moleküllerin incelenen bağırsak mikrobiyom biyolojik örneklerine dayanarak artışını belgelemişlerdir. Yazımızın konu resmi olarak da hayvansal protein alımının artışını konu alan "Public Health Nutrition; 2010" grafiği seçilmiştir.

Değişik popülasyonlar üzerinde mikrobiyomları anlamaya çaliışmak kanserden korunmada beslenmenin önemi hakkındaki araştırmaları genişletmiştir. Asya popülasyonunun meme ve prostat kanserine karşı tutarlı korunmasını sağlayan soya besinleri batı toplumlarında fazla yer bulamamaktadır. Araştırmacıların üzerinde yoğunlaştığı soya izoflavonlarından “daidzein” hakkında Fred Hutchinson Kanser Araştırma Merkezi eş yöneticisi Johanna Lampe, PhD ise daidzein’ in dönüştüğü aktif metabolitlerin önemine dikkat çekmiştir.

Konuya obezite ve/veya kilo alımı ile kanser arasındaki ilişkiden bakacak olursak bağırsaklarda sağlıklı bir organizma karışımının obezite riskini azaltabileceği bilinmektedir. Bağırsak organizmaları yediğimiz besinlerden ne kadar enerji ya da kalori çekileceği ve kaç kalorinin yağ olarak depolanacağı konusunda hayati bir role sahiptir. MD Anderson’ da bir besinsel epidemiyolog olan Carrie Daniel-MacDougall, PhD, MPH, bu konuda şunları söylemektedir: “Hangi bakterilerin mikrobiyom için ideal ve hangilerinin zararlı olduğu konusunda pek çok bilinmez bulunsa da mikro-organizma yelpazesinin genişliğinin sağlığa yararlı olduğu konusunda birçok şey öğrenmiş bulunuyoruz. Değişik sebze ve meyveler içeren bitki bazlı beslenme stili vücuttaki sağlıklı organizmalar dengesini koruyan en doğru beslenme tarzıdır. Meyve, sebze ve fasülye türleri yüksek lif içerir ve lif sağlam bir bağırsak organizmasına destek olur. Lifli besinler tüketmek pekçok kanser türünde riskin düşmesini sağlar.”

Pre ve probiyotik besinler metabolizmamıza yeni mikro-organizmalar kazandırmakta, aynı zamanda sağlıklı bir karışım oluşabilmesi için mevcut organizma düzeninde değişiklikler yaratmaktadırlar. Asparagus, muz, yulaf, fasulye ve bakliyat gibi prebiyotik besinler bağırsaklarda yaşayan organizmaları beslerken canlı ve yararlı mikro-organizma içeren probiyotik besinler zararlı bakterilerin üremesini baskılamaktadırlar.

“Konu sağlıklı bir mikrobiyom ortamı ile kanser riskinizi düşürmekse, yararlı olanlar sadece uzun-dönemli seçimlerinizdir. Öncelikle sağlıklı bir beslenme tarzı belirleyerek seçeceğiz ve zaman içerisinde ona daha sıkı sarılacağız.” -Carrie Daniel-MacDougall, PhD, MPH.

Zindelikler Dileriz...

8 Mart 2014 Cumartesi

YENi ARAŞTIRMA! D ViTAMiNi MEME KANSERiNDE HAYATA KALMA ŞANSINI iKiYE KATLAYABiLiYOR



Time - 7 Mart 2014
Anticancer Research Mart 2014 saysında yayımlanan yeni bir çalışmanın sonucu olarak araştırmacılar yüksek D vitamini oranına sahip meme kanseri hastalarının düşük D vitamini oranına sahip olanlara kıyasla iki kat fazla yaşam beklentisine sahip olduğunu açıklamışlardır.

Araştırma yazarı, San Diego’ da bulunan Kaliforniya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Heather Hofflich çalışmanın geleneksel meme kanseri tedavisine destek olarak D vitamini eklenmesinin gerekliliğini gösterdiğini ve güneşe maruz kalındığında kendi D vitaminini üreten vücut metabolizmasına destek olarak meme kanseri ile savaşan kadınlara uygulanan çeşitli tedavilerde D vitamini takviyesinin kullanılabileceğini belirtmiştir.

Daha önceki araştırmalarında düşük D vitamini seviyelerinin pre-menopoz meme kanseri riskinde büyük bir yükselmeye sebep olduğunu bulgulamış olan Aile ve Önleyici Tıp Departmanı profesörü Cedric F. Garland, DrPH, araştırmaların kendilerini D vitamini alımı sonucu vucudun ürettiği bir metabolit olan 25-hidroksivitamin D ile meme kanserinde sağkalım oranları arasındaki ilişki üzerinde bir çalışma yapmaya yönlendirdiğini açıklamıştır

Garland ve arkadaşlarının hastaların 25-hidroksivitamin D oranlarını tanı aldığı günden itibaren 9 yıl süre ile izlediği ve 4,443 meme kanseri hastasını kapsayan araştırmalarının istatistiki analizi sonucunda yaptıkları açıklama şu şekildedir:
“ D vitamini metabolitleri agresif hücre bölünmesini bloke edebilen bir proteini tetikleyerek hücreler arası iletişimi geliştirmektedir. D vitamini reseptörleri bulunduğu sürece tümör gelişimi ve kan dolaşımına entegre oluşu önlenebilmektedir. Reseptörler tümör çok ileri evrede olmadığı sürece kaybolmadığından kanlarında yüksek D vitamini olan hastaların yaşam beklenti oranlarında artış görülmektedir.”

Araştırmada yüksek serum grubu kadınlarda ortalama 30 nanogram/millilitre (ng/ml) 25-hidroksivitamin D oranı tutturulmuş, diğer grup kadınlar ise standart ortalama olan 17 ng/ml oranında izlenmiştir. 30 ng/ml seviyelerinin zaten düvenli doz sınırını aşmadığının belirlenmiş olduğunu açıklayan Prof. Garland, D vitamini takviyelerinin standart tedaviye entegre edilmesi için daha fazla araştırma süreci beklenmemesi gerektiğini düşündüğünü açıklamış fakat hastaları öncelikle kendi sağlık profesyonellerinden fikir almaları ve kanlarındaki D vitamini oranlarını ölçtürmeleri gerekliliği konusunda uyarmıştır.

Garland ve arkadaşlarının 2011 senesinde açıkladıkları bir araştırma meta-analizinde 50 ng/ml seviyesinde 25-hidroksivitamin D oranının meme kanseri riskini % 50 ye düşürebileceği tahmini de yapılmış ve günlük besin+takviye toplamının 4,000 IU seviyesine ulaştığı bir D vitamini alımı ile 50 ng/ml serum seviyesine kolaylıkla ulaşılabileceği açıklanmıştır. NHI (National Institutes of Health) tarafından önerilen günlük doz ise yetişkinler için 600 IU, 70 yaş üzeri kişiler için ise 800 IU dur.

Zindelikler Dileriz…

Dipnot: "Pembeye ve Hayata" blog sayfamızda bulunan Şubat 2012 tarihli bir D vitamini bilgi makalesini de alttaki linkten yeniden okumanızı tavsiye ederiz;
http://pembeyevehayata.blogspot.com.tr/2013/07/vitamin-d-ve-dr-michael-holick.html

5 Mart 2014 Çarşamba

YÜKSEK HAYVANSAL PROTEiN = 3 KAT FAZLA KANSERE BAĞLI ÖLÜM



The Huffington Post, 4 Mart 2014

Güney Kaliforniya Üniversitesi (USC) Davis School of Gerontology araştırmacıları tarafından farklı etnik köken ve farklı son 20 yıl süreli sağlık geçmişi bulunan 6,318 yetişkininin katılımı sağlanarak tamamlanan yeni bir araştırmada daha yüksek hayvansal protein içerikli beslenme stilinin kansere bağlı ölümlerde artışa neden olduğu bulgulanmıştır. Araştırmada konu olan hayvansal protein kaynaklarına örnek olarak et, peynir, süt ve yumurta gösterilmiştir.

Araştırmada özellikle hayvansal proteinlerin araştırma süreci boyunca kanser dışındaki diğer ölüm nedeni risklerini de % 74 arttırdığı vurgulanmış, karbonhidrat ve yağ oranları kontrol edilse bile sadece proteinin negatif sağlık etkisi yaratmaya yeterli olduğu belirtilmiştir. Fasülyeler, kabuklu yemişler ve mercimek gibi bitki bazlı yüksek protein diyetlerinde ise aynı tehlikeli etki ile karşılaşılmamıştır.

Araştırmacı Eileen Crimmins, araştırmanın özellikle orta yaş grubunda düşük proteinli beslenmenin kanserden korunma ve yaşam beklentisi artışındaki önemini bulguladığını ve sürecin IGF-I ile insülin seviyeleriyle bağlantılı olduğunun belgelendiğini açıklamıştır. İyi haber ise IGF-I seviyelerinin doğal olarak sıfırlandığı 65 yaş üzerindeki kişilerde bu etkinin daha az görülmesidir.

A.B.D. Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (Centers for Disease Control and Protection – CDC) günlük protein alımı önerileri kadınlar için 46, erkekler için 56 gramdır. Paleo, Atkins ve Dukan gibi “Fad Diet” tarzı beslenme stillerini benimseyenlerin bu oranın daha fazlasını aldığını söyleyen diğer bir araştırmacı Valter Longo zaten önerilenin yaklaşık iki katının tüketildiği günümüz beslenmesinde protein tüketiminin, özellikle de hayvansal kökenli olanlaın, azaltılması gerekliliğinin altını çizmiştir.

USC araştırmasında düşük protein beslenme stili alınan kalorinin en fazla % 10 kadarının proteinden geldiği, yüksek protein stili ise en az % 20 kalorinin proteinden alındığı stil olarak belirtilmiştir. Araştırmanın çarpıcı yanı ise orta derede protein (% 10 - % 20) tüketen orta yaş grubunda kansere bağlı ölüm oranının 3 kat artmış olduğunun ortaya çıkmasıdır. Araştırmacılar bu konuda suçlu olarak IGF-I adı verilen protein kontrollü büyüme hormonunu göstermiş, IGF-I üzerindeki hafif bir oynamanın bile belirgin bir artışa neden olduğunu belirtmişlerdir.

“Hemen hemen herkes bir noktada ön-kanseröz veya kanseröz hücreye sahip olur. Soru: llerleyecekmi? olduğudur. Protein alımı sorunun cevabını belirleyici ana faktörlerdendir.”
- USC Araştırmacısı Valter Longo -

Dipnot: Bu makale dün tarihlidir fakat yıllardır benzer araştırmalar ile aynı sonuçlara ulaşılmıştır. "Pembeye ve Hayata" egzersiz programımıza gelen tüm hanımlara sporun yanısıra hayat tarzlarını da değiştirmeleri ve hayvansal ürünlerden mümkün olduğunca uzak durmaları tavsiyemizin altında yatan gerçekler başta "China Study" olmak üzere onyıllara yayılan bu araştırmalrdır.

Zindelikler Dileriz...

“PEMBE” NiN % 30’ U HANGi RENK?



“Ölüm” sürecini nasıl tanımlarsınız? Ansızın ölüm ile tanışmak yerine bir süreç geçtiğini düşünelim. Eğer vücut fonksiyonlarının tek tek yavaşlayarak tamamen kapanmasından bahsediyorsak, “ölmek” haftalar olarak tanımlanabilir. Peki, böyle bir süreçte hayattan sona doğru gidişinin daha öncesine doğru dönersek nelerle karşılaşırız? Gördüğüm kadarı ile önce hayat ayarlanıyor, sonra hizaya sokuluyor, sonra ise kısıtlamalar sırayla başlıyor.

Bu biraz iç karartıcı satırları yazmaya çalışmamın nedeni yakın zamanda kaybettiğimiz güçlü bir takım arkadaşımızı sevgiyle anma ihtiyacı ve belki de suçlayacak bir düzen aramak... metastatik meme kanseri hakkında...

En fazla bilinen kanser; Meme Kanseri.. En iyi bilinen kanser rengi (diğerlerini sanırım ben de karıştırırım); Pembe... Ama görüyoruz ki pembe hayat kurtarmıyor, hayatı kurtaranlar klinik araştırmalar, ilaçlar ve savunuculuk..

Dünyada istatistiki olarak meme kanseri tedavisi gören kadınların yaklaşık % 30’ unun metataz yaşayacağı bilindiği halde toplanan bağış, fonlar ve ar-ge bütçelerinin sadece % 2’ sinin metastatik hastalıkla baş edebilmeye ayrıldığını biliyormuydunuz? Ben kendimce suçluyu buldum; neden en azından % 30-% 30 değil de % 30-% 2 ? Metastatik hastalığa ayrılan fonlar % 30 olsaydı geriye kalan % 70 meme kanserinden korunmaya yönelik aşılar ve tedavi metodlarının geliştirilebilmesi için yeterli olmayacakmıydı? Maalesef anladığım kadarı ile “kanser” bir sektör ve bu sektör aralarında çok uzun yıllar boyu metastatik hastalık ile yaşayan kişiler bulunduğu halde genel anlamda meme kanserinde sağ kalım istatistiklerini kötü etkileyen bir grubu göz ardı ediyor. Bu fikrime karşı çıkanlar olursa umarım “Biz o % 2 bütçe ile de tedavi ediyoruz” demezler çünkü etmiyorlar, edemiyorlar... Bitip tükenmeyen ilaçlar, yan etkileri, ağrılar ve yazımın ilk paragrafı... Pembe organizasyonlar ile ‘Erken Teşhis; Evre 0, Evre I de yakalayalım” konsantrasyonu ona verelim diyenler için ise cevabım şu; Metastatik hastalığın istatistiki verisi olan % 30 bu kişileri de kapsar.. !

Ülkemizde meme kanseri ile ilgili çalışan pek çok dernek ve kuruluş var fakat metastatik hastalığın savunuculuğunu yapan ve eforunun en azından % 30’ unu “pembe” farkındalığın dışında kalan kadınların ihtiyacına yöneltebilecek farkındalığa sahip bir tanesine ben henüz rastlamadım -Lütfen var ise beni bilgilendirin-. Artık varlığı bilinen fakat medya ile büyük para organizasyonlarının görmezden geldiği bu “sessiz” hanımlar için de bir oluşumun vaktinin ise çoktan gelmiş ve geçmiş olduğunu gördüm, görüyorum ama görmeye devam etmemeyi diliyorum. Lütfen sessiz kalmayın, birbirinizle haberleşin, tedavilerinizi tartışın, bilgilenin, arayın, bulun, destek olun, destek verin.. Ülkemiz için klinik araştırma desteği zor olsa da organizasyonlarınız ile yaratabileceğiniz yeni bütçeleri enerjinizi daha fazla koruyarak hayatı daha dolu yaşamayı öğrenmeye odaklı eğitimler için ve metastatik hastalığın farkındalığı ile doğru bilgilendirmesi için kullanın, kullandırın. Evre IV araştırma ve tedavilerinin gelişmesi için savunuculuk yapın ve en önemlisi bir araya gelin, siz % 30 sunuz.
“Pembe” nin % 30’ u sizce hangi renk?

...Sevgili arkadaşımız Meral Kocaman' ın anısına...