26 Haziran 2014 Perşembe

FDA iLAÇ GÜVENLiK UYARISI; KEMOTERAPi iLACI DOCETAXEL ALKOL SARHOŞLUĞU SEMPTOMLARINA YOL AÇABiLMEKTEDiR


FDA, intravenöz kemoterapi ilacı Docetaxel’ in içeriğindeki etanol (alkol) nedeni ile tedavi süreci ve sonrasında alkol sarhoşluğuna yol açabileceği hakkında bir uyarı yayınladı.
Risk hakkında hastaların ve reçetelendirenlerin bilgilendirilmesi amacı ile tüm docetaxel ürünleri üzerindeki etiketlerin değiştirileceğini belirten FDA, alkole duyarlı hastaların ve/veya alkol etkileşimi gösterebilecek medikasyon uygulanan hastaların dikkatli olmaya çağrılmasını ve tedaviden sonraki 1 – 2 saat içerinde araç kullanma ve makine operatörlüğü yapılmamasını önerdi.
Docetaxel, Taxotere ve Docefrez gibi ticari isimler ile de tanınmakta olup meme, prostat, akciğer, mide kanseri kemoterapi ilaçlarından biridir ve her değişik kullanım kombinasyonu farklı alkol yüzdesi içermektedir. Bu nedenle sağlık profesyonelleri hastaların hassasiyetine göre bu kombinasyonların düzenlenmesi hakkında dikkali olmalıdır.
FDA, 20 Haziran 2014

9 Haziran 2014 Pazartesi

iŞ HAYATINDA SOLVENT VE KiMYASALLARA MARUZ KALAN KADINLARDA YÜKSELEN RiSK



NBC-News, 30 Mayıs 2014

Ortalamanın üzerinde meme kanseri riskine sahip olan ve iş hayatında organik solventler ile kimyasallara maruz kalan kadınların daha da yüksek risk grubuna girdiği açıklandı.

“Cancer Research” de yayımlanan araştırmada ilk doğumlarından önce organik solventlere maruz kalan fabrika çalışanları, laboratuar teknisyenleri, ev temizlik elemanları veya hiçmetçilerde % 40 ile iki kat arasında risk artışı gözlendiği belirtildi.

“Sister Study” araştırmasına katılan 50.000 kadından elde edilen verilerde kızkardeşi yada ablası meme kanseri tanısı aldığı halde kendisine tanı konulmayan fakat yüksek risk grubunda olan kişilerde ergenlik ile ilk doğum arasında kalan sürenin kimyasallar ve solventler açısından önemli olduğu belgelendi.

Araştırma, National Institute of Environmental Health Sciences tarafından kimyasallara maruz kalma zamanının meme kanseri ile ilişkisini göstermesi açısından önemli olarak vurgulandı.

Zindelikler Dileriz…

6 Haziran 2014 Cuma

MEME KANSERi VE SAĞLAM KEMiKLERE ULAŞMANIN DOĞRU YOLLARI



Meme kanseri tedavisi ve/veya menopoz sonrası sağlık kaygılarının başında osteoporoz gelmektedir.

Osteopeni (kemik yoğunluğu azalması) ve osteoporoz ölçümleri için klasik metod DEXA Scan olarak adlandırılan bir x-ray taramasıdır ve kemik densitesi ile mineralizasyon ölçümünde kullanılır.

Fakat, kemik yoğunluğu kesinlikle kemik “sağlamlığı” anlamına gelmemektedir ve bifosfonatlar diye adlandırılan ilaçların çoğu zaman işe yaramamasının nedeni de budur.

Kemikler kollajen matrix formunda minerallerden oluşmaktadır. Mineraller sağlamlık ve yoğunluk sağlarken kollajen kemiklere esneklik vermektedir. Esnekliğin olmadığı durumlarda yoğunluğu ne olursa olsun kemiklerin kırılganlık riski yükselmektedir.

Bazı ilaçlar birçok mineral oluşumları ile kemikleri yoğun (gibi) göstermekte fakat gerçekte bu ilaçları kullanan kişilerde de kemik çatlama ve kırılmaları yaşanmaktadır.

En yüksek kalsiyum tüketimi olan ABD, Kanada ve İskandinav ülkelerinde en yüksek osteoporoz oranları ölçülmüş ve “Kalsiyum Paradoksu” olarak adlandırılan tablo ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni ulusal bilgi ve kuralların yanlış kemik mineralizasyon teorileri üzerine kurulmuş olmasıdır.

Kalsiyumun yanlış formunun bizlere (reklamlarda çocuklar da kullanılarak) işe yarıyor gibi gösterildiği hakkında daha önce çeşitli bilgiler paylaşmış olduğumuzdan dolayı bu yazıda kalsiyumun doğru adreslenmesi üzerine odaklanmaya çalışacağız. Sadece şunu belirtelim; bu yanlış ve kötü formdaki kalsiyumu kullanan nano-bakteriler bulunmaktadır ve bu bakteriler oluşturdukları kalsiyumfosfat kabukları ile vücudun bağışıklık sistemine karşı bile koruma sağlayabilmektedirler.

Vücudun kalsiyumu ihtiyaç duyulan bölgelere yönlendirebilmesi ve olmaması gereken yerde biriktirmemesinin başlıca destekçileriden biri K vitaminidir.

K (özellikle K2) vitamini kalsiyumu iskelet sisteminize yönlendirerek arterleriniz, eklem yerleriniz ve organlarınızda birikmesini engeller. K2 vitamini ile aktive olan osteoblastlar (olgunlaşmamış kemik hücresi) tarafından üretilen “osteokalsin” proteini, kalsiyumun kemik matriksinize bağlanabilmesi için gereklidir ve aynı zamanda kalsiyumun arterlerimizde birikmesini de engeller. Diğer bir deyiş ile “K2 vitamini desteği olmayan kalsiyum sizin için değil size karşı çalışır.” Kemikler yerine koroner arterlere yönelen kalsiyum damar tıkanıklığı ve kalp hastalıklarının başlıca nedenidir ve K2 vitamini kalsiyumun arterlerde “mobil” halde kalmasının ve kemik kütlesine yapışmasının en büyük destekçisidir.

O halde sağlam kemikler nasıl oluşturulabilirler? Sorunun cevabı “Ağırlık egzersizi ve sadece bitkilerden elde edilen mineraller yolu ile” dir. Örneğin; 150 gr. yeşil bezelye kalsiyumun kemiklerde kalması için gerekli K vitaminin % 44’ ünü içerir. Sahip olduğu protein kalitesi ise artık bir kısım ticari markaların bile yönlenmesine neden olacak kadar yüksektir. Bunun dışında tüm yeşil yapraklı sebzeler, turunçgiller, keçi boynuzu ve buğdayçimi başlıca sayılabilecekler arasındadır.

Kemiklerde sadece kalsiyuma odaklanmak ise düşülen yanılgılardan birisidir. Kalsiyumun kemikler tarafından kullanılabilecek forma enzimatik olarak dönüşebilmesi için silis ve magnezyum gereklidir. Dolmalık biberler, salatalık, domates gibi sebzeler ile at kuyruğu, ısırganotu, yulaf sapı ve alfaalfa gibi önemli birtakım bitkilerdeki silis ve organik kakao’ da bulunabilecek magnezyum “doğru formda” kalsiyum kadar önemlidir.

Silis konusunda ek bilgi edinmek isteyenlerin altta bulunan linkler ile diğer bir blog sayfamızdaki yazıları okumalarını tavsiye edebiliriz;

http://rawfoodbeslenme.blogspot.com.tr/2013/11/elementlerin-teorisi-2-silikon.html

http://rawfoodbeslenme.blogspot.com.tr/2013/12/elementlerin-teorisi-2-silikon-bolum-2.html

Mandıra ürünleri ve soyanın yan etkileri/dezavantajlarını barındırmayan kalsiyum formları kullanmanız dileği ile zindelikler dileriz…

3 Haziran 2014 Salı

DiYABET İLACI MEME KANSERiNE KARŞI KORUYOR MU?



Sciencedaily, 02 Haziran 2014

Diyabeti kontrolde kullanılan en genel kullanımlı ilaçlardan biri olan metformin’ in kanser hücrelerinin proliferasyonunu engellemede etkili olduğu Meksika Center for Research and Advanced Studies (CINVESTAV) tarafından yürütülen klinik çalışmalarda ortaya çıktı.

José Eduardo Pérez Salazar tarafından gerçekleştirilen araştırmalarda özellikle meme kanseri hücrelerinin gelişimi ve migrasyonu (metastaz) üzerinde çalışıldığı ve metformin’ in koruyucu etkisinin görüldüğü belirtildi.

Yapılan açıklamada kanser hücrelerinin “insüline bağımlı” bir hale geldiği ve özellikle kilolu ve diyabet hastası olan hanımlarda meme kanseri ve metastatik kanser riskinin yükseldiği belirtildi.

“Yüksek insülin seviyeleri yalnızca kadınlarda malign meme kanseri tümör formasyonu ile indirekt bağlantılıdır.” - National System of Researchers.

“Metformin insülin direncini kontrol ederek vücudun kendi içerisinde en doğru şekilde metabolize edilmesini sağlamakta ve kanser hücreleri tarafından elde edilmesinin önüne geçilmektedir. İnsülin direnci olan kişilerde vücut bu hormonu çok daha fazla üretmekte ve yüksek seviyelere ulaşabilmektedir.” – Perez Salazar.

Araştırmalar hücresel dokular ile yapılmıştır ve yakın bir zamanda Juarez Hospital of Mexico City’ de ki hastalardan elde edilen biyopsi örnekleri üzerinde de çalışılarak daha net sonuçlar açıklanacaktır.

Çevirenin Notu (ç.n): Bu konu ile ilgili ilk yazıyı 25 Şubat tarihinde “NOBEL ÖDÜLÜ SAHiBi JIM WATSON iLE SÖYLEŞi; DiYABET iLACI METFORMiN ZOR KANSERLERE KARŞI” adlı yazı ile paylaşmıştık. Blog linkimizi http://pembeyevehayata.blogspot.com.tr/2014/02/nobel-odulu-sahibi-jim-watson-ile.html tekrar eklediğimiz yazı ve üstteki araştırma ile ilgili onkologlarınız ve diyabet uzman doktorlarınız ile konuşarak fikirlerini alabilirsiniz. Şu ana kadar olan bazı geri dönüşlerde konuya sıcak bakıldığı duyumunu elde ettik.

Zindelikler dileriz...

2 Haziran 2014 Pazartesi

PROTEiN VE VEGAN BESLENMEK



Alkali vegan beslenme tarzı insan sağlığı için gerekli tüm proteini karşılamaktadır. Bir çok kurum ve kuruşlar alkali vegan stilinin sağlığa geniş faydaları üzerinde hemfikir iken protein kelimesi her nedense kafamızda kalmakta, çünkü hayvansal ürün üreten ve satan endüstri her zaman insanları en iyi proteine sahip oldukları konusunda yönlendirmektedir ki; bu varsayım yanlış ve tehlikelidir.

Kaslarımız ve tırnaklarımız arasındaki fark gibi proteinler de birbirlerinden farklıdır. Bunun nedeni bir alfabedeki harflerin bileşimlerinin pek çok kelime yaratabilmesine benzer olarak 20 farklı aminoasidin kombinasyonlarının farklı proteinler yaratabilmesidir. Önemli olan kısım bu esansiyel aminoasitlerin 10 kadarı vücut metabolizmamız tarafından üretilebilirken diğer yarısının üretilememesi ve dışarıdan alınmasının gerekliğidir.

Bir bebek için anne sütündeki protein sağlıklı ve güçlü olması için yeterlidir. Katı beslenmeye geçtiğimiz andan itibaren de hayvansal-olmayan besinlerdeki protein onun yerini tutmaya yetecek seviyedir çünkü aldığımız kalorinin sadece % 10’ unun proteinlerden gelmesi idealdir. Günlük protein alım tavsiyesi ise kilogram başına 0.8 gr. olarak belirlenmiştir.

Kas yapmak için proteine yükleneceğini düşünen kişilerin bilmesi gereken kasların proteinden değil kandan oluştuğu ve sağlıklı kan üretimi için de yeşil meyve ve sebzelerden gelen klorofil ile poliunsatüre yağ, alkali su ve işlenmemiş alkalize edici mineral tuzlar gerektiğidir.

Vegan beslenmenin tam tersini düşündüğümüzde, yani çok fazla hayvansal protein tükettiğimizde beyin, meme, karaciğer, böbrek ve safra kesesi problemleri ile bazı kanserlere davetiye çıkartırız. Bunun nedeni ise hayvan etinden gelen nitrik, ürik, sülfirik ve fosforik asitlerin bağırsaklar, akciğerler, böbrekler ve cildimiz yolu ile yeterli oranda atılamamasından kaynaklanmaktadır.

Hayvansal-olmayan ana protein kaynaklarından bazı örnekler vermemiz gerekirse sayacaklarımız şunlardır;

1. Sebzelerden gelenler : Enginar, pancar, brokoli, brüksel lahanası, lahana, karnabahar, patlıcan, bezelye, yeşil biber, kale, kıvırcık salata, hardal otu, soğanlar, kırmızı patates (amerikan patatesi), ıspanak, şalgam yeşili, su teresi, yams kökü ve kabaktır.

2. Bakliyat kökenliler : Nohut, barbunya, lima fasulyesi, küçük beyaz (navy) fasulye, soya fasulyesi, mercimek ve kırık bezelyedir.

3. Tahıl kökenliler : Arpa, esmer (kahverengi) pirinç, karabuğday, darı (akdarı), kinoa, çavdar, ruşeymi, buğday ve hintprincidir.

4. Meyvelerdeki kaynaklar : Avokado, greyfurt, salatalık, limon, lime ve domatestir.

5. Çimlerden gelenler : Kamut, lemongrass ve diğer çimlerdir.

6. Çekirdek ve kabuklu yemişlere örnekler : Badem, fındık, kendir/kenevir tohumu, chia, kabak çekirdeği, susam, ay çekirdeği ve cevizdir.

Soya filizi ve kendir filizinde bulunan protein çok besleyici, kolay sindirilebilen ve glüten içermeyen bir protein olarak karşımıza çıkar. Her 100 gramda 35-40 gram proteine ve dengeli bir aminoasit yapısına sahiptir. En ideal oranda omega 3/6 yağ asitleri de barındıran bu filizler unsatüre/satüre yağ yüzdeleri, antioksidan kalitesi ve geniş vitamin/mineral yelpazesi ile ilk tercihlerimiz arasında olmalıdırlar. Yukarıda belirttiğimiz yeşil sebzelerinde kimi zaman % 70 lere varan oranda protein içerdiği de unutulmamalıdır.

Zindelikler dileriz…

1 Haziran 2014 Pazar

TANIDIK BiR iLAÇ GENÇ HASTALARDA FERTiLiTEYi KURTARIYORMU?



The New York Times, 30 Mayıs 2014

Over bölgesini geçici olarak kapatan bir ilaç olan goserelin’ in (Ticari ismi Zoladex) genç meme kanseri hastalarında overi kemoterapi hasarından koruyarak bebek sahibi olma şansını arttırdığı açıklandı.

Araştırmacılar tarafından genç meme kanseri hastalarının karşılaştığı en acı verici ikilemlerden biri kabul edilen hayatını kurtaramanın fertiliteye hasar verebilmesi konusunda yeni bir opsiyon olarak görülen goserelin, yapılan klinik çalışmalarda başarı sağlamış görünmekte ve kemoterapi sürecinde goserelin enjeksiyonu yapılan kadınlarda yalnızca kemoterapi gören gruba göre yüksek fertilite oranları kaydedilmekte.

Bugün (Cuma), ASCO (American Society of Clinical Oncology) yıllık toplantısında konuşan araştırma yazarı Cleveland Clinic’ den Dr. Halle Moore, premenopoz dönemdeki hastaların kemoterapiye başlamadan önce bu yeni opsiyonu değerlendirmeleri gerektiğini belirtti.

Şu anda genç meme kanseri hastalarının bebek sahibi olma şanslarını arttıran yöntem vitro-fertilizasyon ile yumurtaların alınarak dondurulması ya da embriyo yaratılarak dondurulması olup yüksek maliyetli bir işlemdir. Bazen de kadınların çok acil kemoterapiye başlaması gerektiğinden işlem için gereken 2 – 3 haftalık süre bulunmamaktadır. Aylık goserelin (veya benzer gonadotropin salıverici hormon agonisti) enjeksiyonu ise çok daha ucuz ve kolay bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır.

Araştırma NIH (National Institutes of Health) tarafından fonlanmış ve 49 yaşın altında premenopoz dönemde olan 257 hasta ile çalışılmıştır. Kemoterapi başlangıcından iki yıl sonra yapılan değerlendirmede goserelin kullanan grup içerisinde sadece % 8 lik bir oranda over problemi kaydedilmiştir. Kullanmayan grup içerisinde bu oran % 22 olarak ölçülmüştür. Araştırmada beklenmeyen bir bulgu da goserelin’ in 4 yıllık istatistik süreci içerisinde hayatta kalma oranını da yükselttiğidir. Yalnızca hormon reseptörü NEGATiF olan kadınlar ile çalışılmış, reseptörü pozitif olanların tamoksifen kullanımına bağlı olarak uzun yıllar hamile kalmayacağı düşünülmüştür.

Goserelin’ in overleri nasıl koruduğu hakkında tam bir açıklık yoktur fakat yapılan spekülasyonlar overlerin daha az aktif hale gelmesi ile kendisini kemoterapiden koruyabildiği üzerinedir. Dezavantajı goserelin’ in geçici bir post-menopoz koşul yaratarak sıcak basması ve diğer semptomları yaratabilecek olmasıdır.

Zindelikler Dileriz...